şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Kaçıyorum
Sorulardan,
Hesaplaşmalardan,
Yalanlardan,
Belki de doğrulardan kaçıyorum…
Gözlerden,
İhanetten,
Bağlanmaktan,
Bağlanıpta kopamamaktan kaçıyorum…
İnsanlardan,
Yaban ellerden,
Yaşamdan,
Kim bilir belki de ölümden kaçıyorum…
Tapılası güneşten,
Uykusuz geçen geceden,
Soluduğum zehirli havadan,
Yeryüzüne lanet yağdıran yağmurdan kaçıyorum…
Konuşmaktan,
Konuşupta eleştirilmekten,
Kaybetmekten,
Belki de şans eseri kazanmaktan kaçıyorum…
Kendimden,
Aynalardan,
Unutmaktan,
Kim bilir belki de unutulmaktan kaçıyorum…
Hayattan,
Düşünmekten,
Yazmaktan,
Belki de yazamamaktan kaçıyorum…
Mis kokulu çiçeklerden,
Vazgeçilemez bebeklerden,
Tüm yasakları görmekten,
Kim bilir belki de görememekten kaçıyorum…
Mine Polat
www.kafiye.net
FELLUCELİ ÇOCUK
üçüncü cesetten sola döneceksin
köşe başında dörtlü bir ölüler çetesi var
onları gez
beşli yoklar artık ailesinden atla
kan göleğini dolaş
karşı sokak girilmez
köpeklerin dalak yeme vakti
geride kalanları düşünürken
paçalarını sıva
yeni kanlı karar
çıkacak önüne
acıymış
açlıkmış onları da geç
az sonra kurşunların
kuş uçuşları başlayacak
bak hırlaşmaları geliyor kulağına
ölülerin yüreği başında
birbirini dişleyen köpeklerin
sen okuluna git
derslerini çalış yalnızca
tarihini çalış örneğin
hammurabi’yi belle
bombalar
defterlerini yaksa da
ellerini gözlerini
kalbini sökse de yerinden
ateşin her zaman
yetişemediği bir yer vardır
sen ırmaklarını çalış
annenin sözünü dinle
ölürken
ateşten sözcüklerle
anlatmıştı sokaklara çıkmanın
ne demek olduğunu
büyümenin ne demek olduğunu
ömrünü geliştir utanma
toprağına senin ellerin gerek
göklere senin bakışların
ah önüne bak
çantan ağır ama
spor ayakkabıların hafiftir
zıpla beşinci kanlı balçıktan
paçalarını sıva
yine kokmuş ölülerin gövdeleri
yolunu kesiyor bak
bütün coğrafyalarda
insansız kalan toprak
yaslı dağlar
yorgun ırmaklar
umarsız ağaçlar
kulak ver kendini unut
kocaman bir yurdun ortasında
mezarsız kalan
başlar ayaklar umutlar
şarkısız yatıyor
öteki sokakta
çürümüş hücrelerin duvarları
çöküyor
iç organları yağmalanmış
didiklenmiş göğüs boşlukları
bir çakalın çekiştirdiği kadavrada
barsak hevengi
burnunu tut
miden kasılmasın
açsın
acılısın
ama sen matematik öğren
bombalar yaksa da kitaplarını
sen öğren
sokaklarda yazılan fiziğin
yasalarını yaz beynine
bu toprağın
senin aklına ihtiyacı var
suların senin ışığına
yaşamın senin sabrına
ihtiyacı var
şimdi kapıyı aç
omuz vur
ardında annenin soğumuş elleri
sana yeni bir ders hazırlamış
kız kardeşin
boylu boyunca
testiyi kucaklıyor
bir gelin gibi
testide şarap mı vardı
dökülmüş kilimlere
at çantanı şimdi
toz toprak kokan sedire
anneannenin
bir tarakkayla yığılıp kaldığı
yumuşak şilteye
fırla dışarı
bir kamyonun içine dol
git canavarların bile masum
kaldığı dünyayı ele geçir
patlat kendini
terörist derlerse
kanlı sokakların adresini ver
yurdunun adresini ver
pencerenizde öten sabahın
gülerken bombalanan
komşuların adreslerini ver
yurdumu savundum de
dersini çalış sen
gözleri oyulmuş başların
yaşarken hiçbir şey görmediklerini
düşün
ağız içinde dillerin sustuğunu
yaratan ellerin
kötürüm kaldığını anlat
sevince yer kalmadı
diye yaz şiirine
sen çalış
günlük tut tarih düşür
sokaklarında dicle gelin
şehit fırat
paçalarına sıçrayanın
damarlarından akıp giden
yemyeşil bir yaşam
olduğunu geçir defterine
onun için horozları kalkmış tanklar
gezer sokaklarda
duvarları çatıları
pencerelerde unutulmuş
saksıları gözler
sen savaşın içinde
çantalı bir sardunyasın
unutma rengini çalış
kentlerini düşünme
yurdunu arama artık
mimberin dibinde
kurşuna dizdiler
bir yaralıyı
evin sahibi sessiz
telefonun kapalı kalsın
dinamit ol evin için
mayın ol annen için
ölüm ol boynu bükük
menekşeler gibi kokan kardeşin için
arkadaşların için
savrul göklere
belki seni bir duyan
İzmir / 2004
Hidayet KARAKUŞ
www.kafiye.net
İZMİR BALADI
1.
körfez sularında
son ışıklarını
eteklerini toplar gibi
pespembe toplayıp gitti güneş
hacı şakir kokuyordu
az önce
hamamdan çıkmıştı mutlaka
akşamın peşinde
avını süren bir avcı mıydı
toynaklarının
çelikten izlerine
kibrit çakarak yürüyen
şehirde
şairlerin gizli defterlerinde yaşayan
yaralı yüzünde tendürdiyot sarısıyla
kendi hayatının içinden sıtmalı geçen
oydu
kaşe paltosundan bildi
fayton aşklarına bira şişeleri fırlatan
oydu
kordon’da
ay yangına düşerken
2.
yüreğinin arka bahçeleri düş içinde
umutlarına kan arayan bir ölü
avcunda cam parçalarıyla yaşıyor
ateşe vermiş derelerde mor gülü
geçmiş dedim de
bir kötüyü anımsadım
keskin ışıklarını betonların yanağına
bir şamar gibi indirdiğinde güneş
çelik gölgeler icat ediyordu
perdeleri estetik bürosunda
kliması ensesine kulunç yaparken
o alsancak’ta dili derinlerde şakıyan
öyküler yaşamak istiyordu
kahramanı kendi olan
3.
makinemin tuşları izmir deyince
imbat eser eski sokaklarda
deniz hamamlarının serinliğiyle gelir
saçlarından gün ışığı süzülen kızlar
ıhlamurlar ah çeker
hatmiler
daha derin kokar akşamüstleri
öykülerinin üzerine çapraz asar
kurtuluşun
dipçiği sedef kakmalı
patlamaya hazır tüfeğini
arsız sarmaşıklar kaplar
akşamların kum saatinden
akan sessizliğini
şairler anlam dökerler
aşktan karıncalanan namluya
soğusun bütün ateşlerin közü diye
4.
kendini kazar izmir şehri
hücrelerinde dolaşan köstebeklere
fezlekeler düzenler
dağları soruşturur
ağaçlara su verir
kan adar durmadan
göğüs kafesine doldurmak için
yeni aşkların rüzgarlarını
haritası daralır kıyılarda
çizgiler neşeli maviler değil
çürümüş hayallerin üstüne
yanık kokuları serpilir
o susar
cehennemin ağzına döner yüzü
5.
bu şehir deniz giydirir kızların
cahit külebi’den beri
yoksulluk acı bir imgedir
boş tencerelerde
kaynadığı günden beri
her zaman
ve her zaman
sazlıklara vurur tekneleri
biliriz eskiden beri
uzakta turnalar gibi uçak sürüleri
izmir’de iskelelere benzer yaşam
bir çay için oturulan masalarda
gündüzler gecelere boşalır
yıllar yıldızları yakar
gümüş parmaklarından öper
çocukların lekesiz neşesini
uzun uzun bakar
kondulara doğru
acılar sandığına dönen
karanlık körfez
6.
bu şehirde aşkların düdeni
boğar götürür
omzumuza kona kuşu
aylaklığa demir atar
uçarı kalbim
telefonlara çıkmaz
hüznüm tel çeker gece gündüz
beni bekler bu şehirde
beni bekler tuşlarına
tozlar konan makinem
belkahve’de dizginlerini zor tutan
mustafa kemal gibi
Hidayet KARAKUŞ
www.kafiye.net
Gittiğim Yerden Geri Dönemedim
Ölü dağlardan kaçan bulutlar gibi
Günahkar ruhumdan kaçmak istedim.
Kaçtıkça her adım kaderime yaklaştı,
Olanca suçumun üstüne suç kattı.
Ümiden kapıları yüzüme kapandı birer birer,
Gittiğim yerden geri dönemdim.
Düştüm, saplandım günah batagına,
Ne çıkabildim, ne kaybolabildim.
Kimse iteklemedi, kimse çekmedi beni,
Kendi adımımla düştüm narına.
Bir çırpıda yürüdüm kaderimin yolunu,
Seçmeyi benden kim daha iyi bilebilirdi.
Ateşten taşlar üzerinde yürürken bu yürek,
Alevden gölgeler bıraktı ardından gülerek.
Sınır taşlarını kırdı, geriye dönemedi
Sevgisizlik denizde kendine gelemedi..
DENİZ
02.05.2010
www.kafiye.net
Bir Sen Vardın Benden Öte
Dolunay bir gecede yalnızlığı yaşarken ben,
Sen hangi günahkar geceyi yaşıyordun.
Sevdanın yollarında koşarken sensizliğe,
Sen hangi bedende yeniden can buluyordun.
Gönlümün sırça sarayında sana yer yapmıştım,
Kapadım tüm kapılarımı aşkın bilinmezliğine,
Gelen gitti konan göçtü gönül bahçemde,
Kalacak yer bulamadılar viran mekanda,
Bir sen vardın bende, benden öte,
Bir yüreğin bir gözlerin vardı düşümde,
Önce görüntünü aldın, aniden sebepsiz,
Sonra sesin kesildi bilinmezlikler içinde…
Bendeki bu aşk sonsuza dek yaşayacak dedin,
İmkansızlığın yükünü taşıyamaz oldum dedin,
Seninle olamamak beni yavaş yavaş yok ederken,
Ben seni yüreğimde götüreceğim dedin….
DENİZ
26.05.2010
saat23:30
www.kafiye.net
Yüreğimdeki Sızı
Beni sessizce bekleyen odam girerken, Bu oda karanlık, bu oda kimsesiz, Bu odada yalnızlığımı içiyorum bardak bardak… Her şey aynı, her duygu kalıp şeklinde. İçimdeki hayal kırıklığının sesi bile… Yaralarımı onarmaya çalışıyorum. Oysa her merhem sürüşümde beni biraz daha içine çekiyor. Dingin ve masum bir bedende durgun suların, baygın nilüferleri gibiyim…
Hüzün ekerken toprak saksılara, Kasırganın getirdiği kar taneleri gibi duygularım. Düşler sokağındaki kendi yalanlarıma sığınıyorum. Suskunluklar öfkenin uyku zamanlarıdır. Fırtına öncesi dinginlik gibi…
Gittiğim her yere kirli bir hüzün, eksik bir ölüm akıyor. Parlak bir yıldız kayıyor gökyüzünden. Savruluyorum pişmanlıklara… Karalanmış defterler arasına sıkışmış rüya rüyada, dilime dolanıyor sözlerin, gözümde canlanıyor gülüşün. Ne kadarda güzeldi senin aynanda gördüğüm yüzüm…
Yaralı yüreğim şimdi bir külden ibaret. Sislere gömülmüş ormanda kalıyor düşlerim. Saklanan ay ışığı gecelerimde, kolların kendime ait hissettiğim tek ülkemdi. Sen o ülkenin efendisi, ben ise kölesiydim… Benim dünyama istediğin zaman istediğin şekilde girdin, ama beni dünyana sokmadın…
Bir kum fırtınasında, hiçlikte kaybolan var oluşumun duvarlarına çarparken, alacakaranlıkta yüreğime düşen öfkem gibi gözüme mesken tutmuş damlalara dönüştün.
Senden ayrı olduğum zamanlarda, kavurucu özlemini duyuyorum. Sen her aklıma geldiğinde yüreğimde ince bir sızı ve garip bir ürküntü duyuyorum… Ay ışığı parlak değil artık. Ateşe koşan kalpler soğumaya yüz tuttu. Elimde sadece boşluğa akan bir sevgiyi taşıyorum…
Rüzgâra kapılmış kuru yaprak misali, oradan oraya sürüklenip seni kendi dünyamda ararken sen hangi bedende yeniden var oluyordun…
28.12.2010
Deniz
Fatma AVCI
Buzdan Hançer
Yüreğine saplanan ihanet denilen buzdan hançer erise bile,acısı hep kalır. Kanadı kırılmış kuş misali… Her havalanışında eski yaranın acısını hissedersin. Örtersin üstünü, kilitlersin çekmecelere, tavan arasına kaldırırsın eskilerin yanına. Beklenmedik öyle bir zamanda ortaya çıkar ki; kapanmayan irinli bir yara gibi kanamaya başlar. Yüreğin sıkışır, derin sularda vurgun yemiş gibi nefesiz kalırsın…
Kepenkleri paslı mıhlarla çivilenmiş boş bir eve benzersin. Ruhun harabeler içinde kalır. Yalınayak dikenler, taşlar arasında yürürken, derin yaralarla yüreğin avuçlarında beklersin gün doğumunu. Darmadağınık olur yaşamın. Paçavraya dönmüşsündür. Lime lime eline gelir, tuttuğun her parça…
Mutlu olarak yaşadığın onca yıl, siyah beyaz film olur, akar gözlerinin önünden. O, yaşanmış ihtişamlı anlar, altın kâsede sunulsa bile nafile… Sel sonrası oluşan balçık içinde kaybolursun.
Yaşananlara rağmen çınar kadar güçlü olmaya çalışırsın. İçindeki sevgi kırıntılarını toparlayıp birer birer yeniden filizlenirsin mümbit toprağından… Sana sarılarak beslenen, yaşama seninle tutunan sarmaşık dallarını düşünürsün… Bilirsin ki sen yıkıldığın zaman o dallar dağılacaktır. Esen rüzgârlarla oradan oraya savrulacaklardır… Gövdendeki dipsiz kuyuya rağmen sen gene o ihtişamınla, vakurla ve gururla ayakta kalmaya devam edersin…
Zaman her şeyin ilacı olur. Yaşadığın her an bir merhem gibi kabuk bağlatır yaralarına. İyileşmiş gibi görünürsün. Bazen iyileştiğine sen bile inanırsın. Fakat habis bir ur gibi içinde kalır yaşananlar… Ne zaman, nasıl, ne şekilde çıkacağı belli olmayan. Bazen ruhsal bir çöküntü, bazen de arayış yitirdiklerini, başka alanlarda başka mekânlarda…
Bir tülbent örtersin zamana… Yıkıntılardan yeniden inşa etmeye çalıştığın dünyanda, gözün takılır farkında olmadan yosun tutmuş taşlara. Her ne kadar unuttum dese de dilin, beynini resetleyemediğin için silinemeyen bir virüs gibi çıkagelir önüne. Lakin yara, müzmin bir kabuk bağlamıştır kadife teninde. Eskisi kadar acıtmaz canını…
Buğulu cama bir yürek çizersin ve şöyle dersin; ‘’ İhanet kasırgasında rotasız ne ilk, ne de son gemisin sen.’’
30.12.2010
Deniz
Fatma AVCI
www.kafiye.net
İçimde Fırtınalar
Bakın yağmur yağıyor,sanki ağlarcasına.
Damlalar sağa sola,sanki kaçarcasına.
Yüreğimde şimşekler,ateş yakarcasına.
Hıçkırıklar kördüğüm,beni boğarcasına.
Gözlerimdeki yaşlar,yağmurla yarışıyor.
İçimde fırtınalar,durmadan savaşıyor.
Hıçkırıklar feryatlar,bedenimi sarsıyor.
Gözlerin bir ok olmuş,kalbimi parçalıyor.
Yalnızlık yüreğimin,kapısını çalıyor.
Yağmurlar dinsin artık,yüreğim dayanmıyor.
Acılar içindeyim,dinmiyor fırtınalar.
Gözlerimin önünde,canlanıyor anılar.
Reyhan Altaş
www.kafiye.net
SEVDiM TAPARCASINA
Yıldızları topladım saçlarına tac yaptım,
Sevmekle de kalmadım yalnızca sana taptım,
Sevdim taparcasına kalbimi neden yaktın,
Kalbimi alev alev yakmakla da kalmadın,
Kalbimi benden alıp fırlatıp yere attın,
Sevmiyorsan kalbimle neden oyun oynadın.
Suçum günahım neydi bir türlü anlamadım,
Sevdim taparcasına sevgimi hiçe saydın,
İnan benim sevgime hiç layık olamadın,
Sevdim taparcasına hep sitemlerde kaldım,
Dizlerine kapanıp yalnız sana yalvardım,
Sevmiyorsan kalbimle neden oyun oynadın.
REYHAN ALTAŞ
www.kafiye.net
KALBİMDEN SİLDİM SeNİ
Kalbimi kıra kıra açtın içimde yara,
Kalbimden sildim seni senle içim kapkara,
Benim içimde artık oldun kanayan yara,
Kalbimde olmaz yerin deli dolu serserim.
Kalbimden sildim seni bulamazsın o yeri,
Kapattım kapıları almam seni içeri,
İstemiyorum artık ne aşkını ne seni,
Kalbimde olmaz yerin deli dolu serserim.
Yanıp tutuşan kalbim bak senin şaheserin,
Unuttum artık seni desemde yaram derin,
Kapandı gönül kapım giremezsin içeri,
Kalbimde olmaz yerin deli dolu serserim.
Sen çıktıkça karşıma oldum kanayan yara,
Kandıramazsın beni kanmam yalanlarına,
Yanıp tutuştu kalbim külleride yadigar,
Kalbimde olmaz yerin deli dolu serserim.
ŞARKI SÖZÜ OLARAK YAZILMIŞTIR.
REYHAN ALTAŞ
www.kafiye.net