Kategoriler

Arşivler


Tarih 22 Ağu 2014 Kategori: Yusuf ASLAN

RIZASIZ LOKMA YEMEK HARAMDIR


RIZASIZ LOKMA YEMEK HARAMDIR

Kaç kere söyledim hiç duymadınmı
Rızasız yediğin lokma haramdır
Yiye yiye(gardaş)hiç doymadınmı
Rızasız yediğin lokma haramdır
Vallahi ahrette halin yamadır

Gayrı üfleyerek içme ayranı
Bak herkes öğrendi her numaranı
Bilmezmisin helal ile haramı
Rızasız yediğin lokma haramdır
Vallahi ahrette halin yamadır

Halimden anlayıp olmuyor haldaş
Ellerde sanır ki bu bize yoldaş
Sana bir nasihat edeyim gardaş
Rızasız yediğin lokma haramdır
Vallahi ahrette halin yamadır

Çokları ah eder birazcık ansa
Düş görür yastığa başını koysa
Yüreğinde biraz vicdanın varsa
Rızasız yediğin lokma haramdır
Vallahi ahrette halin yamadır

Beş alıp yerine iki koydunmu
Yıllar yılı yeyip içtin “doydunmu
Sen hiç bizim Kul Yusufu duydunmu
Rızasız yediğin lokma haramdır
Vallahi ahrette halin yamadır.

Yusuf Aslan
www.kafiye.net


Tarih 22 Ağu 2014 Kategori: Yusuf ASLAN

İSRAİLE İSYAN


İSRAİLE İSYAN

Dört melekten biri yüce İsrafil
Böylesi bir katil devlet varmıdır
Kırk sekizden belli zalim İsrail
Böylesi bir katil devlet varmıdır

Verdiği sözünde durmaz kudurur
Günde binbir kere gazzeyi vurur
Çoluk çocuk demez katledip durur
Böylesi bir katil devlet varmıdır

Bunların yüzünden kopar kıyamet
Bu yüzden hiç kimse görmez hidayet
Şu dünyanın yüz karası bir devlet
Böylesi bir katil devlet varmıdır

Allı sürmeli hamile gelinler
Kursaklarda kaldı bütün sevgiler
Birer birer bomba ile öldüler
Böylesi bir katil devlet varmıdır

Kul Yusuf der bunlar ister öldüre
Böyle çeteleri kimler metede
Avrupanın Hitlerinden ötede
Böylesi bir katil devlet varmıdır.

Yusuf Aslan
www.kafiye.net


Tarih 22 Ağu 2014 Kategori: Yusuf ASLAN

ÖZÜNÜZ ÖZ DEĞİL SİZİN


ÖZÜNÜZ ÖZ DEĞİL SİZİN

Bu nasıl insanlık nedir bu öfke
Demek ki dozunuz doz değil sizin
Kötülük olmasın insan özünde
Demek ki özünüz öz değil sizin

Sanmayın ki hile katılmaz bala
Pekmezinin tadı var diye sanma
Sazdan başka bişey çalmayın amma
Demek ki sazınız saz değil sizin

Düz sanmayın(dostlar)yokuşu bayrı
Hep birlikte olun kalmayın ayrı
Sizin yolda giden gitmiyor gayrı
Demek ki iziniz iz değil sizin

Bir yandan incitip bir yandan över
Bir yandan sevipte bir yandan döver
Bir yandan dost olup bir yandan söver
Demek ki hazzınız haz değil sizin

Bundan kim kazançlı çıktı kar etti
Büyükler her zaman adam ol derdi
Kul Yusuf düşünüp bir karar verdi
Demek ki sözünüz söz değil sizin.

Yusuf Aslan
www.kafiye.net


Tarih 22 Ağu 2014 Kategori: Birkan AKYÜZ

AŞKIMIZSIN TÜRKİYEM

AŞKIMIZSIN TÜRKİYEM


İstanbul Sultanahmet, Edirne Selimiye
Ayasofya sussa da konuş Süleymaniye
Çorum Hattuşaş benim, geçilmez Boğazkale
Bir kültür deryasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Erzurum’ a can katar çiftedir minaresi
Eritirken ruhumu varlığın her zerresi
Denizli’de yükselir, güzel Pamukkale’si
Gönlümün aynasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Divriği Ulu Cami, Sivas Darüşşifası
Karabük, Safranbolu konutun, evin hası
Konya’nın Çumra’sında Çatalhöyük şifası
Gözümün karasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Bursa Ulucamisi, gezilsin Van Kalesi
Madde diyemem sana, sensin mananın sesi
İstanbul Kız Kulesi, Mevlana’nın müzesi
İslam’ın sedasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Yerine koyamadım, ne güneşi ne ayı
Tarihe ışık tutar Dolmabahçe sarayı
İzmir Efes’te sardım Artemis’le yarayı
Kalbimin sevdasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Birinci Justinyen’in Yerebatan Sarnıcı
İshakpaşa Sarayı Türkiye’mizin tacı
Ağrı Doğubeyazıt’ tadır, yeni atıldı harcı
Elimin kınasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Şahadet parmağısın, tekbirlerle yoğrulan
Anmadan geçemem ki adını Eyüp Sultan
Mührünü vurmuşsun da gitmişsin Mimar Sinan
Şehitler anasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Beylerbeyi Sarayı, nezihtir odaları
Varlığına hayranım ah peribacaları
Adıyaman Kâhta’da Nemrut’un nidaları
Ülkümün narasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Aspendos tiyatrosu, bağrındadır Antalya
Van Akdamar, Nevşehir-Göreme- Kapadokya
Gezsen de dünyaları benzeri inan yok ya!
Türklüğün ferdasısın, aşkımızsın Türkiye’m

Birkan AKYÜZ
(( İÇİME GÜL DAMLADI  adlı kitabımdan ))
www.kafiye.net


Tarih 21 Ağu 2014 Kategori: Şeyma AKIN

UMUT


UMUT

Evreni yaşatan yüreğini hazırla sonsuzluğa sakince,
Uçsuz bucaksız bir alemin yolcusu sensin şimdi.
Neşenin şuh kahkahaları doğudan yükselirken,
Ve izinin nöbetini devre hazır evlatlar beklerken,
Geleceğin çatırdayan güzelliği,
Seni korkutmasın.
Yolunda bahar, umutlar tükenmişken
Sade, yeşil nevbahar dile gelen
Görülmemiş ve söylenmemiş bir güzellikle,
Konuklar ve sahnedekilerle.
Artık sesin ulaşsın ta ötelere,
İleride göğe değenler,
Ne ufuksuzluk ne de kimsesizlik.

ŞEYMA AKIN
www.kafiye.net


Tarih 21 Ağu 2014 Kategori: Şeyma AKIN

Ruha Dair


Ruha Dair

Çağlayan ırmağın kenarında,
Gönüller önüne serilen düğün ziyafeti
Ve yaşam nağmelerinin eşliği,
Suyun duruluğu üzerine boylu boyunca uzanmış;
Yeşil kayığın suya düşen aksi.
Doğanın hoş sesini dinleyen ruh,
Anımsıyor biriktirdiklerini
Hafifçe başını öne eğip selam verdi;
Sevinçler, kederler, umutlar, kırgınlıklar…
Dünün izleriyle ne barıştı ne de savaştı.
Affın müjdesini tadarak yaşamı kucaklayan bir ruh
Ne denli huzurluysa
O denli dingin o denli berraktı.
ŞEYMA AKIN
www.kafiye.net


Tarih 20 Ağu 2014 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

GÖZLERİM


GÖZLERİM

Bugün yağmur yağıyor yine,
Saçlarım ıslanacak sinsice,
Gözlerim ıslanacak yağmur ile,
Yağma yağmur şimdi tenime!


Gününü tanımayan olunca,
Ortalığı duman kaplayınca,
Gökyüzünün rengi kararınca,
Yağma yağmur şimdi tenime!

Görebilmek için bütün uğraşılar,
Dostluğu pekiştirmek için çabalar,
Buruklukları çimenler kovalar,
Yağma yağmur şimdi tenime!


Haykırmak istiyorum boşluğa,
Hiç korkmadan daim korkusuzca,
Senin sevginle de yoğrulunca,
Yağma yağmur şimdi tenime!


Özgür olmak sonsuza esintide,
Biraz daha ıslanayım sessizce,
Gözyaşımı yok edeceksen de,
Yağma yağmur şimdi tenime!


İzmir. 07.04.2003
Hüseyin DURMUŞ54
Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 20 Ağu 2014 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

KENDİMİ


KENDİMİ

Gecenin karanlığıydı beni korkutan,
Yaşamın ihanetiydi beni korkutan,
Güzelin kor bakışıydı beni korkutan,
Kendimi teselli ediyorum yaşamda.

 

Duygular anlatılamaz güzellere,
Sevgi hiç söylenemez güzellere,
Güller hiç derlenemez güzellere,
Kendimi teselli ediyorum yaşamda.

 

Veda busesi konunca al yanağa,
Bakmak olur mu yakıcı kor dudağa,
Şimdi ayrılmak olur mu sonsuzluğa,
Kendimi teselli ediyorum yaşamda.


Umudun yok olup tükenen bakışına,
Yaşamın giden acımasız akışına,
Sevgilinin o anlamlı kaş çatışına,
Kendimi teselli ediyorum yaşamda.


Gitme diyemedim servi boylu güzele,
Zülfün teli bağlar diyemedim güzele,
Kalbimin acısını vermedim güzele,
Kendimi teselli ediyorum yaşamda.

Basınsitesi- İzmir 20.10.2004
Hüseyin  DUMRUŞ54
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair  Yazar
www.kafiye.net


Tarih 20 Ağu 2014 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

KADIN HAKLARI


KADIN  HAKLARI

Mikrofonu elimize alıp şimdi sokağa çıksak, önümüze gelen kişilere rast gele sorsak; “Kadın Hakları Hakkında ne biliyorsunuz?” diye, inanın birçok kişi cevap veremeyecektir. Veremeyecektir, çünkü toplumumuzda okuma, araştırma yapanımız yok. Hakkının ne olduğunu araştıran insanlarımız çok az. Ancak konuşmaya geldiğimizde dünyanın bir numaralı bilgini, alimi, hatta devlet adamı oluveririz konuşmalarımızda. Sorduklarımızın bazıları da hemen cevap vermeye başlar ve vermiş olduğu cevaba bazen inanın kendisi bile inanmaz. Onun sesini bir saat sonra ayrı bir yerde dinletseniz konuştuklarına o bile inanamaz. Ne yazık ki toplumumuzda kişi haklarına ve kendi haklarına karşı büyük bir vurdumduymazlık vardır. Hoş gerçi kadınlarımız alınmasınlar ama onlar bile kendi kadın hakları konusunda fazla bir bilgiye sahip değildir.

“ Bu son senelerin inkılap hayatında, hummalı fedakarlıklarla dolu mücadele hayatında, milleti ölümden kurtararak, kurtuluş ve istiklale götüren azim ve faaliyet hayatında, her millet ferdinin çalışması, gayreti, himmeti, fedakarlığı geçmiştir.Bu meyanda en ziyade yücelterek anılmak ve daima şükranla tekrar edilmek lazım gelen bir himmet vardır ki, o da Anadolu kadınının göstermiş olduğu çok ulvi, çok yüksek, çok kıymetli fedakarlıktır.
Kimse inkar edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin kabiliyetini tutan, hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormanda odunu, keresteyi getiren, ürünleri pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtı ile kağnısı ile, kucağındaki yavrusu ile, yağmur demeyip, cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakar- o ilahi Anadolu kadınları olmuştur. Bundan dolayı, hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle, ebediyen aziz ve takdir edelim.” Mutafa Kemal ATATÜRK 1923 / Konya Konuşmaları.
Türk toplumu olarak kadınlara bakışımızın geçmişi ile bugünü arasında çok farklılık vardır. Orta Asya’da yaşayan Türk kadını ile günümüz Anadolu’sunda yaşayan Türk kadınının değerlendirilmesi arasında farkın çok büyük olduğunu söylemek mümkün değildir, söylenemez de.
Türk toplumunda Orta Asya döneminde kadına çok önem verilmiştir. Türklerin gelenek ve göreneklerinde kadının korunması, onun el üstünde tutulması için gereken her türlü olanakların kullanıldığını görebiliriz. Hatta Türk devletini yöneten Kaanlar, hükümdarlar, savaş kararı alınmadan önce eşlerine de danışmışlardır. Çünkü kadın önemli kişidir. Kadın erkeğin namusunu, şanını, kişiliğini ve aile birliğini yücelten ulu varlıktır. Türk toplumunun geleneklerinde kadına bakış açısı namus, ailenin temel direği, geleceğin yeni neslini yetiştiren anadır.
Anadolu’ya göçten sonra başlayan yanlış anlamalar ile kadının kendi haklarını arama konusunda okuma ve yazmadan uzak kalması, onun kendi haklarını arama konusunda zor durumda kaldığını görüyoruz. Ailenin temel direği olan kadın birden bire zorda kalmış, mirastan mahrum bırakılan, hakları gasp edilen duruma düşmüştür. Bunu elde etmek için ise çok fazla çaba harcamadığını söylersek, sanırım yanlış olmaz. Kadercilik kabul ederek hakları konusunda fazla çaba harcamamıştır.
Anadolu’ya göçle başlayan yerleşik yaşam biçiminde kadınlarımızın önemi yine vardır. Bu önemin Osmanlı Devletinin kurulmuş olduğu ilk yıllarda da görüyoruz. Osmanlı Devletinin gerileme dönemi ile birlikte Anadolu yaşamında kadının yeri sadece evi düşünülerek daha önceden elinde var olan bir takım imkanlarının bu dönemde olmadığını görüyoruz. Bunun en önemli sonucunun da kadının okumaması veya kadının okumasının engellenmesinden sonra olduğunu söylersek sanırım yanlış olmamış olur. Eğer gerileme döneminde de kadınlarımız okuyan, araştıran kişiler olmuş olsaydı ellerinde olan birçok haklarının alınmasına kesinlikle izin vermezdi.
Kadın hakları ile ilk uygulama, kadına değer verilmesi, onun korunması, kadına kadın olarak bir takım hakların verilmesini, okumasını, yetiştirilmesini, mirasa ortak edilmesini İslam dininde görüyoruz. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in hicretin 11. yılında yapmış olduğu veda hutbede:
1-  “ Kadınların haklarına riayet ediniz. Bu hususta Allah’tan korkunuz.”
2- “Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onları  Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.”
3-  “Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; onların aile şerefini, sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları uyarıp, sakındırabilirsiniz.”
4-  “ Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşrû bir şekilde her türlü yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını sağlamanızdır. Onlar sizin haklarınıza riayet etsinler…Siz de onlara nezâketle muamele edin.”  Hz. Muhammed / Veda hutbesi
Avrupa’da kadına önem verme ise 1879 Fransız ihtilaliyle başlamaktadır. Bizim Türk kadınlarının Avrupalı kadınlara göre daha şanslı olduklarını söylersem sanırım abartmış olmam. Uzun yıllar ellerinde haklarını tutarak kullanmışlardır. Bazı dönemlerde ise ellerindeki haklarını geçici olarak yitirmişlerdir diyebilirim.
1843 yılında başlayan kadınlarımıza yönelik eğitim öğretim haklarının yanı sıra ticaret yapma, evlendiklerinde evlilik cüzdanlarının verilmesini kanunla güvence altına alınmıştır.
Avrupa’nın kadına yönelik, aile kavramına yönelik, kadının haklarına yönelik çalışmayı ise Türklerin kadınlara verdiği değerlerden çok sonraya kalmıştır. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk,
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasında yapmış olduğu değişiklik ile kadına önem verilmesini, değer verilmesini sanırım en iyi bir şekilde istemiş ve bunu da yasalaştırmıştır. Kadın hakları ile ilgili çalışmalarının ilk sinyallerini ise 1923 yılında yazımın başında da vermiş olduğum konuşmasıyla vermiştir. Peki Avrupalılar kadına yönelik çalışmalarını ne zaman başlatmışlardır? Medeni devletlerde bu gecikmenin nedenini araştırmak değil amacımız. Avrupalıların kadın Haklarına yönelik çalışmalarını başlatması ve bunu evrensel bir hale getirmesi ise 10.Aralık.1948 dir. Türk ulusunun çok eskiden beri kadınlara değer verdiğini, kadını koruduğunu söylemek yanlış olamaz.
Dünyada kadın haklarına yönelik bu çalışmalar “ İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KURULUNCA “ 10.Aralık.1948 de kabul edilen evrensel beyannamedir.Bu beyannamenin:
16. maddesi önemlidir. Bu madde de :
“1-  Yetişkin her erkeğin ve kadının; ırk, yurttaşlık, ve ya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır.
2-  Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.
3-  Aile; toplumun, doğal ve temel unsurudur. Toplum ve devlet tarafından korunur.”
Kadınlarımıza değer veriyor muyuz? Ya da kadınlarımıza karşı anlayışlı olma, onlara gerçek değerini ne zaman vereceğiz sorusunu sormak bana göre yanlıştır. Kadınlarımıza haklar verilmiştir. Ancak kadınlarımızın bu haklarını kullanmak yerine hala var olan haklarını neden uygulama alanına çıkarmak istemezler?  Sadece hak istemiş olmak için değil; bana göre kadınlarımız ilk önce kendilerine verilen haklarına sahip çıksınlar diye düşünüyorum. Çünkü kendi haklarına sahip çıkmazlarsa var olan haklarının da ne olduğunu bilemezler.
Toplumumuzda kadınlarımız; araştıran, inceleyen, okuyan olmadıkça haklarının da ne olduğunu bilemezler. Türk halkı tarihi boyunca devleti yöneten kadınları yetiştirmiştir. Cumhuriyet döneminde; çalışan, araştıran, okuyan kadınlarımızın devletimizi yöneten başbakan, vali ve kaymakam olduğunu unutmayalım. Onları bu ulusu yönetmek ve devlet yönetimini onlara teslim ederek Türk ulusunun kadına verdiği değeri de görmek mümkündür. Eğer Türk toplumu kadına gereken değeri vermemiş olsaydı; ne başbakan, ne bakan, ne vali ne de kaymak olma haklarını kullanamazlardı. Demek ki ulusumuz kadına önem vermiştir. Peki bu “Kadınlık hakkımızı alacağız, kimseye hakkımızı çiğnetmeyiz!” sözleri de neyin nesi oluyor? Bunu da anlamış değilim. Kadınlarımıza bu kadar çok değer verirken onlar kendilerine verilen bu haklardan dolayı rahatsız mı oluyorlar? İnsan hakları evrensel beyannamesi ile kadın, erkek eşittir. Bizim anayasamızda da eşittir. O halde eşitlik ilkesinde kadınlarımıza verilen hakların dışında daha hangi haklar alınacak? Bu durum eşitlik ilkesini tek taraflı çiğnemek olmaz mı?
Türk kadınından, tv programlarında kadınlara yönelik onların teşhirciliklerini, aile kavramına yönelik olumsuz yayın akışına karşı çıkmalarını, eş seçme, kaynana seçme, damat seçme gibi toplumun ahlak anlayışına, gelenek ve göreneklerine ters düşen bu yayınlara karşı kendi seslerini ne zaman yükseltmeyi düşünüyorlar? Eğer hak aranacaksa aile ve yuva kavramına ters düşen bu davranışlara hep beraber sesimizi yükseltmeye başlayalım artık! Ben de sizlerle beraber olayım ve haklarınızı arayalım.
Namusumuzu, geleceğimiz olan genç neslimizi doğuran ve onları yetiştiren, onlara ilk eğitimi sunan Türk kadınına gerçekten değer vermemek en büyük haksızlıktır. Türk ulusu tarih boyunca kadınına gereken değerleri vermiştir. Şimdide vermektedir. Ancak son zamanlarda kadınlarımızdan çok azda olsa bazıları seçilerek aile kavramı ve Türklerin gelenek, görenekleri ile
alay edilmektedir. Anadolu’nun düşman işgalinden kurtarılmasında omuz omuza olduğumuz Türk kadınının hakkını asla çiğnemem mümkün değildir. Ancak gelin toplumumuza Avrupa hayranlığı, ortak Pazar saçmalıkları ve ortak Pazar adı altında ahlak kurallarını çiğneyen yayınlara birlikte karşı koyalım. Karşı koyalım ki var olan haklarınızı da böylece daha rahat kullanmış olunuz.
Dünya kadınlar gününüz kutlu olsun.  Benden büyük ve ya küçük olsun tüm kadınlarımızın bu günde ellerinden öperim. Geleceğimiz, ulus olma özelliğimiz, ulus olarak devamımız; sizlerin okuma, araştırma, öz verili çalışma ve dikkatlerinizle olacaktır. Bizler sizlere her zaman destek çıkmağa hazırız. Sizlerde bu desteklerimize ortak olunuz ve bu vatanı hep birlikte sonsuza dek bağımsız bir Türk devletini yaşatalım. Ne dersiniz? Düşünmesi ve hayali uzak bir düşünce midir?

İzmir / 28.Şubat.2005
Hüseyin  DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 20 Ağu 2014 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

YAPAMAZDI


YAPAMAZDI

Yıllar ne kadarda çabuk geçmişti. Emekli öğretmen Ahmet Bey, salonda oturmuş, bir taraftan çayını içiyor, diğer taraftan da öğretmenlik yaptığı dönemdeki notlarına göz atıyordu. Bir ara üzerine önemli diye not aldığı mektubu tekrar okumaya başladı. Hala aynı heyecanla okuyor gibiydi. Üzerinden 6 yıl geçmişti. Ona göre iyi ki öğretmenliğinin son yıllarına denk gelmiş bir olaydı bu.


Bundan altı yıl önce,  ocak ayının başlarıydı. Edebiyat dersi işlenirken iki öğrenci onun dikkatini çekmişti. Hala dün gibi hatırlıyordu. Baştan onları sözlü olarak uyarmıştı. Tekrar dersini işlemeye devam ediyordu. Bazı öğrenciler gülüşüyor, bazıları da bir birlerine öğretmeni gösteriyorlardı. Bir ara bir öğrencinin bir kağıdı saklamaya çalıştığını gördü. Bunun üzerine Ahmet Bey o öğrenciye doğru yöneldi.

Ona :
–  Elindekini alabilir miyim?

–  Veremem öğretmenim.
–  Lütfen elindeki  o kağıdı verir misin arkadaşım?
–  Veremem öğretmenim, sonra beni döversiniz.
–  Eğer o kağıdı vermezsen o zamana daha kötü olur.
–  Sen daha beni tanımamışsın arkadaşım. Sen o kağıdı ver, söz veriyorum dövmeyeceğim.
–  Beni değil ama arkadaşımı döversin.

Bir den durakladı Ahmet Bey. Neden onu değil de arkadaşını dövecekti. Kağıdı almaya kararlıydı artık. Çünkü kağıt iyice ilginç bir hale gelmişti.

Bunun üzerine:
–  Sana son defa söylüyorum yavrum. O kağıdı lütfen bana ver. Ne sana ne de o meçhul arkadaşına vurmayacağım. Çünkü ben de merak ettim içindekileri.


Öğrenci öğretmenin elinden kurtulamayacağını anlamış ve elindeki kağıdı öğretmen Ahmet Beye vermişti. Sınıfta birden sessizlik oldu. Sınıftaki öğrencilerden çıt çıkmaz oldu. İğne yere düşse inanın onun sesi duyulurdu. Ahmet Bey kağıdı aldı, bir solukta kağıtta yazılanları okudu. Ahmet Bey, sinirlendi, kızardı, bir an dondu kaldı. Nasıl kalmasın ki, kağıtta şunlar yazılıydı.

“ Selam Bilgeciğim;
Burada aptal aptal otururken sana mektup yazmak geldi. Çünkü canım çok sıkılıyor.
Şöyle bir düşündüm de ben seni gerçekten çok seviyorum. Ve seninle aynı sırayı paylaşmak gerçekten çok zevkli… İngilizce sınavına geldiğimde Mustafa’yı görünce onu sevmediğimi anladım. Gerçekten de sevmiyorum. Esra’yla aralarında bir şey varsa buna karışmaya bile hakkım yok. Doğrusunu söylemek gerekirse umrumda bile değiller. Neyse aslında bu mektubu seni ne kadar çok sevdiğimi belirtmek için yazdım. Ben anlarım. Var; Eray’da seni gerçekten seviyor.

Ben anlarım.Kompozisyon sınavından aldığım nota çok üzüldüm. Ama hiçbir şey, hiçbir ayı ( Ahmet ayısı) benim yazar olmamı engelleyemeyecek. Edebiyat öğretmeni olma mı da. Sen de polis olursun. Bu aptal Ahmedonun annesini bir ziyaret ederiz. Ve bize yaptıklarının acısını sorarız. Bu gün elimdeki şeylerin değerini bir kez daha anladım.  Seçkini çok özledim, her şeyden çok. Dün gece 2’ye kadar ağladım. Sırf bu yüzden. Bu duyguları yalnızca sana anlatabilirim. Çünkü yalnızca sen anlayabilirsin. Bazen intihar etmeyi bile düşünüyorum. Ama hiç kimse için kendi canına kıymaya değmez, bunu iyi biliyorum.
İnşallah Eray eniştemle çıkarsın ve inşallah ileride evlenirsiniz. Eray iyi birine benziyor ve siz birbirinize çok yakışıyorsunuz. Bay bay çocuklarınız olur. Onlara sevgini verirsin. Gerçek sevgini… İşte böyle, inşallah sonsuza kadar dost kalırız. Çünkü seninle kavgalarımızı bile çok seviyorum. Ve hayat bir oyunsa eğer, bu oyuna seninle devam etmeye söz veriyorum.


Canım Dostum Benim!


İmza
Eylem ”

Mektuptu elindeki. Aynı sırada oturan iki arkadaşın bir birine yazdıkları mektuptu. Ama bir yeri önemliydi.  Mektubu katladı. Ceketin cebine koydu yavaşça. Daha sonra:
–  En son ne söylemiştim arkadaşlar. Kaldığımız yerden derse devam.
Bu arada bir öğrenci merakından, biraz da sabırsızlığından dayanamamış, sormuştu.
–  Öğretmenim kağıtta ne yazıyor?
–  Bir arkadaşın diğerine yazdığı bir mektup. Arkadaşım mektup özel, o nedenle açıklayamam.
– Ama öğretmenim. Zaten birkaç arkadaşım o mektubu okudu. Ben de onu okuyamayanlardan biriyim. Bize bir anlatsanız.
– Arkadaşlar, mektup özel olarak kişiye yazılmış. Nasrettin Hocanın yaptığını yapacağım size. Mektubu okuyanlar okumayanlara aynen anlatsın.

Daha sonra öğret Ahmet Bey, edebiyat dersine kaldığı yerden devam etmişti. Öğrencilerin bir kısmı kendi aralarında fısıldaşmaya başlamış, mektubu yazan ve okuyan mektup sahibi ise bembeyaz olmuşlardı. Mum gibi oldukları yerde oturuyorlar, nefesi bile zor alıyorlar.

Ders zili çaldığında sınıftan çıkan Ahmet Bey, ilk iş olarak elindeki mektubun üç adet fotokopisini aldı. İlk iş olarak okulun rehber öğretmeninin yanına gitti. Çünkü Ahmet Bey, bu tür olayları araştırmayı ve çözüme kavuşturmayı çok severdi. Hatta ona bu yüzden “Hafiye” lakabını da takmışlardı öğrenciler.

Doğruca okulun Rehberlik odasına gitti.
–  Sibel Hanım, müsait misin?
–  Buyur öğretmenim.
– Seninle önemli gördüğüm bir konuyu görüşmek istiyorum.
– Tabi öğretmenim. Yine sınıf öğretmeni olduğun sınıf ile mi ilgili.
– Evet, yine sınıf öğretmeni olduğum sınıf, öğretmenim. Ama biraz değişik. Şu mektubu okur musun?
Sibel öğretmen mektubu eline alır, bir solukta o da mektubu okur. Biraz şaşkın:
– Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun öğretmenim?
– Ne yapabilirim ki… Bu mektubu okuyunca iki durum ortaya çıkıyor. Bunlardan birincisi bana kızan bir öğrencim ileride benden intikam almak için neler yapacağını ve kimden yardım isteyeceğini, bunu nasıl yapacağını anlatıyor. Ancak bu öğrenci Lise birinci sınıf öğrencisi ve aşık biri. İkincisi ise aşık olan bu öğrencimin aklında intihar düşüncesi var ki, bana göre bu çok önemli. En çok üzerinde durulması gereken konu bu olsa gerek.


Sibel Öğretmen;
– Haklısın öğretmenim. Bu intihar düşüncesi çok önemli. Onu öğrenciyi çağırarak mutlaka konuşacağım. Sana yönelik yazdığı intikam düşüncesi ise bana göre önemli olarak ele alına bilir de, alınmaya bilirde. Eğer şikayetçi olursanız, gerçekten ceza alır. En hafifletici ceza bile verilse, böyle bir eylemi düşünen lise birinci sınıf öğrencisi. Daha çocuk durumdaki bir öğrencinin geleceğini de kararta biliriz. Bunu başka bir yolla çözmeye çalışsak. Hani bir şaka kabul etsek. Öğrenciler arasında hep konuşulmaz mı bunlar?


Ahmet Bey:
– Sana bir şey söyleyeyim mi?
Sibel öğretmen:
– Buyur öğretmenim.

Ahmet Bey;
– Aslına bakarsan biz de öğrenciliğimiz de kızdığımız öğretmenlere yönelik çok küfrettik. Onlar için ileri geri konuştuk. Hatta Lise yıllarımda bir öğretmenle olan tartışmamız yüzünden, tartıştığımız öğretmenimiz savcılığa dilekçe vermiş ve bizi şikayet etmişti. Akla karayı seçtik o iş düzelene kadar. Böyle yazılı belge bile yokken. Aslında insan bu kadar aptal olmaz. Ders işlenirken, ders öğretmeni ile ilgili yazı yazacaksın. Bu resmen aptallık.  Ben bu konuda okul müdürlüğüne bir dilekçe vereyim. Siz aileyi okula çağırın. Aile ile bir görüşün  ve aileyi intihar düşüncesi ile bu bana yönelik konuyu anlatın. Ben de dilekçeyi müdürün elinde biraz beklettikten sonra ya geri çekerim ya da işleme girer. Ama biraz korkması gerekiyor. Üstelik bu öğrencim sınıfın da iyilerinden. Ama adalet gerekiyorsa karşılığını da görmeli.

Sibel Öğretmen;
– Haklısın öğretmenim. Bu bir suç. Aslına bakarsan belgeye dayalı, tehdit unsuru taşıyan bir suç. Kabul ediyorum. Ancak; bunu onların cahilliğine verelim. Bu çocuğu kazanalım. Kaybetmek çok kolay ama kazanmak çok zor. Bakın siz bile bir yanlış yaşamışsınız ve çektiğiniz sıkıntıyı anlattınız. Hem sizin olayda yazılı belge bile yokken yaşamışsınız. Hala o öğretmeninizi affetmezsiniz sanırım.

Ahmet Bey;
– Evet öğretmenim. Hala onu affetmiyorum. Keşke böyle benim gibi o da incelemiş ve araştırmış olsaydı keşke. İnanın o olayda benim hiç suçum da yoktu. Ama kabak benim başıma patladı. Dediğim gibi siz öğrenciyi çağırın. Biraz korkutun. Ailesi ile de görüşün. Bu arada ben de biraz düşüneyim. Olmaz mı?

Sibel öğretmen;
– Tabiî ki öğretmenim. Bu gerçekten disiplin yönüyle baktığımızda bir suç. Ama bizim ilk hedefimiz ceza olmasın. Öğrenciyi kazanmanın yollarını arayalım. Sizin de bu öğrencimizi affedeceğinize inanıyorum. Çünkü siz yufka yürekli, daima olumlu olarak olayları çözmeye çalışan, gerçekten de öğrencisinin iyiliğini düşünen bir öğretmensiniz. Bunu da biliyorum. Ben gereken görüşmeleri yaparım. Müdür ile de bu konuyu görüşürüm. Ama sen yine de istersen dilekçeni ver.

Ahmet bey;
– Tamam öğretmenim. Sen bana şuradan bir kağıt verir misin?  Dilekçemi burada yazayım ve müdüre de teslim edeyim. Sana iyi günler öğretmenim.

Sibel öğretmen;
– İyi günler öğretmenim, Allah kolaylık versin.

Evet aradan tam altı yıl geçmişti. Ahmet Bey, o gün okul müdürlüğüne şikayet dilekçesine öğrencinin yazmış olduğu mektubu da eklemiş, araştırılmasını, öğrenci hakkında gerekli olan işlemin de yapılmasını istemişti.
Ahmet Bey, daha sonra okul müdürünün odasında öğrencinin anne ve babasıyla konuşmuş, kızları ile ilgili bilgiyi vermiş, bu yanlışı onlara anlatmaya dilinin döndüğü kadarıyla yapmıştı. Şikayetini geri çekeceğini de söylemiş, öğrencinin ailesi öğretmenden özür dilemiş, böylece olay tatlıya bağlanmıştı. Öğretmen Ahmet Bey, öğrenci ailesinin okuldan ayrılmasından sonra okul müdürlüğüne vermiş olduğu dilekçeyi geri almıştı.

Bilhassa rehber öğretmen Sibel Hanım ile görüşmesi onun için iyi olmuştu. O zaten bu tür olaylarda okul müdürlüğüne hemen bir dilekçe verilmesi taraftarı da değildi. Ahmet Bey’e göre ilk önce olaylar okulun rehber öğretmeni ile karşılıklı olarak görüşüp, ilk önce rehberlik servisinde olaylara çözüm bulunmasını isterdi. Sibel öğretmen de aynı düşünüyordu. Birlikte karar vermişler, birlikte yapılacak işlemi sonuca götürmüşlerdi.

Elindeki bu mektubu yavaşça masaya bıraktı Ahmet Bey. Mutfaktan bir bardak çay alıp tekrar koltuğa oturmuştu. Onu en çok etkileyen olay ise öğrencinsin intihar düşüncesiydi. O öğrencisi şimdi ne yapıyor, hangi üniversitede okuyor onu da bilmiyordu. Edebiyat öğretmeni odlumu, yoksa o bölümde mi okuyordu onu da bilmiyordu.


Ahmet Bey çok düşünmüştü. Okul müdürlüğüne vermiş olduğu dilekçe için. O dilekçeyi  okul müdürlüğünden geri almıştı. Geri almıştı, öğrencisinin bir anlık gafleti, ne yazdığını bilemeyişi yüzünden şikayetini geri almıştı. Zaten şikayetinin devamına da karar veremezdi, yapamazdı da. Yapmamalıyım diye de kendisine her seferinde söylemişti. Bunu yapmamalıyım. Bu öğrencinin geleceğini karartmamalıyım. Her şeyden önce bende babayım. Benimde iki kızım var. Aynı yanlışı onlar yaparlarsa ben ne yapardım diyordu. Sonunda olay tatlıya bağlanmış, Ahmet Bey, rehber öğretmen Sibel hanım ile son bir defa konu ile ilgili görüşmeden sonra tatmin olmuş biri, görevini yapmış bir öğretmen, öğretmenlik bilinci içerisinde, öğrenciyi topluma kazandırmak için affetmiş, şikayet dilekçesini de geri almıştı.
Çünkü o bir eğitimciydi. Eğitimcinin görevi öğrenciyi cezalandırmak, ona gereken dersi vermek değildi. Öğrenciyi suçundan dolayı affetmekte bir büyüklüktü. Bu yüzden de yapamadı ve yapamazdı. Bardağından bir yudum çay aldı. Derin bir nefes aldı ve yavaş yavaş geri verdi. Bir öğrencinin yapmış olduğu hatayı; yanlışları ile doğruları ile öğreterek, bir de olumsuz düşüncenin ileride başına bela olmasın diye özellikle intihar sözcüğünün ne kadar yanlış olduğunu anlatmak, gerekirse bu konuda ailesinden doktora götürülmesini  isteyerek, öğrencinin geleceğini karartmadı. Hala bu anı düşünerek, iyi ki yapmamışım. İyi ki o öğrencimin geleceğini karartmamışım diyerek hafif bir tebessüm etti, hafifçe yerinden kalktı, salon penceresinden dışarıda yağan çisentili yağmuru seyretmeye başladı.

Davutlar / 10.03.2006

Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şiar Yazar
www.kafiye.net