Kategoriler

Arşivler


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Rabia Saylam TAŞDEMİR

ALLAHIM

ALLAHIM

Gizli akan sellerimi
Silenim olmaz ALAHIM
Senden başka hallerimi
Bilenim olmaz ALLAHIM

Daim ismin okuduğum
Yüreğime dokuduğum
Bübül gibi şakıdığım
Bilenim olmaz ALLAHIM

Uğruna pervane olsam
Aşkından divane olsam
Yana yana sana gelsem
Bilenim olmaz ALLAHIM

Sonsuz nurlarına dalsam
Mecnun olup çölde kalsam
Susuz güller gibi solsam
Bilenim olmaz ALLAHIM

Senden ayrı koyma beni
Sevdan ile yak bu teni
Yoluna versem bu canı
Bilenim olmaz ALLAHIM

Rabia Taşdemir 21/02/2012
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Rabia Saylam TAŞDEMİR

SENCE

SENCE

İçimde bıraktın derin bir acı
Nasılsın diyorsun nasılım sence
Kalbime sapladın tarifsiz sancı
Nasılsın diyorsun nasılım sence

Bilsen sensiz kara yasa büründüm
Avare yaşadım yerde süründüm
İçiim kan ağlarken güler göründüm
Nasılsın diyorsun nasılım sence

Derunimde sızı gözlerim nemli
Ben beni ararken kayboldum belli
Selamların etmez oldu teselli
Nasılsın diyorsun nasılım sence

Canım dediklerim çaldılar taşa
Yarden geldi ağır darbeler başa
Yolun açık olsun git mutlu yaşa
Nasılsın diyorsun nasılım sence

Bana yaklaşırken neydi niyetin
İndirdiğin darbe vurdu pek çetin
Bumu rabiaya sonsuz sempatin
Nasılsın diyorsun nasılım sence

Rabia Taşdemir 10/01 2010
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Hüsnü DÖNMEZER

KARŞILIKSIZ SEVDA


KARŞILIKSIZ SEVDA

Bir kara katran gibi yapıştı yüreğime özlemin
Yolları bitirip geldim de
Yüreğine giremedim bir türlü senin
Kimleri yakmadım ki cayır cayır
Kimlerin yüreğine girmedim ki davetsiz
Bir seni yakamadım ateşimle
Beni yaktığın gibi öyle
Hadi gel al hançeri eline
Vur vurabildiğince yüreğimin üstüne
vur
Kanım bile akmaz
Sen vurduktan sonra
Bu yürek yanıp tutuşsa da artık
Bir başkası için
Sana attığı gibi atmaz

Yollarına gül döktüm kırmızı halılar serip
istemedin
Dağları deldim senin uğruna
Ferhat gibi yorulmadan
istemedin
Sana tepelerden kır çiçekleri topladım
Sevgi yüklü kervanlarla geldim kapına
istemedin
Tereddütlerine arka çıktım
istemedin
Sevdim istemedin
Yandım istemedin
Ayaklarına kapandım istemedin
Eğer bir ateşse bu sevda senin yanında
Al eline o ateşi
Yak yakabildiğin kadar
Külüm bile kalmaz
Ama bu gönül bundan sonra
Bir başkasına öyle
Sana baktığı gibi bakmaz

Sen benimleyken ağlamazdım öksüzler gibi
Sen benimleyken içlenmezdim karanlıklara
Sitemle bakmazdım
otobüs duraklarına
Ayrılığı umursamazdım
Kızanlara küsmez
Hıçkıranlara acımazdım
Aklım fırlamazdı yerinden
Böyle çıldırmazdım kederimden
Al sevdanı gönlümden derken
Böyle yanmazdı yüreğim
Sence bir daracıysa bu sevda
As beni acımadan
Çek ipimi ellerinle
Kılım bile kıpırdamaz
Gık bile demez yüreğim
Ama
Yanar dururum için için
Uçup giden bu sevdanın ardından
Kapanmaz
Kapanmaz
kapanmaz
İnan ki kapanmaz
Açık gider gözlerim.

Hüsnü Sönmezer 24.haziran.2013
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Hatice Eğilmez KAYA

Su Rengi Bir Şapka

Su Rengi Bir Şapka
(Hatice Eğilmez Kaya)

Bir şapkam var benim su rengi…

Nereden aldım ben bu şapkayı? Bilemem. Belki en yakın semt pazarından, belki Kapalı Çarşı’dan, belki Kemeraltı’ndan, belki Halep’ten, belki Şam’dan, belki Kaf Dağı’nın ardındaki Olmayan Ülke’nin hiç kurulmamış pazarından, belki de Yunus’un da vaktiyle dolandığı, ona “Aşk pazarıdır bu canlar satılır/ Satarım canımı kimseler almaz” dedirten bir mübarek pazardan. O pazar ki dünya malı satılmaz orada. Can verilip aşk alınır tezgâhlarında.

Ne zaman aldım peki ya ben bu güzeller güzeli fakat bir o kadar da çileli şapkayı? Onu da bilemem. Belki dün, belki bugün, belki yarın, belki küçük bir çocukken, belki aklım hakikate erdiğinde, belki gönül gözüm batın olanı gördüğünde, belki de Kalu Bela’da…

Kim sattı bana bu şapkayı? Ne gariptir ki kimden aldığımı da hatırlamıyorum ne kadar çok sevmiş ve benimsemiş olsam da onu… Belki herkesten, belki hiç kimseden, belki Dost’tan, belki düşmandan, belki tanımadığım bir tüccardan, belki kapımın önüne kadar gelen bir pazarlamacıdan, belki de kendimden…

Tarafımdan nasıl, ne kadara alındı bu şapka? Ucuz mu yoksa pahalı mı dersiniz. Ne verildi onun karşılığında? Nelerden vazgeçilip nelere müptela olundu uğruna? Bedava olmadığı kesin bu yükte hafif pahada ağır şapkanın.

Bedava deyince aklıma geldi. Söylemek lazım… Kır çiçekleri bedavadır mesela. Onlara sahip olmak için para pul vermezsiniz hiç kimseye. Kokuları ve renkleri eşsizdir onların yine de. Nevi şahsına münhasır yaratıklardır kendileri. Kolayca ulaşamazsınız onlara üstelik. Mutlaka yurtlarını bulmanız, ayaklarına kadar gitmeniz gerekir “Mısır’a sultan” bile olsanız. Beni en çok hüzünlendirenleri taş blokların arasında, cümle yapaylığın rağmına bitiverenleridir. Hem talihsizdir onlar teknolojinin ve sanayinin ortasında yapayalnız, boynu bükük kaldıkları için… Hem de onurludur atalarını bütün asaletleriyle eski yurtlarında temsil ettikleri için… Bu diyardan o diyara gezinen aklım kır çiçeklerine kondu nedense… Ah nedense…

Sözün demini kaçırmadan özüne dönmek gerek. Neye veya nelere mal olmuştu benim saydam şapkam? Tabii ki tamamen kişisel –belki de hakikatte evrensel- bir cevabı var bu sorunun. Toz pembe, uçuk ve de ütopik hayaller kurma yeteneğime, vara yoğa gülebilme melekeme, kırıldığımda sulu sepken ağlama hâlime, gevezeliklerime, söylenen her söze kanabilmeme, unutuşlarıma, hatırlamalarıma, boş vermelerime, önemsemelerime, alınganlıklarıma, surat asmalarıma, bayram sevinçlerime, yeni bir pabuç alındığındaki neşeme, oyuncak bebeğimi kaybettiğimdeki hüznüme, sokağa “yıltıklı pıtlıklı” kıyafetlerle çıkmamak taleplerime, okuldaki olup biteni anlatma gayretime… ve nicelerine mal olduğu kesin. İşte bu yüzden çok kıymetli…

En yakın arkadaşlarımdan birisi, bir kişisel gelişim seminerine katılmış. Orada altı renk şapkadan söz edilmiş. Pek hoşuna gitmiş arkadaşımın, duygularını renkli şapkalar aracılığıyla anlatabilme kolaylığına sahip olmak. Bu soyut şapkaların her birinden birer tane satın almış kendisine. O günkü ruh hâline hangisi uyarsa onu takıyormuş artık. Siyah şapkayı mutsuz ve umutsuz günlerinde, beyaz şapkayı mutluyken, mavi şapkayı serinkanlı davranması gereken zamanlarda, yeşil şapkayı yeni ve yaratıcı fikirlere açık olduğunda, sarı şapkayı iyimser ve umutluyken, kırmızı şapkayı da herhangi birine öfkelendiğinde –ki aslında en çok kendimize öfkelenmeliyiz- takıyormuş.

Arkadaşım birbirinden renkli şapkalarını anlatırken bir de baktım benim de başımda bir şapka var. Fakat o; her renkten azade, yani su rengi. Arkadaşıma dönüp “Benim tek şapkam var. Bilirsin her şeyde olduğu gibi eşyada da çokluğu sevmem. Tek şapka yetiyor bana” dedim. Arkadaşım şapkamın rengini merak etti, söyledim: “Benim şapkam ne şarap, ne deniz, ne güneş, ne toprak, ne yaprak, ne de ateş rengi. Düpedüz su rengi…” dedim. Bu sefer de anlamını sordu su renkli; daha doğrusu rengi olmayan, saydam şapkamın. Uzun bir serencamı vardı onun. Tek bir cümlede özetledim. “Bu da geçer ya Hu!” deyiverdim. Arkadaşım her zaman muzip bulduğu dostuna güldü. Ben de güldüm kendi halime.

Su renksizdir, kokusuzdur, anlamına vakıf olanlar için pek kıymetlidir. Temizliğin simgesidir. Hem içte hem de dışta… İman suya benzetilir, hayâ yani utanma hissi de. Bilirsiniz ki: “Hayâ imandan gelir.” Atalarımız en çok imanı ve utanma hissi olmayanlardan korkarlardı, tabii ki biz de… Sevgili Peygamberimiz gerçek mümini tanımlarken “Mümin insanların canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir” der. O’na uyup yaşayanlardan korkmamayı da öğretir bizlere suya olan güvenimiz. Benim şapkam da tıpkı su gibi renksiz, kokusuz ve dahi kıymetli… Fakat ille de sahibi zararsız olmalı. Dövene elsiz, sövene dilsiz kalabilmeli. Kırılacak bir gönle “Benim değilsin” diyebilmeli. Kısacası ‘çıt kırılamamalı.’

Şapkam su renginde… Fakat aslı sudan değil, olamaz zaten. Meyli toprağa, bu yüzden sudan olsaydı dökülüverirdi yere, ne kadar yerini beğense de duramazdı baş üstünde. Aynı saydamlıkta başka ne var? Cam, camın asil hâli kristal, bir de evlere ziyan plastik… Cam değil, lükse olan karşı durmaklığımdan kristal hiç değil. Plastikle, başka bir deyişle naylonla işim olmaz. Gerçi naylon bebekle az oynamadık, melamin tabakta az yemek yemedik zamanında. Soyut demiştik ya biz bu şapkaya. Aslının bilindik bir madenden olmadığı kesin. Nesline gelince araştırmak gerek.

Her gün aynı şapkayı takmak sıkıcı gelebilir bazılarına. Bana hiç öyle gelmedi. Hem canım insanın gönlü, başındaki şapkayla eylenmez ki… İç dünyası siyah beyaz olan bir kişi, rengârenk şapkalar taksa, çeşit çeşit giysiler giyse ne yazar! Gözünde ‘at gözlüğü’, kalbinde onlarca vesvese, kafanda sayısız hainlikle dolaşmaktansa; kimsenin görmediği, manevî hatta bir yönüyle uhrevî bir şapka takmak daha yeğdir bana kalırsa.

Saydam bir şapka sahibi olmak hafif çakır keyif kılıyor insanı. Ayakların dolanacak kadar sarhoş değil, hafif çakırkeyif… Gülüp geçiyorsun mesela, başkaları tarafından önemsenen mevzulara. Bununla birlikte tatlı tatlı sevinmek de gelmiyor içinden öyle her şeye. Kalabalık sıkıyor, yalnızlık fazlaca rahatsız etmiyor seni. Çarşıda pazarda salına salına gezmek, “Onu da alayım, bunu da alayım” demek hak getire… Herkesin sohbetini “başın götürmüyor” üstelik. Kendine şöyle “Ben söylesem o dinlese, o söylese ben dinlesem” nevinden bir yaren arıyorsun. Karşılıklı birer kahve içip, başkalarının değil kendi hâllerinizin merakına düşüp; sadece kendinizi terennüm etmek, etliden sütlüden ferah olmak ne güzel! Belki de asıl salâh bunda gizli… Elbette yapabilirsek.

Renkten ve her türlü sınıflandırmadan kurtulmuş bir şapka takmak yaşımızla veya edindiğimiz tecrübelerle ilgili olabileceği gibi, tamamen yaratılıştan getirilen birtakım özelliklere de bağlı olabilir. Bu tercihin büyümek, olgunlaşmak, pişmek hatta yanmaktan kaynaklandığı tezi şiddetle iddia da edilebilir. Bana gelince benim su rengi bir şapka edinmemin nedeni heybemdeki yıllar olsa gerek, diyeceğim. Diyemiyorum. Aklıma Nasreddin Hoca’nın çok sevdiğim bir fıkrası geliyor zira. Nasreddin Hoca eşeğe binmeye çalışıyor, bir iki başarısız denemenin ardından yüksek sesle: “Ah Nasreddin ah” diyor. “Sen gençken böyle miydin?” Sonra mahcup bir edayla etrafına bakıp alçak bir sesle, kendisine hitaben şöyle diyor: “Sus Nasreddin sus. Ben senin gençliğini de bilirim.”

Dünyaya gül gelen solmada çareyi buluyor, sağ gelen ölmede. Ben de hem kendimle hem de âlemle uğraşmaktansa su rengi bir şapka icat etmede buldum çareyi. Öyleyse yaşasın şu benim adını anmasaydım hiç kimsenin asla fark edemeyeceği, şimdi bir parça meşhur olan şapkam! Ona sesleniyorum sadece, başkası sakın ha duymasın: “İyi ki varsın!”

Hatice Eğilmez KAYA
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Afet İnce KIRAT

EFSANE KADIN


EFSANE KADIN

Bir baktın bir kaçtın aldın aklımı
Adın mı şıpsevdi efsane kadın
Kayboldu hayalin yok mu saklı mı?
Neredesin şimdi efsane kadın?

Önümde hüsranın adresi açık
Gök üstüme çöktü dünyam daracık
Kan damlar ağzımdan derim kızılcık
Gel artık ivedi efsane kadın.

Acaba kim kırdı sevda çarkını
Unutmam mümkün mü beni terkini
Nasıl kabul etsem gama garkını
İşmar eyle haydi efsane kadın.

Sensiz gecelerde alamam nefes
Zaten biliyorsun söylemem abes
Seni hatırlatır duyduğum her ses
Bekleme gel şimdi efsane kadın.

Elimden kaptılar nazlı gülümü
Hak etmez mi artık Kırat ölümü
Bilmez diri midir yoksa ölü mü?
Benden alan kimdi efsane kadın?

Afet Kırat
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Hüsnü DÖNMEZER

NİSAN YAĞMURU


NİSAN YAĞMURU

Güneş yüreğine sarmaladı aşkını
Bulutun karasını kovdu
Buz dağlarını eritti ince ince
Getirip okyanusun ekvatoruna koydu
Canlandı gönüllerdeki bahçe
Her cemrenin gelişinde
Yerde çiçek bozuntusu
Havada soğuk durdu
Birleşti bulutlar birbirine overlok çekilerek
Bir ferah rüzgar savurdu
Yer gök sevindi
Güldü toprak
Her yer yemyeşil oldu
Bakın yüreğimize şimdi
Bu güzel nisan fışkınlarıyla
Usuldan usula
Renk cümbüşleri çalınırken
Bahar sevdası doldu

Hüsnü Sönmezer 07.nisan.2014
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Sevim Çiçek KARADENİZ

VURUN ŞU ÖZLEMLERİ


VURUN ŞU ÖZLEMLERİ

Özlem, …. Ağıtlarını kimsenin göremediği içten içe bir ağlayis, yada O, yârdan ayrı gurbette yaşayış …Ve hasret dolu, Himalayalar’ın dağ zirvesine sahip yücelikte bir arzulayış..…Ama özünde canları közleyen mağmaları barındıran beş harf iki hece bir sözcük.. Yüreğimizin yağlarını eriten bizi yoğurup, şekillendiren, aşk fırınında pişirip, olgun insan yapan bir işlemin, acı veren, ama olgunlaştıran sürecinin adı..

Bir döngü özlem. Kış bahara, yağmurlar rüzgarlara, rüzgarlar bulutlara, bulutlar yağmur damlalarına ,Topraklar sulara biz ise sevdiklerimize hasret.

Özlemlerin hası sevdiklerimizin gül cemâlinde gizlenen , ötelerden, taaa ötelerden kudret bakışlarını cilveleriyle kırparken, şahdamarımızda atıp duran gerçek özlemimiz olan Özlemleri Yaratan’a hasretiz biz aslında… .O’nun cilvesiyle her bir özlem , yepyeni özlemlere gebe..Yaşam sandallarımızda asılmışız küreklere , içimize yuva yapmış özlem kuşlarının yanık ötüşleri, dudaklarımızı yırtarcasına derin “ooff” çekişlerimize karışırken, özlenmek ve özlemek ikileminde, efkâr ummânında akar gideriz.

Ama ne var ki en çok özlediklerimizden visâl haberi alsak, geciktiririz bazen kavuşmaları. Kaçamak “gel” çağrılarımız, nedense ağzımızdan çıkan yarım yamalak yinelemelerdir. Biliriz ki kavuşmalar, özlem duygumuzu köreltecek, özlem bittiğinde hep bir yanımız eksik kalacak. Bu nedenle en çok özlediklerimiz ,hiç kavuşamayacak olduklarımız..

Eyy özlem..Herkesin koynuna cilveyle girip, çıkarsın da, bir tek bana mı hoyratça yârenlik edersin. Niye nefes aldırmaz sadece yutkundurursun sen..Yastığı başıma koyduğumda duvarla gözüm arasındaki beş adımlık mesâfeemm… Ey özlemim visallerin son nefesimde mi saklı senin.. Özlediğim o ses ,ötelerde cennet bahçesinde mi yankılanacak “geldiimm ” nidâsıyla… .Cennet güneşinin şavkı gözlerine ne zaman vuracak..? O bir çift sevecen bakışlar, hasretinle üşüyen yüreğimi ne zaman ısıtacak.?

Ahh şu gitmeler…Nice gönüllerden, nice iç çekişlerine, nice hıçkırıklara sürülmeler….Gitme vaktinin acı sirenleri çaldıysa, kim tutabilir ki gidenleri..Umutsuz elvedâlar asılı kalır buruk tebessümlerle yüreklerde..Geçiyordum, uğradım dercesine , canda canânın son bûselerinin dudak payı kalırcasına… Başlar artık iki kişilik düşünceler..Gel de soluklan hadi , gel de ciğerlerin bir nefeslik sigaradan payını almasın şu bir bir göz kırpımlık dünyada.. Şimdi ne söylesem ,ne yapsam, nasıl dayansam aah özlemlerim sana , gülümseyerek mi, yoksa ölümseyerek mi ?

Söyleyin eczâcılar, özlemek illetine devâ olan olan bir ilaç var mı.? Hangi ilaç dermân olur özlem yarasına.?
Ahh kesip alsalar hekimler şu illeti kökünden kazıyıp…

Yaşam özlemsiz, özlem sevgisiz, sevgi sevgilisiz olmaz… Yüce Kanun Koyucu böyle takdîr etmiş. Ve bu buruk duyguyu kullarının gönüllerine yüklemiş. Kaçışımız yok, bir yandan kavuşurken sevdiklerimize, bir de bakarız içinde yakıcı özlemler barındıran elvedalar demişiz..

İşte böyle…:/ İnanoğlu ,yürekleri katıksız hüzünlerinin, özlemlerinin, sevdalarının, bazen sevinçlerinin hüzne dönüşen kavurucu lodoslaıyla savrulur gider . Şu uçsuz, bucaksız hayat ummânının, yutmaya hazır dev dalgalarına rağmen, uzaklardaki sevdiklerimize kavuşmak için tüm gücümüzle çabalarken, attğımz hasret kulaçlarımızla yorgun düşer kollarımız…Dar hücrelere, zor dönemeçlere sokar bizi özlemlerimiz ahh özlemlerimiz…

Amaa
şu var ki ,eğer beklenen dönecekse özlem ne güzel …. Özlüyorsa eğer özlenen, özlem çookk güzeel….

Sevim Çiçek Karadeniz
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Sevim Çiçek KARADENİZ

SEN YOKSUN SEVGİLİM OLAY BİTMİŞTİR


SEN YOKSUN SEVGİLİM OLAY BİTMİŞTİR

Sensiz şu baharlar gelirse gelsin.
Nisan bin edayla gülerse gülsün.
Cemreler toprağa havaya suya,
İsterse bin kere düşerse düşsün.

Sen yoksun sevgilim olay bitmiştir .
Canım aşk oduna yanıp gitmiştir.

Gecelere vurdum avazlarımı.
Arşa salıverdim niyazlarımı.
Ne haber var senden, ne de bir selam.
Zifir gözlerinle sar alazlarımı.

Uzaksın sevgilim olay bitmiştir.
Aşkım efkârına banıp gitmiştir.

Bilmem visal kuşu ne zaman öter.
Şu zalim özlem ne zaman biter.
Allahım yeşil çal kara yazgıma.
Canıma tak etti sensizlik yeter.

Firaksın sevgilim olay bitmiştir.
Sevo nârı nûr sanıp gitmiştir.

Sen yokken geçmez ki solumda ağrı.
Gönlümde akseder bin kere çağrı.
Visalime çelme takma be kader.
Tüketme umudumu yakma şu bağrı.

Beklettin sevgilim olay bitmiştir.
Şu can sözlerine kanıp gitmiştir.

Birsen özlendin unutma bunu.
Gönlüme giydirdin bin gussa donu.
Her daim kor ateş içimde sevdan,
Tanrım visâl olsun bu aşkın sonu.

Çaresizim yarim olay bitmiştir.
Sevo şu çöllerde yanıp gitmiştir.

Sevim Çiçek Karadeniz
5.4.2014
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

TÜRKLÜK


TÜRKLÜK

Türklük var olmak onurla yaşamak demektir
Türklügün varlıgını var oluşunu
Tüm dünyaya haykırmaktır
Doğanın dengesinde
Her çelişkide
Kapitalizme
Emperalizime
Tüm egemen sınıfa
Bir direniştir Türklük
Cesurluk demektir
500sene boyunca tüm dünyaya
Türklüğün varoluşunu
Haykırmak demektir
Türklük görmiyenleri görendir
Yazmıyanları yazdırandır
Ortaya çıkmayıp kenarda
Duranlara korkusuzca
Bir sestir
Türklük demek başı her zaman
Dik tutmaktır
Türklük demek yığıtlıktir
Türklük her zaman korkusuzca
Direnip canı pahasınada olsa
Hakkını aramayı bilmektir
Türklük varlığı ile yokluğu ile
Korkusuzca tüm acıları
İle birlıkte
Her zaman doğruluk için
Cesurca savaşını gösterendir
Cünkü türklükte korku denilen
Bir şey yoktur her zaman
Başı diktir
Çünkü türkler kendini dünyaa
Cesur Türkler dıye adından söz ettırendir
Hakikaten tüm dünyda Türkler mertligi
Ve cesurluğu ile anılandır
Çünkü Türklügün simgesi
Cesur Türklerdir

Zülfiye Dönmez
www.kafiye.net


Tarih 12 Nis 2014 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

KADER BIRAKMAZ PEŞİMİZİ


KADER BIRAKMAZ PEŞİMİZİ

Bır güneşli mayıs sabahıydı
Seninle tanışmamız
Gönlüm hiç bitmiyecek
Sandıgım sevgi ve
Mutlulukla coşmuştu
İşte böyle bir güzel
Güneşli günde
Gö göze geldik biz seninle
Mutluluktan kalbim
Sanki bir kuş gibi
Kanatlanıp uçacak
Sanmıştım
Bu mutluluk hiç bıtmesin
Hep sürsün istedim
Bu güzel ruyadan
Hiç uyanmak istemedim
Amma kader ya
Alnıma yazılmış birkere
Ne yaparsan yap
Kötü kader bırakmaz ki
İzimizi
Hep takip eder bizi
Yine bir mayıs sabahıdı
Seninle
Buruk bır şekılde buluşup
Vedalaşmamız
O acı günü hiç unutmam
Boyunlarımız büküldü
Kalblerimiz küstü
Tüm hayallerimiz yıkıldı
Gülmedi kader yüzümüze
Bırakmadı peşimizi
Biz nekadar dirensekte
Yine ayırdı ikimizi

Zülfiye Dönmez
www.kafiye.net