Kategoriler

Arşivler


Tarih 20 May 2014 Kategori: Harun YILDIRIM

SİTEM MEKTUBU-2


SİTEM MEKTUBU-2

Dökülüyor kaleminden ağlayarak yazdım bu gün,
Bir resmin vardı masamda, kaldırdım bu günden sonra
Kadehlerde saklanmış o gizli sırrı çözdüm bu gün,
Aşk dolu hüzzam bir şarkı çalmayı öğrettin bana.

Beni böylece perişan ettiğine değer miydi?
Ben var iken başkasına gittiğine değer miydi?
Bir pul gibi üç kuruşa sattığına değer miydi?
Yaşarken yalan dünyada ölmeyi öğrettin bana!

Çok mutluyum desem seni kandıramam yalan olur,
Bir teselli vermek için ayda yılda gelen olur,
Sakladım tüm acıları görünce bir bilen olur,
Sigaram ile baş başa kalmayı öğrettin bana!

Dilimde bin bir feryat olmadı hiç bunu duyan,
Sanadır bunca sitemim dilimdeki bunca beyan,
Bu günlerde geçecektir dayan ey yüreğim dayan,
Hicran gölünde deryaya dalmayı öğrettin bana.

Sen farkında değil misin feleğe takılı ağın?
Tüm sütunları kırıldı yaslandığım koca dağın!
Bir daha sakın arama kalmadı gönlümde bağın!
Sabır daki selameti; bilmeyi öğrettin bana.

Her gece rüyalarıma süslenip de gelme sakın!
Hayalimde seveyim sen görme bunu bilme sakın!
Verdiğin umutları çok görüp alıp çalma sakın!
Bom boş hayaller kurup da gülmeyi öğrettin bana.

Utanmaz mısın çektirdin kahrından bin bir cefanı,
Ettiklerine karşılık hiç göstermedin vefanı,
Ben kahrını çeker iken eller mi sürdü sefanı,
Kadehlerde bir teselli bulmayı öğrettin bana.

HARUN YILDIRIM
www.kafiye.net


Tarih 20 May 2014 Kategori: Nilüfer SARP

UNUTULMASIN


UNUTULMASIN

Günlerden onüç mayıs kömürden daha kara
Yüreklerde açıldı kapanmayan bin yara
Gücü olan kurarken halka rağmen tiranlık
Hakk mazlumu koruya yaralarını sara

Düştü üçyüz haneye hiç sönmeyen bir ateş
Yüreği kan ağlarken ana baba evlat eş 
Nasır tutan kalpleri tünel kadar karanlık 
Olanlara; ALLAH’ım göstermesin hiç güneş

Yalnız Soma’da değil Türkiye’mde yangın var
Yetim bebeler halâ babam der yola bakar
Unutulmasın o gün öfke olmasın anlık
Öyle koyu acı ki bir ömür yürek yakar

Mazide yaşanılmaz geleceğe aç kucak 
Bundan sonra sönmesin dilerim hiç bir ocak
Kimseler yaşamasın zerre kadar pişmanlık
Sevgiden uzaklaşıp kaçmasın köşe bucak

Nerede şehit baban hani nerede deden
Girilmeden kabire toprak olmadan beden
Hem dünya hem ahreti etmeyerek viranlık
Hesaba çek nefsini bunca hırs söyle neden

NİLÜFER SARP
19.MAYIS.2014
www.kafiye.net


Tarih 19 May 2014 Kategori: Ülkü DUYSAK

BAK


BAK

Bir kilit ki anahtarı bendedir.
Bir kilit ki her bir gizi sendedir.
Bir kilit ki yerden ayrı yerdedir.
Aç deyince açılır mı sanırsın?
Dön kendine içindeki sana bak…

Ok gerilir kollarında yayların.
Hesap bilmez deli akan çayların.
Hırçınlaşıp şaha kalkan tayların,
Gem vurunca duracak mı sanırsın?
Yelelerde alev almış şala bak!

Çekirdeğe koca dünya sığdıran,
Gece gündüz yeri göğü döndüren,
Sen uyurken âlemleri yürüten,
“Hu” deyince yetecek mi sanırsın?
Dön içine, içindeki cana bak!

Kimsede yok bu dünyanın tapusu.
Bil ki ecri taşır Allah korkusu.
Ateştendir inan benlik duygusu.
Gök kubbeyi saf örtü mü sanırsın?
Çık dışına, dışındaki hâle bak!

Başımızda altından taç olsa da,
Yatağımız gümüşten taht olsa da,
Dünya malı yeri göğü tutsa da, 
Sen toprağı çağırmaz mı sanırsın?
El üstünde giden batık sala bak!
Ülkü Duysak
www.kafiye.net


Tarih 19 May 2014 Kategori: Harun YILDIRIM

KORKUYORUM


KORKUYORUM

Beynimin pazarında bozulursa tartılar
Dünyanın çamuruna batmaktan korkuyorum
Özgürlüğü getirin bana beyaz martılar
Sonsuzluga bir adım atmaktan korkuyorum

Nasıl hasret bir bilsen karanlık ışımaya
Kandiller talip olmuş güneşi taşımaya
Yıldızlar razı değil gündüzle yaşamaya
Hayatı düğümleyip yutmaktan korkuyorum

Terzi elinde makas bedenime bakıyor
Bak mezarcı tabuta iki çivi çakıyor
Azraili görünce ruhum tövbe çekiyor
Karanlık bir çukura yatmaktan korkuyorum

Petekleri görünce arılar sanmış kovan
Çırpındıkça yükseldi baktım koca bir tavan
Gezme üstümde gafil en son burası yuvan
Haykırıp mezarcıya çatmaktan korkuyorum

Yorgun ayaklarıma takılan kurnaz çakıl
Sen değilsin mimarım benim önümden çekil
Hangi ressamlar çizer yedi alem bir şekil
Kalem kör kandil amma , tutmaktan korkuyorum

Penceresiz bir çukur ağaçla süslü odam
Bu bir rüya olamaz üstümde koca bir dam
Gaipten bir ses duydum uyan gayri be adam
Heybem ile imansız gitmekten korkuyorum

HARUN YILDIRIM
www.kafiye.net


Tarih 19 May 2014 Kategori: Sevim Çiçek KARADENİZ

ANILAR GÖZLERİMDE TOZ DUMAN


ANILAR GÖZLERİMDE TOZ DUMAN 

Savruluyor anılar gözlerime toz duman .
Hayalimde hep o var, neyleyim halim yaman.
Uzaklarda olsa da, unutmam geçse zaman.
Özledim selamımı götürün O’na kuşlar. 

Kalemim tek yârimdi , nerden girdi kanıma.
Beni benden aldı da, od tıkadı canıma..
Öyle hançer vurdu ki, hasreti sol yanıma.
Beklediğim o yari, getirin bana kuşlar. 

Lutfetse Bir Allah’ım ölmeden onu görsem.
Şol ala gözlerinden, bir kez nigâha ersem.
O tûbâ kollarında, son nefesimi versem.
Yollar eman vermiyor, uçurun O’na kuşlar. 

Unutsa bir kalemde, çizse de unutamam.
Ahdime vefalıyım, onu söküp atamam.
Bir tadım mavi düşe, asla onu satamam.
İçimdeki sitemi götürün yâre kuşlar. 

Ey kader yâre değil, sanadır şikâyetim. 
Ne desem hep hasretle, yazımış hikâyetim.
Dilerim visâl ile sonlansın nihâyetim.
Rabbime niyazımı yetirin uçan kuşlar.

Yatağına sığmayan nehirler gibi taşsam. 
İçimde sessiz çığlık , bendimi nasıl aşsam.
Uzaktaki o yâre, bilmem nasıl ulaşsam.
Şu derdime bir derman deyiverin ey kuşlar. 

Sevo Can Çiçek
13.5.2014  / 16:54
www.kafiye.net


Tarih 19 May 2014 Kategori: Onur BİLGE

BAŞARININ SIRRI

BAŞARININ SIRRI

Gölde heyecan verici manzaranın nihayetlenmesiyle birbirimizle ilgilenmeye başladık. Çayımız demlenedursun, oradan buradan konuşmaya başladık. Laf döndü dolaştı, sevgilisinin hasretiyle gözyaşı döken Akif’e geldi. Babasının hali vakti yerindeydi. Bol para geliyordu. Sevgiliyle de yerdi, içerdi de… İstediği gibi har vurup harman savurabilirdi. Virane’ye dönünce bu konuyu dile getirmeye karar verdik. Yanımızda, onun aksine, örnek bir arkadaşımız vardı. Çok ağır uslu, aklı başında biriydi.
“Aramızda medar-ı iftiharımız var, dede. Hemen hemen her dersten tam not alan… Şurada hiçbir şey yapmıyormuş gibi duran var ya, işte o!” diye tam karşıma düşen arkadaşımızı gösterdim.
“Ya, sen misin Faruk? Aferin sana! Nasıl oluyor bu iş? Başarının sırrı ne? Anlat da arkadaşların da sebeplensin. Önce kendini tanıt, sonra…”dedi, Define.
“Ben de madencileri anlatan bir yazı yazdım, birkaç gün önce. Cebimde. Oradan okusam, daha iyi olur. Sebebi daha iyi anlaşılır, gayretimin. Dinler misiniz?” diyerek, yüzlerimize baktı.
“Tabi ki…” “Daha güzel olur.” “Sen yazılar da yazıyor musun?” “Oku bakalım!” gibi şeyler söyledik.
Ayağa kalktı, pantolonunun cebinden, dörde katlanmış, ezilmiş, kenarları kıvrılmış birkaç defter yaprağı çıkardı ve başladı okumaya:
“Yazımı bir gazeteye göndereceğim. O nedenle yanımda taşıyorum. Ara ara okuyor, hatalarından arındırmaya çalışıyorum. Dinleyin o zaman:
YERALTI FEDAİLERİ
Ben, Karabüklü, maden işçisi bir adamın oğluyum. Bir kenar mahallenin çıkmaz sokağında, dededen kalma iki göz odadan ibaret, bahçeli bir evde otururuz. Benden küçük üç kız bir erkek kardeşim var. Gittikçe ağırlaşan hayat şartlarında kıt kanaat geçiniriz.
Annem; reçel, turşu, tarhana, salça gibi ev yapımı yiyecekler yapar. Boş vakitlerinde yazma oyalar, dantel, kazak, yelek, çorap, patik örer ve bunları pazarlarda satar. Bahçemizdeki birkaç ağacın meyvesine kadar her şeyi para ettirmeye çalışır. Kardeşlerimin ikisi lisede, biri ortaokulda, diğeri de ilkokulu bu yıl bitirdi. Bize para yetiştirmek için sabah ezanından gece yarılarına kadar hiç boş durmaz:
“Babanızın ekmeği yenmez.” der. “Çünkü o, akşama kadar kazma kürek çalışıyor. İnsan kılığından çıktı. Genç yaşta çöktü, zavallım! Öğretmenlerinizi iyi dinleyin. Derslerinize sıkı çalışın. Ümidim sizde… Göreyim sizi! Yüzümüzü kara çıkarmayın! Emeğimizin karşılığını verin! Sizinle gurur duyuyorum.”
Babam madende, yerin yüzlerce metre altında, bizi okutmak için çalışıyor. Bizim oralarda, bir madenci ile yeraltında yük taşıyan bir katırın farkı yoktur. Aynı havasız yerde, aynı gazların, kömür ve toprak parçacıklarının havalandığı, defalarca kullanılmış, havalıktan çıkmış gaz odası ortamında yaşarlar, günlerinin yarısına yakınını. Kirin pisin içinde, aynı yorucu işte çalışırlar. Onlara kimse acımaz, hallerinden haberdar oldukları halde. Kulaklarının üstüne oturur, işverenler.
Elleri yüzleri kara içindedir, oradan çıktıklarında; tanınmaz haldedirler. O kömür tozu sinmiş elleriyle yerler, içerler; kuru katık ne getirdilerse…
Yeraltı fedaileridir onlar. Yeryüzündekilerin mutluluğu, rahat ve konforu için harcarlar varlıklarını. Elleri kolları tutmaz hale gelinceye kadar kazarlar, küreklerler, yüklerler. Çalıştıkça elleri nasır bağlar, omuz ağrıları artar. Kolları yerinden çıkacak gibi olur. Kanadı kırık kuşlara benzerler. Kısa sürede kamburlaşırlar, yorgun ve ağrılı dizlerini bükerek yürürler. Yüzlerce metre derinliğe indiklerinde, kazma kürek ellerine verildiğinde, her yanları acısa, sancısa da çalışmak zorundadırlar. Orada nazlarının geçeceği kimse yoktur. Ortaya birer ömür koyarlar ama karşılığını doğru dürüst alamazlar.
Sarıdır baretleri, benizleri, hastalık sarısı, ölüm sarısı… Kaderleri ise kara, kapkara… Karanlıkların kara elmasını çıkarmaya çalışırlar, pırıl pırıl parlayan sarı güne… Sırtlarından kazanç sağlayanların yaşadıkları parlak günlerin farkında bile değillerdir. Alın terlerinin karşılığı, eh işte, yok sayılmayacak kadardır.
Besmeleyle içeriye doğru ilk adımı atar, canları Allah’a emanet, dışarıdaki işsizlik ordusunu düşündükçe, hallerine şükrederek çalışırlar.
Grizu enselerinde gezer, göçük tepelerinde… Azrail’le inerler derinlere, yedi kat yerin dibine, ölmeden gömerler ömürlerinin kalanını. Alayı öksürüklüdür. İfrazat çıkarırlar ciğerlerinden boyuna, koyu, sarı, gri, yeşilimsi, kahverengimsi, kara… Ciğerleri hep yara…
Karıncalar gibi delikler açarak dalarlar, yerin katmanlarına ve labirentlerde yitirirler sağlıklarını. Kabirler oyarlar, baretlerinin ışığında. Mutlu yarınları gösteremez, ellerindeki fenerleri… Güpegündüz elinde fenerle insan arayan Diyojen gibi, kendilerine sahip çıkacak insan ararlar, her kazmayı vuruşlarında. En azından dürüstlük vardır, sırtlarına binenleri taşımaktan dik duramasalar da, o asil duruşlarında. Sabır imbiğinden geçerler, susarlar, işlerinden olmamak için. Eve ekmek götürebilmek için susarlar. Gururla bakabilmek için eşlerinin, evlatlarının yüzüne.
Onlar, aileleri için kendilerini feda edenlerdir. Çile, eza, cefa adamları… Kaderlerinin kara yazısını, kara kömür tozuyla alın terini yoğurarak, alınlarına işlerler çalıştıkça. Günden güne derinleşir kırışıklıklar, yüzlerinde, alınlarındaki çizgiler derinleşir; derinleşir düşünceler, çocuklar büyürken masraflar büyüdükçe.
Akıllarına getirmezler patlamayı, göçük altında can vermeyi, bizim içimiz bodruma inince dahi daralırken… Bazı insanlar, deprem korkusundan, apartmanların alt katlarında bile oturmaktan kaçınırken, onlar öne atarlar canlarını, kalorifer kazanlarını kaynatmak, konfor ihtiyaçlarını sağlamak için.
Biz yazabilirsek, elimizden geldiğince; bütün zamanlar onların öykülerini okuyacak.
Yolları bitmez, çileleri bitmez… Yol uzun, çile girift… Dert yumak yumak… Dur durak yok, son durak mezara kadar. İşte öyle fedakârca, feragatle çalışırlar, insanlık için, insanlıklarını unutarak, kendilerini yakarcasına.
Dışarıya çıkınca hayret eder olurlar, temiz havaya… ‘Bu var mıymış? Bu kadar da temiz olur muymuş?’ diye ama günden güne daralmaktadır, ciğerlerindeki borular, gözenekler kapanmakta, baloncuklar dolmaktadır; yeterince istifade edemezler.
Derin derin nefes alırlar, bir balonu şişirmeye çalışırcasına. Sanki ilk oksijen dolu hava dolarcasına göğüs kafeslerine… Sanki ilk nefesi alırcasına, yanarcasına ciğerleri…
Başları dik, alınları açık, omuzları çökük, dizleri büküktür. Acımasızlar, birer kamburdur, sırtlarında; hayat, birer acılı lokmadır, boğazlarından geçemeyen, gözlerinden yaş getiren, nefeslerini tıkayan, ölümüne soluksuz bırakan!..
Bazıları, aşk acılarından yakınır, kendilerini sigaraya, içkiye vururken, saatlerce sevgililerinin hasretiyle gözyaşları dökerken; onların, saatler önce gözlerine kaçan kum taneciklerini çıkarmaya çalışırlarken, ellerinin tersiyle ovdukça çizilen, mikroplanan, kızaran, çapaklanan, kan çanağına dönen gözlerinden akan yaşlar, yanaklarından siyah mürekkep olarak süzülmektedir, mürekkep ve kâğıt parası bulabilmek için.
Belki kar vardır dışarıda; karanlığa, karaya inat, bembeyaz… Göz alır, parlaklığı, gözleri kamaşır, bakamazlar. Belki de yaz güneşi yakmaktadır çimenleri, gün ışığı vuracaktır gözbebeklerine, yakacaktır gözlerini. Dayanamazlar ki karanlıklara alıştıktan sonra! İşkence olur onlar için bakamazlar. Baksalar da göremezler güzellikleri. Dallardan sarkan, olgunlaştıkça kızaran meyveleri, fidanlardan gülümseyen albenili gülleri, çiğdemleri, çiçekleri… Onlar, farkında olanlar içindir. Görecek gözleri mi kalmıştır, ağacı, taşı, kuşu, böceği? Ne yapsınlar meyveyi, çiçeği, gülü? Kendileri birer canlı cenaze, ruhları ölü…
Sanki karıncadırlar, kara karıncalar… Yeraltı için yaratılan ve kendi bedenlerinden kat kat ağır yüklerin altından kalkmaya çalışan… Onlar, yerin altına taşırlar bulduklarını, depolarlar, saklarlar; madenciler, yeryüzüne çıkarır, yığar, dağıtırlar.
Patlar mı yaraları, harlanır da iyileşir mi sonra? Onlar da koparlar mı, eritmeye çalıştıkları kocaman dağlardan, çığlar misali büyürler mi? Kapanır mı ellerindeki ayaklarındaki zehir çatlakları, acıları kabuk bağlar mı zamanla? Yoksa bir grizu patlaması, bir göçük sonucunda göçer giderler mi dünyadan, kimseler duymadan, çer çöp misali? Ağlar mı geride kalanları? Eşleri, çocukları? Anaları ağlar mı?”
Faruk, elindeki kâğıdı aşağıya indirdi ve katlamaya başladı. Biz de alkışlamaya başladık. Onun bu yönünü bilmiyorduk. Demek ki onun için asılıyordu derslere. Kaderlerini değiştirebilmek için ve devralmak için geçim derdini, anasının babasının omuzlarından. Yazısını çıkardığı yere koyarken, sadece bakıyorduk. Bir şey diyemedik. Ağır bir hüzün çökmüştü üzerimize.
“Analarının ağladığı doğru da, gerisini bilmem. Allah yardımcıları olsun! Hepinizin, hepimizin yar ve yardımcısı olsun! ‘Hak alınır, verilmez!’ sloganlaşmış bir sözdür. İnsanlardaki de gözdür ama görmek istemedikleri için görmezler. Para babalarının da gözlerini para bürümüştür. O nedenle göremezler. Harika bir yazıydı, evlat! Yazmaya devam et! Olur da birileri duymak ister de duyar.” dedi define.
Çay demlenmişti ama bizde çay içecek hal kalmamıştı.
***

Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 33
www.kafiye.net


Tarih 19 May 2014 Kategori: Sema SEZER

NERDESİN


NERDESİN

Gözlerim boşdadır gönül darda
Hep özlüyorum sen nerelerdesin
Sensiz bu gönül hep kıştadadır
Gurbet gözlüm sen nerelerdesin

Aramızda engel hasretmiş
Benim yerimi başkasımı almış
Selamım bile ortada kalmış
Vuslatı olmayan aşk nerelerdesin

Olurdun baştaçım gönüle ilaç
Bilirsin aşkın bir sana muhtaç
Çıksam yoluna kapılarını aç
Yolunda yorulduğum nerelerdesin

Leyla ile meçnun bilir aşkın rengini
Çöllere düşmeden olurmu aşk ahengi
Kalbin kalbime dokundu olduk aşk seli
Sevgini büyütüyorum nerelerdesin

Bu hasrete yürek dayanmaz
Yansakta çareler bulunmaz
Sitem eder bahar sana kıyamaz
Kalbim sızlar nerelerdesin

Sema  Sezer  (EYLÜL ZAMANI)
www.kafiye.net


Tarih 19 May 2014 Kategori: Sema SEZER

SENİ GÖRMEDEN


SENİ GÖRMEDEN

Seni görmeden,
Umutla bakan gözlerim vardı.
Şimdiyse küf kokan karanlıklar
Kaplar tüm bedenimi

Nakış, nakış işlemeli
Güllerin yaprağına saklanan
Mavi denizlerde beslenen haşin dalgalar gibi
Sil süpür içimdeki yalnızlıkları yok et

Ömür kısa
Duygularımız oyun oynar gibi zamanla
Sabır ellerimizden tutunur sevgilim anla

Birde anlasan
Özlem uzar ben usanmam
Deve döner sensiz bekleyişler
Yüreğime çöreklenmiş kabuslar

Görebilsen beni
Şafağın beslediği karanlıklarda
Yakıçı güneşte titreyip üşüdüğümü
İsyan değil yorgunluk bendeki

Sensizlik kördüğüm yüreğime atılan
Mum ateşine gizledim alevli
Yağmur tanesi buselerimi sessizce
Senin ben kokan odana asarım

Bahar mevsimleri azarken
Tutarım avuçlarımda yeşili
Saatlere kurma sevgimizi
Sancılarım çoğalır dayanılmaz
Leylaca sevgiyle doluyum sana
Çöllerde arayıp el açma
Asilce sevgiyle kalbini aç bana.

SEMA SEZER
www.kafiye.net


Tarih 19 May 2014 Kategori: Selma TÜRKYILMAZ

19 Mayıs ve Atatürk


19 Mayıs ve Atatürk

Kanlarımız çağlıyor,dert yürek dağlıyordu,
Yurt işgal altındayken,al kanlar çağlıyordu,
Halimiz perişandı,ülkem kan ağlıyordu,
Ulu önder Atatürk,halka rehber olunca,
Ruhlarımız can buldu kalbe huzur dolunca.

Yurtsever halkı ile,mücadele vererek,
Kurtardı aziz yurdu,birlikleri dererek,
Ne mutlu Türküm dedi göğüsleri gererek,
Tarihte görülmemiş böyle güzel güne eş,
Vatan diye parlayan Samsun’da doğdu güneş.

Kahraman Atatürk’üm,halkına ışık saçtı,
Yılmadan yıkılmadan,kurtuluş yolu açtı,
Korktu hain düşmanlar,geri bakmadan kaçtı,
Savaştı kahramanca eğmedi Türk başını, 
Ülke huzur bulunca halk sildi gözyaşını.

İndirmedi göklerden dalgalanan bayrağı,
Şehir şehir gezerek koparmadı hiç bağı,
Vermedi düşmanlara mihenk taşı toprağı,
Atam zafer diyerek egemenlik dilerken,
Ufuklara karışıp Samsun’da doğdu erken.

Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gündür bugün,
Taarruz ateşini yaktığı gündür bugün,
Garbın afaklarını yıktığı gündür bugün,
Atam hedef gösterdi yandı gençlik ateşi,
Samsun’da doğan günün var mı dünya da eşi?

SELMA TÜRKYILMAZ
www.kafiye.net


Tarih 19 May 2014 Kategori: Hatice Eğilmez KAYA

Ölüm Var


Ölüm Var

Ölüm ki ortak yurdumuz yapısı teklik sen ben yok
Gölgeler sırdan ışımış canlar var orada kan yok

Topraktan inşa bedenler devrildiğindendir elbet
Hatrımızı taşa çalıp gönül mülkünü yıkan yok

Tenler hava içre bozuldu rengimiz suya dönmüş
Nesep bir hayaldi zaten dava deyip kan döken yok

Dünyanın mesleğidir hakta zalimlik dedikleri
Cümle cürmümüzden gayrı boğazımıza çöken yok

Varlık perdesiz ne hoş mana gerçek hazine imiş
Fena mülkü dağıldı çoktan maddeye de bakan yok
Hatice Eğilmez Kaya (Sonsuzda Kanmak’tan)
www.kafiye.net