Kategoriler

Arşivler


Tarih 27 Mar 2016 Kategori: Hatice Eğilmez KAYA

Bir Zaferi Anlayabilmek: Çanakkale Şehitlerine

Bir Zaferi Anlayabilmek: Çanakkale Şehitlerine
Hatice Eğilmez Kaya

Bir zaferi anlayabilmek için takip etmemiz gereken en önemli yollardan birisi de şairlere kulak vermektir kuşkusuz. Onlar güçlü sezgileriyle, derin algı boyutları ile; sadece eşyanın değil, zamanın, mekânın ve yaşadığımız olayların da özüne inme yeteneğine sahiptir. 
1.Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken, Çanakkale Boğazı’nda, Conkbayırı’nda, Anafartalarda, Arıburnu’nda Anadolu insanının emperyalizme karşı kazanacağı Kurtuluş Savaşı’nın ayak sesleri işitilir. Milletimizin daha sonraları “Çanakkale içinde Aynalı Çarşı / Ana ben gidiyom düşmana karşı” diyerek türküleştirdiği zafer, vatan şairi Mehmet Akif Ersoy’un kaleminden dökülen o muhteşem dizelerde tüm ihtişamıyla boy gösterir. Bu ihtişam ışıltısını destansı mücadelemizden çok, şehitlerimizin kanından alır. 
İstiklal Marşımızda ilk sözü “Korkma” emir ve ricası olan Mehmet Akif, “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirine bir soruyla başlar. “Şu boğaz harbi nedir, var mı ki dünyada eşi?” Yüz binlerce gencin oldukça kısa bir sürede ölmeleri, ufacık bir kara parçasına yığılan istilacı kalabalık ordular, bu ordulara onurluca karşı duran Türk askeri, cepheye mermi taşıyan binlerce kadın ve çocuk, kullanılan sayısız silah, ortalığa saçılan milyonlarca mermi, mahşeri bir gürültünün kaynağı olan devasa toplar, boğazın sularını saran gemiler… Şair savaşın kanlı yüzünü daha sonraki dizelerde tarif ve tasvir ettiğinde böylesi bir savaşın dünyada benzerinin olup olmadığını sorarak söze başlaması daha iyi anlaşılmaktadır.
“Çanakkale Şehitlerine”nin başlangıç bölümünde emperyalist devletlerin ve onların sömürgesi olan milletlerin Çanakkale’ye saldırış nedeni vurgulanmaktadır. Şair “Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya / Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya” dizeleriyle müttefik devletlerin Rusya’ya denizden destek verme, Almanya üzerine baskı uygulama planlarını dile getirmektedir. 
İstilacılar, donanmaları ile ufacık bir kara parçasını sararlarken hesap etmedikleri tek şey Türk milletinin vatan sevgisidir. Oysaki karşılarındaki “toprak uğrunda ölen varsa vatandır” düsturunu rehber edinmiş, ezelden beri hür yaşamış bir millettir. Bu millet, kendisinden kat ve kat güçlü olan saldırganlara “Çanakkale geçilmez” diye haykırmıştır. Şehitlerin ve gazilerin haykırışları Çanakkale’nin dağında taşında yankılanmıştır.
Mehmet Akif, emperyalist devletlerin saldırısından “rezil istila” olarak söz eder. Peki, neden rezildir onların yaptığı izahı olanaksız iş? Hakları olmayan topraklara göz diktikleri için, adil ve insaflı olmadıkları için, kendilerine güç toplarken türlü yalanlar söyledikleri için, ellerindeki çelikten silahlara güvenip cana ve başkalarının vatanına kast ettikleri için…
Şair “Eski dünya, yeni dünya, Avustralya, Kanada, kimi yam yam, kimi Hindu, kimi bilmem ne bela” diyerek tanıttığı düşman askerlerinin oluşturdukları kalabalığı mahşer yerine benzetir. Mahşeri kalabalıkta derilerin renkleri, dinler, diller çok farklıdır. Ortak oldukları tek şey haksız bir vahşettir.
Yirminci Yüzyıl insanlık tarihinin üstüne kanla, barutla, savaşla, kitlesel cinayetlerle çökmüş bir asırdır. Milyonlarca insan savaşlarda veya salgın hastalıklarda ölürken dünya “medeniyet” çığlıkları ile sarsılmaktadır. Mehmet Akif Ersoy, Yirminci Yüzyıl adı verilen korkunç asır için şu tanımı kullanır: “Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil” Şairin çektiği derinden “ah” asil olduğunu iddia eden katilleri doğuran yeni yüzyıla, içli ve samimi bir sitemdir. 
Medeniyet; sömürgeci devletlerin rengarenk, albenili maskesidir. Sözde medeni ülkeler geçmişte, sömürecekleri topraklara girerlerken oralara medeniyet götürdüklerini iddia etmişlerdir. Günümüzde ise artık medeniyet söylemi, yerini başka söylemlere bırakmıştır. Akif’in Yirminci Yüzyıl’ın başında şikâyetçi olduğu “tek dişi canavar” dünyamızda hâlâ cani bir üslupla at koşturmaktadır. Mehmet Akif’e göre medeniyet, öyle tuhaf bir kavramdır ki uğradığı ülkede hep kan ve gözyaşı ile beslenmektedir. Şair medeniyet yalanı ile can alan Batı emperyalizminin gerçek ve çirkin çehresini “Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz / Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz” dizeleriyle betimler.
Mehmet Akif, “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde gözlerimizin önüne birbirinden canlı, bir o kadar da dehşetli savaş manzaraları serer. Onun resmettiği manzara gerçekçi bir anlatımla dile getirilmektedir. Şiiri okuyanlar savaş manzaralarının bulunduğu bölümlerde gözlerini kapattıklarında kendilerini o muhteşem askerlerin, “arslan neferin” yanı başında hissedeceklerdir. Bakınız şu dizelere:

“Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı; 
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, 
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. 
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer… 
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.”

Söz deyip geçmeyin sakın. Söz bazen sayısız fotoğrafın anlatamayacaklarını anlatır. Hele Mehmet Akif gibi büyük şairlerin sözleri tılsımlı birer kanattır, kalplerimizi zamanda ve mekanda gezdirir. Hem de yazılışından onlarca yıl sonra bile. Şair, Çanakkale’deki destansı mücadelemizi resmetmeye bütün ihtişamıyla devam ediyor:

“Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, 
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. 
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, 
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!”

Zamanın en korkunç silahlarının karşısında korkmak mı? Ne münasebet! Kahraman ordumuz onların tehditlerine sadece güler… 
Şair, müstevlilerin vatanımıza uzanan ellerini haklı olarak “namert eller” diye tanımlar. Namert, mert olmayan anlamına gelir. Oysa mertlik insana ne de çok yaraşır. İnsanı insan kılar. Ona merhamet, iyilik, yardımseverlik, dürüstlük kazandırır. Eğer bir ordu namertse biliniz ki onu yönetenlerden kaynaklanan bir olumsuzluktur bu. Aksi takdirde yüz binlerce kişi hakkı olmayan topraklara vahşi bir hayvancasına neden saldırsın? Çanakkale toprakları, ziyaret edenlerin ruhlarında anlatılması mümkün olmayan kıpırdanmalara neden oluyorsa bunun kaynağı namert ellerin mert ellerce kırılmasına şahitlik etmesinden olsa gerek
İman nurdan bir hazinedir. İçinde bulunduğu sineyi parlatır da parlatır. İman inanmak demektir, gönül vermek, bağlanmak demektir. Mehmet Akif Ersoy, Mehmetçiğin göğsündeki imanı “alınmaz kale”ye benzetir. Zira iman, şevki ve sadakati de beraberinde getirir. Bir avuç gencecik asker, yedi düvele karşı durur kalbindeki müthiş şevk sayesinde. “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde en etkili bölümlerden olan şu dizeler de; ışığını haksıza boyun eğmeyen, yalnızca Rabbi karşısında rükudayken eğilen atalarımızın inancından alır. “Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından / Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?”
Mehmet Akif, şiirlerinde ve konuşmalarında sık sık “Asım’ın nesli”nden söz eder. Onun için Asım’ın nesli, binlerce yıllık “alp” geleneğini İslamiyet’le yoğurmuş bir gençliktir. Çanakkale’de şehit düşen, yaş ortalaması yirmi beşi geçmeyen askerilerimiz için “Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek / İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.” der. 
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor / Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor.” diyen Mehmet Akif; atası, babası, dedesi de şehit olan Çanakkale şehitlerini methederken güzel Türkçemizin en zirvesinde ifadeler kullanır. O, yüzü gözü aydınlık gençler için bu övgülerin hiçbiri fazla değildir:

“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi… 
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 
‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın. 
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb… 
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.”

Şair, toprağa ercesine düşen, ölürken bir “of” dahi demeyen şehitlere olan gönül borcunu nasıl ödeyeceğini bilemez. Onun aziz hatırasına hürmeten batan güneşi, akşamları yarasına sarmak ister ve bilir ki bu dahi yetersizdir kalbindeki minnettarlığı ifade edebilmek için.

“ ‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına; 
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, 
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; 
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan; 
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, 
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; 
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana… 
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.”

Mehmet Akif, İslam tarihindeki büyük savaşçıları anımsar da onların dahi Çanakkale şehitlerine hayran kaldıklarını söyler. Salahaddin Eyyubi’nin ve Kılıç Arslan’ın ruhlarını da şad eder böylece.

“Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i, 
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran… 
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; 
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât, 
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…”

Şairin son sözleri yine şehitlerimize yaraşır bir şekildedir ve onların müjdeli akıbetlerinden haber verir:
“Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber / Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber”

Hatice Eğilmez Kaya
www.kafiye.net


Tarih 27 Mar 2016 Kategori: Fatma Gül Özcan

Umut Etmem Ben


Umut Etmem Ben

Umut etmem ben
Beklemem
Öfkelenmem
Sinirlenmem
Hiç kızmam
Pamuğum ben.
Hatta
Pamuk helva
Hep
Şeker gibi
Olurum
İstisnasız
Her durumda
Gülümserim
Meleğim ya….
Mutluluktan uçarım hep
Olmasada kanadım
Öyle trip falanda atmam
kırılmam
İncinmemde mesela
Gülümserim 
Alttan alırım
Evet yaparım
Ben bir meleğim
İnsan değilim ….

Fatma Gül Özcan
www.kafiye.net


Tarih 27 Mar 2016 Kategori: Zeyneb Naxcivanli

Diş ağrısı

Diş ağrısı
Gece geldi ecel kimi
Diş ağrısı , diş ağrısı.
Gündüz eyler min qiyamet
Diş ağrisı, diş ağrısı.

Ağrıdan saralib, sollam
Başımı daşlara çallam
Ağrısına teslim ollam
Diş ağrısı , diş ağrısı.

Onda nece güc, quvve var
Elinden cekirem havar.
Her acını unutdurar
Diş ağrısı , diş ağrısı.

Zeyneb Naxcivanli.
www.kafiye.net


Tarih 27 Mar 2016 Kategori: Sündüs Arslan AKÇA

Mesafeler

Mesafeler

 
Ömrümün tamamı gurbetti, ben ki ömrüme hasret. ”Ömrüm” demiştin ömrünce. Ne çabuk tükettik onu da. Şimdi gözlerimde hikâyeden yalnızlıklar…
Hava iyiden iyiye soğumaya başladı. Kaç vakittir parmaklarım tuşların üstünde kırık dökük izler bırakıyor. Hangi sözün elinden tutsam ‘’oynamıyorum’’ diyor. Tek başına oynanacak bir oyun düşünüyorum. Ben ve ben… Ne zormuş benimle oynamak. Mızıkçılık yapıp duruyorum. Baştan ayağa bütün kapris, çocukluk. Oynamıyorum işte, ben, beni oyundan çıkaracağım.
Kalsın bir başına şimdi, uzlaşamadığı kendinden bir o kadar uzakça…
  
Bir hal var bende. Uzaklıklar alabildiğine büyüdü gözlerimde. Yine yüreğim kabarmaya başladı, yine yanaklarımda tuzdan çizgiler… Uzun yol türküleri düşüyor aklıma, ıssız gecelere sakladığım. Uzun ayrılıklar dokunuyor fazlasıyla. Gurbetim başıma vurdu artık. Bir tabur özlem karşımda. Hangisine dokunsam yanıyorum.
 
Biliyorum hepimiz ara ara yaşarız bu duyguları. Hele gurbeti yaşayan yürekler. Toprak kokusu geldikçe burnuna, hüznü kat be kat artar.
Her şey gözünde tüter. Dar sokaklar, ahşaptan evler, eskimiş yüzler… Toprakta saklı canlar, titrek dudaklar, kırışık eller…
Dağlar, ağaçlar, kuşlar, sular…
Elin diyarları altından olsa ne ki, hangi karesinde çocukluğun saklı, hangi karesinde hatıralar gizledin, hangi karesi sevdiklerin kokuyor?
Hayır, ne yaparsan yap, olmuyor.
Toprak ”gel” diyor bağrıma, çocukluğun ”gel” diyor, gençliğin ”gel” diyor. Titrek dudaklar ”gel” diyor.
Ya sen, bu kadar ”gel’e” karşı nasıl yok diyebilirsin. Nasıl gurbeti kendine yurt edinebilirsin?
 
 Uzun susturulmaların ardı çığlıklardır. Çığlıklar kopuyor benliğimde duymuyor musunuz?
 
”Gurbet bahtımdan kara
Hasret ölümden acı
Ne zaman tükenecek
Bu yollar arabacı ”
 Dizeleri dolandı dilime. Ve hafif bir melodi ile mırıldanıyorum. Ardından
‘’Gurbet o kadar acı ki’’
Bir hal var üzerimde. Yağmur da yağmadı neden dört taraf bu denli toprak kokuyor?
 
Haber aldım az önce. Yarenlerim toplanmış memlekette. Bir resim gönderdiler. Gülen gözleri ”hadi” der gibiydi. Ah dedim, kanatlarım olsaydı, bir de nefesim uzunca. Sonra içimde kök salmış mesafeleri aşardım. O mesafeler yok mu şiirlere meftun eden… O mesafeler yok mu, beni benden eden… Siz çayın buğusunda geçmişi yâd etmeye bakın. Düşürmeyin dilinizden benli olanları. Kulağım çınladıkça seviniyorum.
Ben mi ,
bir yağmur damlasıydım uzaklaşırken. Şimdi uzağınızda ummana döndüm.
 Bana müsaade. Yaşlı gözlerimin diyeti mesafelerdi. Vuracağım yüreğimde.

Sündüs Arslan AKÇA
www.kafiye.net


Tarih 27 Mar 2016 Kategori: Sündüs Arslan AKÇA

Yürek Sızılar Sızılar

Nicedir beynimde ve ruhumda haramiler dolanıyordu. Tek tek gelmiyorlardı. Çoktular azın karşısında. Az çoğalana dek vurdular can yanasıya… Öyle yaktılar ki, kafamdaki bin düşünceden sıyrılıp bir düşünceyi söze dökmekten aciz ettiler. Çile yumağının bir kedinin patileriyle darma duman edilmesi gibiyiz. Dinginlik bulamayan ruhun güzelliklerden bahsetmesi muktedir midir sizce?

Yine bir ezginin gönül duvarlarımızı tırmalamasına bırakıyoruz kendimizi.
 
“Bizim ele bahar geldi
Meler kuzular kuzular
Dağlar çiğdem çiçek oldu
Kokar yazılar yazılar’’
 
Baharı nasıl bekliyorduk oysa. Toprak yaşımızı silecekti ve bıraktığımız damlalarla göğerecekti çayır çimen. Kuzular süsleyecekti dağı taşı. Mis kokan topraklar çiğdem düşürecekti yüzüne…
Baharı nasıl bekliyorduk oysa. Belki’nin içine saklanan sırlı yüreklerin kendini aşikâr etmesi gibi bekliyorduk. Muştulu bir haberin umuduyla bekliyorduk. Vuruldukça kırılıyorduk kanatlarımızdan ve hınçla doğrulup sardığımız yaralarımızla bekliyorduk.
 
Her sabah güzergâhımda çiçeklenen ağaçlar ve güneş yüreğime iyi haber bırakma çabasında. Her sabah besmele kisvesini giyip sunulan güzelliklerden nasiplenmek adına düşüyorum gözlerimden.
Bütün güzelliklerin tebessümünden hüzün devşiren yüreğim, nefesini tüketmişleri düşürünce hatırına bir damla, bir damla daha bırakır yarası bir türlü kabuk tutmayan toprağın koynuna.
Yağmurlar inmeye başladı yine, kimi zaman aşkla kimi zaman isyanla…
Bu sene gökyüzü aşk yağmurları sunmuyordu. Taze fidanlar saklıydı koynunda. İncitmekten korkar gibi yağıyordu, ar eder gibi iniyordu üzerine. Sırılsıklamdı gözleri, kabaran yüreğinde kabullenişin gizli mabedi vardı. Avuçlarında cennet kokusu taşıyordu, sürdükçe toprağa…
 
Hüzün okşadıkça saçlarımızı, türkülerin kederli duruşuna kaptırdım kendimi. Yine sözleriyle sözümü susturdum.
 
‘’Duman tüter bacasından
Anasından bacısından
Ayrı kaldık nicesinden
Yürek sızılar sızılar’’
 
Bahar kapısını aralamıştı oysa… Acıyan yanlarımız her geçen gün artıyor. Her hanede ağrıyan yürekler var, dinmeyen gözyaşları…
Tabutun içinde babasının yattığını bilen masum, günahsız çocuklar var bahara küsen. Şikâyetini Allaha saklayan Yusuf yüzlüler… Ocakları başına çöken kadınların soran bakışları…
Ve yine,  yer taziyeye gök gölgeliğe soyundu. Bilmem bu toprakların kaçıncı oyunuydu bize.
 
Yaşananları sineye çekmek ve susmak mümkün değildi artık. 
Tebessümünüz şakaklarınızda donuyordu. Eliniz ayağınız dermansız kalıyor. Acı çörekleniyor yüreğinize.
’’Elimden ne gelir” düşüncesi yiyip bitiriyor. Dilinizde sürekli dualar vatanın selameti için, şehadet şerbetini içmişlere rahmetler diliyorsunuz. Ha bir de kocaman kınıyorsunuz!
Olmuyor, hafifleyemiyorsunuz. Gidenlerin gençliğine bakıyorsunuz. Annelerin babaların evlatların ve de gönlünde aşkı tatmış sevgililerin feryatları kulağınızı tırmalıyor. Acı düştüğü yerde!
Allah’ım ben nerdeyim! Ben bu acının neresinde?
Suskunum.
Çekildim sessiz ve karanlık köşeme. Gözlerimde tarifsiz ucu bucağı görünmeyen mezarlıklar. Kollarımda yetim çocukların yaralı bakışları…
Hasreti buram buram yâr özlemleri
Bir ananın taş bastığı bağrından hırıltılar geliyor.
Bir baba gömüyor içine sancısını.
Ne çok kıydılar bize böyle.
Suskunum.
İçimde susturulmuş çığlıklar biriktiriyorum. Hain bakışlara diş biliyorum. Dudaklarımda salâvatlar, Allah nidaları.
Sığınıyorum.
Ve ölüm öptükçe gözlerimizden dirileceğiz hep birden. Bir mahşer türküsü doladık dilimize son nefesimizde…
 
‘’Şahin çileye bürünür
Gurbet ellerde sürünür
Gülermiş gibi görünür
Yürekten ağlar bazılar’’
 
Bahar kapısını aralamıştı oysa. Bütün güzelliklerini peşkeş çekmişti bize. Bütün renkleriyle emrimize amade idi. Kırmızıya vurulduk sadece. Kan uykusu tuttu hepimizi. Vuruldukça uyuduk.
 
Hanelerden kırgın ve bir o kadar yılgın bakışlar taşıdık bahara. Belleklerden silinmeyecek ölümler biriktirdik. En çok da kara çaldık insanlığımıza. Birbirimizin acısına gülebildik umarsızca. Kin sürdük iki kaşın arasına. Nasıl silinir zihinlerden bu kirlenmişlik, nasıl affeder gülüşü donmuş çocuklar bizi.
 
Toprak suskunluğunu bozma telaşına kaptırmıştı kendini. Artık ayazlar silikleşmişti üzerinde. Yer yer canlılık belirtileri sunmuştu gün yüzüne. Gök hırçındı kimi zaman, kızgındı zamana, kızgındı bize…
 
Masumun toprakla buluşmasıydı dudaklarımı kilitleyen. Millet, sızısına bürünmüş tek başınalığın çırpınışını yaşıyordu. Ağrımızın dozu arttıkça tahammül sabrımızı yokluyordu.
’’Lâ havle’’ düşüyordu yüreğimize, ateşe su vermek gibi. 
Yer gök kırmızıydı. Hüzün libası üzerimizde… Gözlerimizde ölüme meydan okuyan şuurlu bir bakış…
Destanlar yazan bir ecdadın uyutulmuş insanlarıydık. Uyanmak için musibetin körüklemesi gerekiyordu. Canımız yanıyordu, her yeni güne hüzünle giriyorduk. Her geçen gün yetimlerimiz artıyordu.
Canımız yanıyordu ve yandıkça uyanıyorduk!
 
Endişe, masalındaki sırlı elleri bekliyordu. Endişe, bende kol geziyordu. Ellerini uzattın önce, perdeyi araladın. Sonra başucuma oturup alnımda tomurcuklanan terimi aldın. Duanın süzgecinden geçirdin ağrıyan yanlarımı. Vuslatın eşiğinde duanın mahzun bakışları karşıladı beni.
Ben Yâr’in rahmetine sığındım. Dudaklarımda kımıl kımıl sırrın hikmeti… Yüreğimde bir teslimiyet feracesi… Bir sessiz uykunun koynuna bıraktım usulca. Gökyüzü yoktu, yer yoktu. Uçsuz, bucaksız bir belirsizlik sakladı koynunda sabaha dek.
Yâr izleri var düşlerimde. Dudak kıvrımımda, gülüşlerimde…
 
Bahar kapısını aralamıştı oysa.
Başka bir bahara uyanmak toprakla beraber…

 

Sündüs Arslan AKÇA

www.kafiye.net

Yürek Sızılar Sızılar


Tarih 27 Mar 2016 Kategori: Nilüfer SARP

NEDAMET

NEDAMET

Karmakarışık dünya her gün hüzün gözyaşı 
Giderken canlar tek tek; arz ediyor vahamet
Nedir bunun sebebi acep kim elebaşı
İnsanlar bir hoş oldu unutuldu merhamet
*

Oyun içinde oyun kim bu filmde baş aktör
Bazısı katalizör bazısı ana faktör
Uzaktan kumandayla ben varım der garantör 
Bomba yağar havadan kopar kızıl kıyamet
*

İblisin uşakları kalabalığı tarar 
Vicdanı olmayanlar haklıyım der hak arar
Düşünmez hiç sonunu bu iş kimlere yarar
Yok olurken insanlar duymaz mı hiç nedamet
*

İpin ucu dışarda ey zavallı kuklalar
Kimler kandırır sizi atarsınız taklalar
Beyinleri yıkanmış sudan çıkmış kiklalar
Birazcık aklın olsa edersin mukavemet
*

İnsanlığı yitenler bilmez mutluluk sevi 
Emir verir ustası maşa yapar ödevi 
Harabeye döndürür dünya denen bu evi
Karartırken cihanı Rabden bekleme rahmet
*

NİLÜFER SARP
20 EKİM 2015
*
Kikla: Bir balık türü.

www.kafiye.net


Tarih 27 Mar 2016 Kategori: Sema SEZER

GİT

GİT…….
Sen eksiktin bense fazlaydım sana 
Aramam sormam ki ,git uzaklara
Yağmur süzülür bak yanaklara
Aramam sormam ki ,git uzaklara

Sen de bulmuştum ben aşkla vefayı
Sözlerinle zehir ettin sefayı
Sevince yazık kul görmez cefayı
Aramam sormam ki ,git uzaklara

Gülüm dedin güller gibi soldurdun
Yaram çok iken bir yara sen oldun
Söyle be vefasız bende ne buldun
Aramam sormam ki ,git uzaklara

Sensiz ilk günler yakar da geçer
Aşk yarası kanar inan bin beter
Zamanla her acı hafifler biter
Aramam sormam ki, git uzaklara

Silmişsen güzelim günleri birden
Bir fincan kahvenin hatrı varken
Her anımı senle sensiz yaşarken
Aramam sormam ki ,git uzaklara

Sema Sezer
27/03/2016
www.kafiye.net


Tarih 25 Mar 2016 Kategori: Safiye Samyeli

Gülnihal2

Gülnihal2

Aradan geçen bunca zamana rağmen hala bir gelişme olmamıştı.
Genç delikanlının yüreği bir çarmağa gerilmişti adeta,bu bilirsizlik canından bezdiriyordu kendisini.
Zeynep ana ne edip eyleyip bu işi bitirmeye kararlıydı Halil,i çagırdı yanına.
Ana yüreği nede olsa farkındaydı genç delikanlının duyğularının.
_ Bana bak Halil biliyorumki içerinde bir köz yanar günlerdir.Bu işi bitirmek seninle bana kaldı.
Yoksa göz göre göre Ayşeyi verecek o iblislere babası.
Şimdi al bu helvayı falanca köydeki hocaya okut gel.
Ben hocayla konuştum bak nasıl vaz geçecek Mahmut ağa Ayşeyi o iblislere vermekten.
Genç delikanlı niye uğradığını şaşırır bir anda,demek duyguları bukadar gün yüzüne vurmuştu.
yüzünden okunuyordu herşey.
Ya sevdiği oda fark etmişmiydi acaba kendisini sevdiğini?
Alır eline bir paket helvayı düşer adı geçen köyün yollarına,hocayı bulur meramını anlatır.
Okur üfler hoca bir paket helvayı artık urafelere kalmıştır bu sevdanın son durağı.
Zeynep ana bir gatmer döşenirki o gün sormayın gitsin yemede yanında yat.
yanında bir tas vişne hoşafı,bir paket helva,birazda peynir çökelek vs.
Buyur eder ev ahalsini sofraya,hekez on parmağını yag ederek yumulur katmer ile helvaya.
Zeynep ana önce oğluna bir çimdik salar çekilir oglan sessizce sofradan.
Ardından Ayşe kızı çimdirir hemde pek canı yanar tazenin bakarkı anası kalk sofradan der adeta gözleriyle Ayse kız bir anda sekinin üzerinde bulur kendini.
Çocuklarının yüzüne bakan Mahmut ağa bir cevap bekler yavrularından karısından.
__ ne oluyor Zeynep neden kalktı bu çocuklar sofradan?
Bir anda atılır Ayşe kız ortaya.
__Neden olacak anam habire çimdikliyor yeme diyerekten beni bende kalktım sofradan baba der.
Mahmut ağa çok şaşkındır duydukları karşısında.
__Neler oluyo Zeynep kadın neden kaldırırsın sofradan çocukları.
__Yok bişey ağam sen tarladan geldin tırpan biçiyorsun yoruluyorsun helva her zaman alınmıyor,
biz evdeyiz ne olsa yeriz.sen yeki güç kuvvet olsun sana diye düşünmüdüm der.
Mahmut ağanın yarı aklı vardır çıkar tepesine oturur.
__ Kaldır hanım şu sofrayı kaldır çocuklarımın yemediğini ben yemem onlarsız geçmez boğazımdan der.
Zeynep ananın yüreğine bir ateş düşer henüz çanakta kamıştır helvanın yarısı.
Ya şimdi tutmazsa bu büyü ya Mahmut ağa Ayşesini verirse o iblislere?
Bu sorularla düşüncelerle sabah olur bizr damla uyku girmez gözlerine.
Erkenden kalkar kaynatır tarhana çorbasını kurar sofrasını.
Uykudan uyanan Mahmut ağa elini yüzünü yıkar namazını eda eder ve yumulur mis gibi tarhanaya.
Etrafına bakınır oğlunu göremez etrafında.
__Zeynep kadın …….. nerde diye sorar.
__Aşagıda damda hayvanlara saman veriyor der Zeynep kadın.
__ Çağır ….. gelsin der,Mahmut ağa sert bir üslupla.Bir korku kaplar Zeynep kadının yüreğini
neden bu kadar sert bağırmaktadır, uysa çok uysaldır evinin erkeği.
Ansının sesini duyan Himmet bir koşu çıkar gelir yukarıya.
__ Buyur baba beni emretmişsin.
__ Halil ile Mehmetide al yanına, gidin sürüleri ayır gelin vaz geçtim Ayşeyi de vermiyom o gızıda almıyom sana der.
Duydukları karşısında kulaklarına inanamaz Zeynep kadın, işte sonunda beklediği an gelmiştir.
Mahmut ağa dünür olunca birleştirdikleri üç yüz koyununu ayırması için oğlanlarını gönderiyordu iblislerin üzerine.
__ Çok şükür Yarabbi der çok şükür.
tereyağından kıl çeker gibi hallettim bu işi.Hocanın nefesi pek kuvvetliymiş belliki.
Oysa daha helvanın yarısı duruyoardu tabakta.
Bir den Halil geldi aklına 
__Acaba bu haberi alınca nasıl sevinecektir kendisi,
Çok şükür der çok şükür Yarabbi.

Devamı gelecek

Safiye Samyeli 
www.kafiye.net


Tarih 25 Mar 2016 Kategori: Safiye SAMYELİ

Gülnihal 1

Gülnihal 1

Yıllar bir su gibi geçmekte
Saçaklarda hala kılıç gibi buzlar sarkmaktayıdı.bir türlü ısınmamıştı havalar.
Zehmeri ayazları bıçkın gibi kesmekteydi genç delikanlının suratını.
ya yüreği!!!!
bir başkasına sözlemişlerdi,yıllardır için için sevdiği kızı.
en yakın arkadaşının kardeşiydi bir türlü açamamıştı sevdalı yüreğini sevdiğine.
uzun kış gecelerinde kandilin kör işiığında oyuna dalarlardı fark edemezlerdi zamanın nasıl geçtiğini.
bazen her birisi bir yetde uyurkalır,hepsini bir yorganın altında toplar örter bastırırdı ana yüreği.
daha o yıllarda filizlenmişti yüreğindeki sevdası genç deli kanlının,ama nasıl açılırdı sevdiğine ayıptı ,günahtı arkadaşının kız kardeşini sevmek.
bağrına taş basıp unutacaktı sevdalsına beslediği sevgiyi.
geriye dönüşü yoktu ok yaydan çıkmıştı bir kere üstelik berder denen illet vardı aralarında,
ayşeyi osmana verecekler osmanın kız kardeşinide himmete alacaktı ayşenin ailesi.
bu saaten sonra ne yapsa kimseyi döndüremezdi bu yoldan geriye.
çaresiz kaderine boyun egecekti vel hasıl.
aradan gecen altı aylık zaman zarfında bir türlü alışamamıştı zeymep ana gelin kızı gülnihale,
Bayram arefesinde adettendi gelin kızı köyün hamamına götürüp orada kayın validenin yıkaması,
bu bir nevi vucut kontrolüydü,acaba gizli bir yerinde bir zası var mı diyerek.
ardından yemekler yenirlirdi kız evinde oğlan evine ziyefetler hazırlar tatlılar ikram ederdi kız evi hamamdan gelen misafirlerine.
zeynep ana seslendi kızına
// kızzzzz ayşe hadi çabuk al bohcanıda çıkalım daha gülnihali alıcaz geç kalıyoruz diyerek.
Ayşe bir çırpıda kaptı bohçasını düştüler gülnihallerin evin yoluna.
Utanıyordu ayşe yanakları al al olmuştu nede olsa gülnihalin abisi ayşeninde yavuklusuydu.
Ne olur Allahım osman evde olmasın diyerek dualar etti yol boyunca,şansı yaver gitmişti osman evde yoktu.Gül ginali ve yirmi kadar kadını,kızı taktı peşine Zeynep ana doğru vardılar hamama.
Bir gün önceden haberi olan hamamcı çoktan kaynatmıştı suları,musluklarda ateş gibi akıyordu sular..
Gülnihal büyük bir gururla oturdu kayın validesinin önüne upuzun simsayah sırma saçları vardı nede olsa,uzun saç bir genç kızın en değerli hazinesi sayılırdı buralarda.
Zeynep ana titiz bir osmanlı hanımıydı özen gösterirdi her davranışına hareketine.
İncitmekten kotkarcasına yıkadı gülnihalın saçlarını,kemik tarağını aldı elie tarayacak artık gelin kızının upuzun saçlarını.
Bir hamlede geçirdi gülnihalin saçlarına taragı.
Aman allahımmmmmm!!!!!
Bunlarda neydi böyle bir anda birşeyler yürümeye başlamıştı gülnihalin saçlarının bittiği yerde.
Bunlar düpe düz bitti.
iğrendi zeynep ana ben dokunamam bu saçlara bir daha diyerek vaz geçti taramaktan gülnihalin saçlarını.
Hamam çıkışı gülnihallere gittiler yemekler ,ikramlar ,talılar gelsede önüne hiç birine el sürmedi.
Saçına bakamayan b ir kız kimbilir nerede ve nasıl pişirmişti bu yiyecekleri?
Akşam dar attı kendisini kerpiç yapıdan olan evine.
yaktı kandilini başladı mahmut ağayı beklemeye,söyleyecek iki çift sözü vardı kendisine.
Nihayet Mahmut ağa yolun öte başında görünmüş eve doğru geliyordu.
Koştu hemen kapıyı açtı erine,güler yüzle karşıladı buyur etti durevindeki sekinin üzerine.
Mahmut ağa
// Allahallahhhhhh bu gün benim hatunda bir gariplik var ama hadi hayırlısı diye söylendi kendi kendine.
Önüne konulan sıcak tarhana çorbasını kaşıkladı,karnı bügünde doymuştu çok şükür.
Çıkarttı tabakasını sardı sigarasını derin bir nesef çekti içine,sonra döndü Zeynep anaya,
// hayırdır hatun sende bugün bir gariplik var ne olaki,dedi.
Zeynep ana söze nereden başlayacağını bilemedi,aslında bir an önce söylemek istediklerini sıralayıp kurtulmak istiyordu bu yükten ama nasıl söylerdi,Gülnihali kapısında geiln olarak görmek istemediğini.
Bir çırpıda dökülüverdi ağzından cümleler.
// Bak beyyyy!!!
bizim üç kuzumuz iki gözümüzdür bilirsin.onlar için yapamayacağımız yoktur hayatta,
onların mutluğu bizim mutluluğumuz demektir,
velhasıl ben Himmetin bu Gülnihalle mutlu olacağına inanmıyom ve bu kızı oğluma almam der.
Duyduklarından ağzı açık kalan Mahmut ağa // sen ne dediğinin farkındamısın hanım der.
// Evet ne duyduysan onu dedim ben bu kızı kapıma gelin degil köpek olarak bile bağlamam.
bu kız bitten ölüyor.Yarın oğlumuzada bakmaz uzun lafın kısası bu nişan burada biter.
Duyduklarından şakına dönen Mahmut ağa köplere biner.
// Olmaz öyle şey ben söz verdim bir kere bu çocuklar evlenecek,daha ötesi yok derMahmut ağa.
Zeynep ana kafaya koymuştur birkere ne edip eyleyip bu nişanı bitirecektir.
Gülnihalle,Himmet ayrılırsa,Ayşe,yle Osmanda ayrılır demekti.
Genç delikanlının yüzünde güller açtı bu haberi alınca adeta.
Her ne kadar arkadaşına olmaz sözü atamassınız ,nişanı bozamazsınız desede için için yaradana yalvarıyordu,/ ne olur Allahım bir an önce bitsin bu nişan işi diyerek.
Nişanı bitirme işi uzakksıra genç delikanlının yüreği çarmağa geriliyordu adeta.
Y karşı taraf nişanı bozmak istemezse,ya siz bizim kızımızı almasanızda biz gelin kızımızı istiyoruz derlerse!!!!!!!
Bu düşünceler beyninde zonkluyordu delikanlının.
// Ne olur ALLAHIM yalvarıyorum sana bu nişan burada bitsin yoksa ben canıma kıyacağım.

DEVAM EDECEK arkası yarın.

Safiye Samyeli 
www.kafiye.net


Tarih 25 Mar 2016 Kategori: Safiye SAMYELİ

Çileli Kadın

Çileli Kadın

Açmadan derdiler gonca gülünü
Suçluyu biliyor çileli kadın
Kuruttular onun hayat gölünü
Bahtına çiliyor çileli kadın

Kız’sın dedi dertler bindi sırtına
Kader dedi güldü attı ardına
Takmadı kafayı dünya derdine
Hidayet diliyor çileli kadın

Ne ana ne baba nede yok eri
Nasıl çıkmaz onun sırtından teri
Kadın mı erkek mi neresi yeri
Ortada kalıyor çileli kadın

Nasıl nasır tutmaz elde ayası
Arkasında yok ki amca dayısı
Dertlerle yoğrulmuş onun mayası
Yaşını siliyor çileli kadın
….
Üç fidanı oldu bastı bağrına
Katlandı feleğin bitmez kahrına
Onlar için ölse gitmez ağrına
Huzuru buluyor çileli kadın

Sabır kurşunuyla kaderi vurur
Kirpiğinde yaşlar sallanır durur
Tek sermayesi var ar ile gurur
Kölesi oluyor çileli kadın

Gülmeyen kaderle durma yarıştı
Kadın mı erkek mi safı karıştı
Gençlik boşa geçti teni kırıştı
Zamansız soluyor çileli kadın

SAMYELİ diyor ki ıslandı yenim
Adım gizli ama o kadın benim
Bir gün biter çilem çürür bu tenim
Yaşarken ölüyor çileli kadın

Safiye Samyeli
www.kafiye.net