Kategoriler

Arşivler


Tarih 31 Oca 2015 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

YAŞAMAK GÜZEL


YAŞAMAK GÜZEL

Yaşamak güzel, yaşatmak ise daha güzel. Hele insanı yaşadığına değer dedirtiyorsanız; o daha da güzel. İnsanı mutlu etmek, insanı mutlu görmek ise sanırım dünyalara değer. İnsanı mutlu eden, insanı yaşatan ellere gelince; size dünyaları bile verseler sanırım samimi bir bakış, gülümseyen bir yüz ve içten gelen bir teşekkürün sanırım yerini hiçbir duygu ve olgu dolduramaz. Bu nedenle insanlara mutluluk veren, sıhhat veren elleriniz dert görmesin, şifa vermeye devam etsin. Yüzünüz güleç, gününüz mutlu, geleceğiniz hep aydınlık olsun.

Hastanın bir hastaneden, doktorlardan, hemşirelerden, teknisyeninden, memurundan bekledikleri vardır. Bu beklenti ilk önce güler yüz, samimi bir bakış, hoşgörülü bir yaklaşımdır. Kişiye insanca yaklaşım ve ona olması gereken bir ilgidir. Eğer bu ilgi görülüyor ve gelen hastalara adaletli bir şekilde sunuluyorsa, sanırım hastanın mutluluğu bir kat daha artar. Neden artmasın ki; adaletli ve insancıl yaklaşım hangimizi mutlu etmez!

Evet bu saydıklarımı yaşayan biri olarak sizlere 9 Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi Polikliniği Ana Bilim Dalından çok kısaca bahsedeceğim. Bu arada Üroloji Polikliniğini unutmadım. Göğüs Polikliniği de sanırım yabana atılacak değil. Bu saydığım polikliniklerin hepsine ayrı ayrı teşekkürü borç biliyorum. Bir dakika, Biyo kimya laboratuarı ile Röntgen Çekim Bölümü, asla sizleri unutmadım. Nasıl unuturum ki. Sizleri unutmak, sizlerden bahsetmemek, size en büyük haksızlık demektir.

Benim annem 75 yaşında ve Çanakkale ili Biga ilçesinde yaşıyor. Yaşı kemale ermiş her insan gibi benim annemin de ileri yaşlardaki insanlar gibi bazı sağlık sorunları oldu. Nisan ayında başlayan poliklinik koşuşturmaları arada kesintilerle birlikte bu hafta sona erdi. Annemin en çok sorunu dizlerinden başlayıp; bel ağrıları, omuz ağrıları, boyun ağrıları ve ürolojik sorunlar. En çok sorunu ise bacakları, bel ağrıları, omuz ve boyun ağrıları. Birde en çok idrar sıkıntısı vardı. Ben 2004 yılında 9 Eylül hastanesinde ameliyat geçirmiştim. Bu nedenle bu hastaneyi o zaman beğenmiştim.  Beğendim bir yer olduğu için annemi de 15 / Nisan /  2005 tarihinde bu hastanenin polikliniklerine gönül rahatlığı içerisinde gittim. Gittiğime de iyi ettiğime inanıyorum. Bu arada annemin şuan durumunu merak edebilirsiniz. Meraka devam diyeceğim. Annemden önce anlatmam gerekenler var. Lütfen dikkatle dinleyelim, kendimize bir pay ve ders çıkaralım.

Bir söz vardır: “ Öğretmeni ne ise öğrencisi de odur.” Bu söz bana insanın yapısını, psikolojisini, ruhsal dengesini, o insanın başarısının ne bağlı olduğunu daima hatırlatır. Ne dersiniz, doğru değil midir? Bu sözü neden söyledim biliyor musunuz? Haydi gelin beraber nedenini görelim.

Ben annemi sağlık sorunları nedeniyle 9 Eylül hastanesine götürmeye karar verdiğimde ilk önce Fizik Tedavi Polikliniğine, oradan Üroloji polikliniğine, Göğüs hastalıkları polikliniğine, Kalp damar hastalıkları polikliniğine gittim. Daha önceden bildiğim o güler yüzlü yaklaşımı tekrar göreceğimi bilerek gittim hem de ve bu gidişimle de inanın hiç yanılmadım. Yine karşıma güler yüzlü sekreterler çıktı. Nazik ve kibardılar, dert dinlemeye, tedavi etmeye sanki onlar hazırdılar ve bu hazırlıkları insana ayrı bir güven veriyor. En çok dikkatimi çeken insancıl ve adaletli yaklaşımları. İnanın hangi servise gitsem hastaların kayıt işlemlerinden tutun bütün yapılması gereken işlemlerde sıraya büyük önem verdiklerini gördüm. Kimseye tanıdık diye el altından davranış göstermediler. Bu beni en çok mutlu eden oldu. Ancak bazı sabırsız ve kendini bilmez saygısız hastaların insanlara ne kadar eziyet ettiğini söylemeden geçemem. Bütün bu olumsuzluklara rağmen o poliklinik sekreterleri ellerinden nezaketi ve inceliği, hatta birkaç defa da olsa açıklama yapmaktan usanmıyorlar. Bu güzel yaklaşım laboratuarlarda ve röntgen film çekim bölümünde de aynı oluyor. Kısacası hastanenin hangi bölümüne gitseniz kesinlikle adaleti ve adaletli yaklaşımı, insanlığı, insanca yaklaşımı göreceksiniz. Bir de insanlıktan nasibini almamış olan insanların onların karşısına geçip o olumsuz davranışlarda bulunmalarına inanın bazen ben bile zor dayandım. Onlar yine de sabırla, insancıl yaklaşımları ile yaklaştılar.

En çok zamanımızın geçtiği Fizik Tedavi Polikliniğine gelince biraz sanırım konuşmam gerekiyor bu bölümle ilgili olarak. Başta o güler yüzlü hali ve insancıl yaklaşımı ile insanlara şifayı sözleri ile dağıtan Sekreter Nadire EĞİNLİ Hanım efendiye çok teşekkür ederim. Yol gösteren, yönlendiren o güleç yüzünün hiç solmamasını, daim olmasını dilerim. Serviste görevli doktorlara gelince; Dr. Berrin AKGÜN Hanım, anamı muayene etmeye başlarken ilk sözleriniz, cana yakın davranışınız, “anlat bakalım teyzeciğim, neyiniz var?” diyerek insancıl yaklaşımınız, hastasını kendi ailesinden biriymiş gibi görüp itinalı oluşunuz sayesinde annem iyileşmeye bile başladı diye bilirim. İnanın bunda abartmıyorum. Dr. Figen KOÇYİĞİT’ e de ayrı bir teşekkür borcum var. Annemin iyileşmesinde ön ayak olan, güler yüzün sayesinde annem başlangıçta iyileşmeye başladı dersem inan şaşırmayın. Daha öncede dedim ya, insanın güler yüz görmesi umutlarının, iyileşme ve sağlığına kavuşma konusunda güven duymasına neden oluyor o gülümseyen yüzler. Ayrıca aynı serviste Haziran ayında görevi devralan Dr. Esin AĞIRNAZ’ a da çok teşekkür ederim. İnanın bütün servislerdeki görevli doktorundan tutun, sekreterler, yardımcılar, servis görevlileri hepside güler yüzlü ve insancıl yaklaşımlıydı. Nasıl bir birinden onları ayırabilirim ki? Dr. Esin Hanım da güleç, iyi niyetli, hastasına yol gösteren şifalı kişiler. Fizik Tedavi Servisinde görevli olan teknisyenlere de teşekkür etmek isterim. Sayın Zülfinaz ÖZDEMİR, Orhan DEMİR, Suat ÜNAL, Fizyo Terapist Şenlet ÖZSARAÇLAR Hanımefendiye inanın ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. Şenlet Hanım’ın annemin yürümesine bile etkisi olmuştur. Benim annem yürürken kullandığı ağaç gegeyi yanlış kullandığını Şenlet Hanım’dan öğrendi inanın. İnsanlar elindeki ağaç gege ile yürürken bile yanlış adımlar atıyormuş, inanın ben bile orada öğrendim. Bu arada serviste olup ismini unuttuklarıma da ayrıca teşekkür ederim. Sizler sayesinde annem sağlığına biraz olsun kavuştu. Annem Biga’dan buraya gelirken ağrıları ve sızıları nedeniyle ağlıyordu. Elinde ağaç gegesi ile ona dayanarak zorla ve hatta yanlış yürüyüş yaparak yürüyen annem şimdi evde gezinirken veya kısa mesafelerde gegeyi taşımıyor ve elinden bıraktı. desteksiz yürümeye başladı biliyor musunuz?Aşağı yukarı iki ayın sonunda ağrılarından biraz olsun arınmış olarak Biga’ya geri dönecek. Bu nedenle sizlere çok teşekkür ederim. O şifalı elleriniz hiç dert görmesin. Daima sağlıklı, dinç kalırsınız inşallah. Gülen yüzünüz, insancıl yaklaşımlarınız inanın beni ve annemi çok mutlu etti. Allah’ta sizleri mutlu etsin, gülen yüzleriniz güleç olsun, şifalı elleriniz daima insanlara şifalar dağıtsın. Sizlere kolay gelsin.

Bu arada Üroloji servisini unuttuğumu sanan olabilir. Dr. İsmail ÖZDEMİR Bey’e ve poliklinik sekreterleri iki hanım kızımız Esin ÇAKIROĞLU ve Nazan KARADOĞAN’a da ayrıca teşekkür ederim. Dr. İsmail ÖZDEMİR’in insancıl yaklaşımı, doğru teşhis ve doğru ilaç tedavisi uygulaması nedeniyle annemin sorunu giderilmiş ve annem bu servisteki doğru uygulama sonucu şifa bulmuştur. Şifa dağıtan ellerin dert görmesin doktor bey. Allah yardımcın olsun.

Bu arada hemen hemen herkesin merkez laboratuarda ve Röntgen randevu biriminde ilk defa karşılaştığı o iyi niyetli insanları unuttuğumu sanmayın. Röntgen filmi, tomografi, ultrason çekimi için gittiğiniz o serviste sizi kapıdan girişte güler yüzle karşılayan iki insanı ve randevuları vermek için canla başla çalışan, kafası bozulan, okumadan randevu gününü kaçırıp sonra gelip bu servisteki kişilere hakarete varan davranışlara maruz kalan o insanların buna rağmen o insancıl yaklaşımını görüp te takdir etmemek mümkün mü? Sıra almadan sırayı bozanlara bile tatlı dilli yaklaşımlarına ne diyebilirim ki kendilerine teşekkür etmekten ve tebrik etmekten başka. Doğrusu en içten dileklerimle bu sabırlı davranışlarına, insanlar arasındaki adaletli yaklaşımına ancak selama durulur. Bu tür davranışları bir çok yerde ve bir çok resmi kurumlarda göremiyoruz. Hepinizi tebrik ederken başta Erman ÖZYAMAN, Mahmut UYANIK, Uğur SOY, Perihan ARSLAN, Sezer DEMİR, Satı PINAR, Hasan ÖZDEMİR, Ayfer CÖMERT,Gülten GÖKSU ve ismini unuttuğum, servis sorumlu ve elemanlarına ayrı ayrı selamlarımı sunarım. Merkez laboratuarında da yine kan vermek için sıraya girdiğinizde ve ya tahlil sonuçlarınızı almak için gittiğinizde sizleri ilk karşılayan o kişilerin o güller açan gülüşleri ile sizlere hoş geldiniz, buyurun sözleri sanırım sizleri de rahatlatıyordur. Hele o kan alım merkezinde ki o yaklaşım. Sanki iğne girmemiş, kan öyle alınmış gibi nazik bir işlemle sizleri rahatlatan tavırları ile yolcu etmeleri bizlerin zor alışacağı bir davranış. Ben Kan alım merkezinde görev yapan hemşirelere Yük.Hemş. Berrin CANBOLAT nezdin de hepsine ayrı ayrı teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dilerim. Servisler adına her zaman bizleri karşılayan, uğurlayan; Nigar DAĞLI, Selin GÖKTEPE, Gökhan CEYLAN, Canan DİKER, Ayşe ÖZKAN, Vicdan ŞEN, Hülya DERMAN, Fatma ÇAKMAK, Özlem İZMİRLİ, Evrim KAPLAN’a ayrı ayrı teşekkür eder, başarılarının, gülen yüzlerinin hep gülmesini dilerim.

Aslında o kadar çok söylenecek sözler var ki. Sözü fazla uzatmadan huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum. Son bir defa daha 9 Eylül Üniversitesi hastanesine gittiğim için mutluyum. Şifa buluyor insan. Ayrıca burada hastalara karşı nasıl adaletli davranıldığını görmeniz mümkün. Bilemiyorum benim 2 aylık gözlemlerim, izlenimlerim böyle. Her servise ve görevli personeline tekrar teşekkür ederken; şifalı ellerinin dert görmemesini, gülen yüzlerinde gülücüklerin daim olmasını, daha nice mutlu yıllar geçirmelerini dilerim. Sağlıcakla kalın.

İzmir / 13.06.2005
Hüseyin  DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 31 Oca 2015 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

TAKLİT, TAKLİT, TAKLİT


TAKLİT, TAKLİT, TAKLİT

Taklit, taklit, taklit… Bütün yaşantımız boyunca nereye baksak karşımıza çıkar hep taklit. Doğduğumuz andan itibaren ölümümüze kadar sürdürdüğümüz yaşantımızın yüzde altmışını bulan bir yaşamın takliti.

Evet… Çocukluğumuzda başlar taklit. İlk önce sofrada, komşuda, giyimde taklite başlarız yaşantımızda. Ya annemizi, ya babamızı taklit ederiz günlük yaşantımızda. Yürüyüşlerimizi ise çok sevdiğimiz;  yüz ve mimiklerimizi ise bazen kızdıklarımızdan ya da sevdiğimiz kişilerden alırız. İlk taklit emrini ise annemizden alırız.

Çocuk yaşta iken annemiz:

–          “ Hadi yavrum, bir çirkin ol bakayım.”  , der, ya da :

–          “ Baban nasıl kızıyor, bir göster.”  der.

Böylece taklit yaşantımız başlamış ve taklitin ilk taksitini bir taklit gösterimi yaparak yaşantımıza sokuveririz taklitin. Daha sonra çocukluk yıllarımız onun bunun, komşu, akraba taklitlerini öğrenmekle geçer. Derken ergenlik dönemi başlar ve bunun da başlangıcı yine taklitten olur.

Çevremizin vermiş olduğu bir takım anlatımlarla hemen kendi benliğimiz dışında davranış ve hareketlere girerek taklitli bir yaşama başlarız. Kızlar giyimlerinde annelerini, erkekler daha çok babalarını taklite başlar. Kızlar; giyim, saç taramada, konuşmada, bakışta hep taklite gider. Yapmış olduğu taklitli hareketlerle; kendini karşısındaki kişilere cici gösterir ve ya insanlardan intikam almak için en acı taklitlerle yaşamlarını sürdürürler. Erkekler de yine aynı davranışların karşı silahı olarak intikamlarını en acı bir şekilde ve ya beyaz sayfaların lekesiz bir biçimini taklit ederek hayallerin prensi olarak genç kızların, insanların  karşısına  yine taklitlerle çıkarlar. Yaşamımız neredeyse taklitle geçer.

Arkadaşlar, komşular arasında her zaman:

– “Ayşe’nin kıyafetini gördün mü ? Ne kadar da güzel değil mi?” veya “ Aman o da kıyafet mi  canım. O kadar çok banel, kıytırıktı.” derler. Böylece bu sözleri söylerken bile istemeyerek de olsa bir taklit girişiminde bulunurlar.

Okul yaşamından başlayan davranış öğrenme taklitleri, hayat yaşamı ve gerçek hayatta  uygulanması gereken doğru davranışları bile öğrenemeden, taratmadan, araştırmadan  sırf güzel görünmek taklit ederek devam eder.

Siyasetçiler kendilerinden önceki siyasilerin davranışlarını, devleti yönetenler de kendisinden önceki ; abi, abla, dayı dediklerinin  tavsiye ve anlatımlarına göre taklit ederek yürütürler.Bunu yaparken de:

-“Devleti yönetmek, devleti yönetirken daima teamüller göz önünde bulundurulur. Devleti yönetmenin birtakım gelenekleri vardır. Hatta bazı gerçekler bile devletin teamüllerinden ileri gidemez.” Diyerek,  taklit  yönetiminin devamıyla taklitçi bir idare ile karşılaşırız yaşamımızda.

Taklit, taklit, taklit…. En güzel takliti orta oyuncuları, Karagöz ile Hacivat, Direkler arası sanatçıları, tiyatro oyuncuları ve aktörler yapmaktadır. Yaşamlarının çoğunda başkalarının yaşam tarzını taklit ederek geçirirler ve bu onların yaşamının parçası olduğundan kendi yaşamlarıymış gibi o hayatı yaşadıkları da olmuştur.

İnsanoğlu taklitten ne zaman kurtulur bilemem. Ancak; eğitimin, yaşamın, hatta savaşın bile bir taklit olduğu şu dünyada gerçek yaşamımızı yaşamak, göstermek, öğretmek ve açıklamak için taklit etmeyi ne zaman bırakacağız? Kendi benliğimizi ;  öz verimizi , insan olma özelliğimizi taklit etmekten ne zaman  kurtaracağız? İnsanca yaşam onurumuzu taklit illetinden ne zaman ayıracağız gerçek yaşantımızı?

Taklit, taklit, taklit… Tüm insanların yaşamını kapsayan taklitli bir anlatımın taklitli içeriğinden ,  taklitin kurtuluşu ile gerçek yaşamın yaşandığı taklitli ifadelerin bırakılıp anlatıldığı yaşamdan ne zaman  taklit belasından kurtaracağız?

Şu yalan dünya dediğimiz yaşamda bir yirmi dört saati taklit etmeden geçirmek için bir kampanya başlatmayı düşünmedim değil hani? Ama bu kampanyayı başlatmak için hangi takliti yapmadan başarabiliriz düşüncesi de beni düşünceye saldı.

-“ Işıkları yakıp söndürelim” desem ,

-“ Daha bunu geçen gün bazı siyasilerin yaşamına yönelik onları protesto amacıyla yapalım.”  denildi, aynı zamanda da uygulandı. Bu olamaz, sakıncalı olabilir. Çünkü biraz siyaset te kokuyor.    Derken:

-“Çiçek dağıtalım.” ya da  “ bir gün boyunca hiç konuşmadan duralım.”  desem, bunlarda kullanıldı. Öyle bir davranış bulmalıyım ki; içinde hiçbir siyasi düşünce, etik yaklaşım olmasın. Bu hareket aynı zamanda bu güne kadar uygulanmamış bir taklitin yeniden tekrarı olarak karşımıza bir taklit olarak çıkmasın, ne dersiniz?  Nasıl bir davranış yapalım ki, bu yirmi dört saat içerisinde taklitli bir davranış, taklitli yaşam bulunmasın? Acaba insanoğlu bunu başarabilir mi?

-“Sonunda taklitli bir yaşamın, bir yirmi dört saatin içerisinde bile yaşanmaması bile mümkün değil, yaşantımızdan takliti atmak, yok etmek felsefesini yaşantımızdan atarak taklitten kurtulmanın  mümkün olmadığına inanıyorum.”  düşüncesi  beni  gerçekten çok ürküttü.

Evet… Ey insanoğlu ; bir gün için taklitli bir yaşamı bırakarak, taklitli bir taksit yaşantısından  ayrı yeni ve gerçek bir yaşamın  taklitle kirlenmesinden kendimizi kurtarmak için ; taklitten uzak bir yaşamı yaşamak amacıyla taklit yapmayı  bırakalım mı? Ne dersiniz? Haydi; taklitin olmadığı, taklitin gündemden düştüğü gerçek yaşama el ele gidelim.

Evet… El ele… Haydi! Taklitten  uzak bir yaşam için kol kola yola çıkalım.

Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kfiye.net


Tarih 31 Oca 2015 Kategori: Gülbahar KOÇAK

DÖNDÜR BİZİ


DÖNDÜR BİZİ

Kul yönünü şaşırınca
Öfke sabrı taşırınca
Yeter diye haykırınca
Döndür bizi Döndür bizi
Doğru Yola döndür bizi

Nefsin elinde bırakma
Ah u zar edip yalvartma
Narı cehenneme atma
Döndür bizi döndür bizi
Doğru Kula döndür bizi.

Kalbimizi berrak eyle
Ömrü doldurma çileyle
Nehir olup Kevser lere
Döndür bizi döndür bizi
Akar suya döndür bizi.

Sever vakti secde ile
gelmesin şeytandan hile
Dualarla ekseninde
Döndür bizi döndür bizi
Huzuruna döndür bizi.

Vicdanların sağırından
Kitabımı ver sağımdan
Günahların ağırından
Döndür bizi döndür bizi
Uçan kuşa döndür bizi.

Namerde boyun büktürme
Kahır göz yaşı döktürme
Haram yüze diz çöktürme
Döndür bizi döndür bizi
Helal aş’a döndür bizi.


Gülbahar Fidan. 14 10 2014
www.kafiye.net


Tarih 31 Oca 2015 Kategori: Ahmet Çelik Ceyhan

NAZIN CİLVEN


NAZIN CİLVEN

Usandım ey sevgili nazın cilven bitmiyor
Ağlayıp sızlamaktan yaşım kemale erdi
Gece gündüz dil döktüm nasihat kâr etmiyor
Bunca meşakkat varken sardın sırtıma derdi.

Kendime kızıyorum neden yokken coşmaktan
Ömür vaktim tükendi hep peşinde koşmaktan
Acziyet içindeyim sonra dönüp şaşmaktan
Vuslatın ahu zarken bir de ayrılık gerdi.

Garip yolcu misali gideni sen eğledin
Durulmayı bilmeyen kalbime ne söyledin?
Şimdi herkes uyurken seherde kuş eyledin
Bize dünyalar darken zemheride gül verdi.

Değerin kaybeder mi çöpe düşünce gelgel
Çevreme daire çiz görenler desin pergel
Ruhum yalnız sevinsin zifir karanlıkta gel
Sevda gönüle arken süreyi nefret yerdi.

Kızıl gül goncasını toprak gibi beslerim
Huzur aşısı yapar gözyaşımla süslerim
Beni ayıplama dost insani heveslerim
Aşk sarayında yarken kader yerlere serdi.
Ahmet Çelik
www.kafiye.net


Tarih 31 Oca 2015 Kategori: Ali ANAR

MAVİ GÖZLÜ DEV


MAVİ GÖZLÜ DEV

Cepleri doldurmuş, hep uyanıklar.
Dertlerim gönlümde, sıralandı dost.
Biz, bayraklar çektik, özgür ufuklar.
Masmavi , o gözler, aralandı dost..

Hep, sana yol vermiş diken çalıdan.
Dağlarda serilmiş, renk renk halıdan.
O, boğazdan bakan, pembe yalıdan.
Kıymetli, her değer, paralandı dost..

Çok kimlik kayboldu, gözlerde hile.
Mazlumlar gönlünde, hiç bitmez çile.
Çok yüzler, boyamış , başka yüz ile.
Yaptığın, devrimler, karalandı dost..

O, mavi gözlerin, çakmak çakmaktı.
Amaç , hiç sönmeyen, ateş yakmaktı.
Gönlümüz , tek oldu, hep, sende aktı.
Kalplerde , bu hasret, sıralandı dost..

Dönmüyor çarkımız, çok şey çürüdü.
Tüm seven kalplerde, hüznün yürüdü.
Gelecek tüm dertler, çoktan göründü.
Bu millet , yürekten, yaralandı dost..

Masmavi gözlerin , aklımdan çıkmaz.
Türk oğlu, türküm ben, ateşler yakmaz.
Ciğerden, vurulsam, hiç kanım akmaz.
Her çığlık , kalbimde, naralandı dost..

ALİ ANAR 05.01.2015
www.kafiye.net


Tarih 31 Oca 2015 Kategori: Ömer Sabri KURŞUN

Kıskançlık…


Kıskançlık…

Üzerine onlarca tanım yapılabilecek, onca örnek sunulabilecek bir kavram, herkesin az çok yaşadığı/taşıdığı bir his. Kıskançlık hayatımızdaki tüm ikili ilişkilerde olabildiği gibi evlilikte de karşımıza çıkan ve dozu tutturulamadığı vakit problem yaşamamıza neden olabilecek bir duygu. “Seven kıskanır” düsturunu dilimize pelesenk eden bir toplum olsak da sevenin ne kadar kıskanması gerektiği hususunda dikkatli davranmamız gerekiyor.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın söylediği gibi yerinde kıskançlık bir tutkal görevi görüp eşleri birbirine bağlar, ilişkiyi diri tutar. Ancak yerinde olmayan, abartılı kıskançlıklar evliliğin günden güne içini oyarak yıkılmasına neden olur. Kıskanılmak çoğu insanın hoşuna gider, fakat hayatı olumsuz etkileyecek, hastalık boyutundaki kıskançlıklar tarafları mutsuz eder ve zamanla eşleri de tüketir, evlilikleri de.

Shakespeare’in tiyatro oyununda Othello’dan ilhamla “Othello Sendromu” olarak adlandırılan patolojik kıskançlık hastalığı, ABD’de yapılan bir araştırmaya göre evliliklerin %50’sinde sorunlara ve eşlerin mutsuz olmasına, %10’unda ise kıskançlık krizlerinin şiddete sebep olmasına yol açıyor. Bu yüzden kıskançlığa neden olan durumları iyi ölçüp tartıp kontrollü davranmak gerekir.

Shakespeare bundan yaklaşık olarak 500 yıl önce ünlü oyunu Othello’ da kıskançlığın varabileceği ürkütücü boyutları insanlara göstermek istemişti.

Kıskançlık kavramından önce genelde karıştırılan veya birbirinin yerine kullanılan “haset duygusu ”nu açıklamakta fayda vardır. Haset; insanın sahip olmadığı bir şeyden dolayı bunları sahip olan kişiye karşı hissettiği çekememezlik duygusudur. Yani tanımdan da anlaşılacağı üzere haset duygusu tamamen maddeye dönük olmakla birlikte, kıskançlık ise birey odaklıdır.

Kıskançlığın çok çeşitli tanımları olmakla birlikte en kapsamlı, genel kabul gören tanımı; kendisine ilgi duyulan kişinin, bu ilgiye cevap vermemesi ve dahası, başkaları ile ilgi kurmasından (kurduğunu düşünmesi veya zannetmesi de denebilir- yani esprili bir dille söylemek gerekirse “yanlış alarm” durumlarından- ) doğan kırgınlık olarak ifade edilir. Kıskançlık duygusu genelde yalnız yaşanmaz, partneri bazen öfke, bazen nefret, bazen de değersizlik hissi olabilir.

Yerinde ve ölçülü kıskançlıklar aşkı kuvvetlendirir…
Olumlu bulunan kıskançlıkların kökenine inildiğinde evliliğin temeli sayılabilecek duyguların bir uzantısı olduğu görülür; sahiplenme duygusu, sevgi ve aşk gibi… Eşler mahremini, kendisine ait olanı dış dünyadan korumak amacıyla kıskançlıklar yaşayabilir, dolayısıyla koruyucu tutum ve davranışlarda bulunabilirler. Bu durum her ne kadar bazen kısıtlamalara neden olsa da eşler kıskanılmayı sahiplenmenin bir göstergesi olarak gördükleri için hallerinden hoşnut olurlar.

Kimi zaman kıskançlık iltifat yerini alır kıskanılan eşin zihninde. Çünkü kıskançlığın temeli “seni seviyorum ”dur. Bu kıskançlıklar ilişkiye zarar vermez hatta eşler arasındaki bağları kuvvetlendirir. Beylerden, hanımlardan ara sıra duyarız “Eşim beni kıskanmasaydı beni sevmediğini düşünebilirdim” diye.

Kıskanmak sevginin alametidir ve olması gereken bir durumdur. M. Saki Erol, “Aile Saadeti” kitabında evlilikte kıskançlıkların harama giden yolu tıkamasından şöyle bahsediyor: “Kıskançlık yerinde, gereğinde ve ayarında olursa tehlikelere karşı emniyet olur. Ancak sebepsiz, gereksiz, delilsiz ve boş vesveseden kaynaklanan kıskançlık ise ‘afet’ olur. Erkeği kadından, kadını erkeğinden soğutur, yuvanın tadını bozar. Buna dikkat etmelidir.”

Hastalık derecesindeki kıskançlıklar evliliği kemirir…
Kıskançlık, bazı çiftlerin mutsuzluğunun birincil nedeni, biten evliliklerin bazen de en bariz sebebi olabilmektedir.
Peki nedir bu kıskançlığın nedeni? Nedir evlilikleri ya da beraberlikleri bu kadar etkileyen ve hayatı yaşanmaz kılan, çiftlerin huzurunu kaçıran şey?

İlginin azalması, kopması belki de tamamen ortadan kalkması hali. Bu durum ilişkilerde ilk zamanlarda normal ve anlayışla karşılanabilir. Hatta bazen eşler bu kıskançlıktan bile içten içe büyük keyif alabilirler. Bazı durumlarda sevginin ve bağlılığın bir nişanesi olarak da yorumlanabilir. Kıskançlık bir noktaya kadar hoş görülebilir belki. Fakat her şeyin fazlasının zarar olduğu mantığından hareket edersek eğer, kıskançlığında aşırısı her zaman sağlıksızdır. Yalnız burada vurgulanmak istenen husus ise ortada hiçbir neden yokken, eşlerden birinin özgüveninin yetersiz olmasından kaynaklanan kıskançlık halidir. Bu durum ise eşler arasında müthiş bir gerilim ve huzursuzluk yaratır. Bu şekildeki evliliklerin yürümesi ise o kadar zordur ki…

Bu olaya neden olan eşlerden birinin geçmiş yaşantısında-evlilik öncesi-güvensizlik doğuran, şüphe yaratacak hareket ve davranışlarıdır. Zamanında halledilememiş, konuşularak çözülemeyip üstü kapatılmış olaylar, belirli dönmelerde kendini gösterip ilişkiye darbeler indirebilir.

En kötüsü ve en dayanılmazı ise, ortada hiçbir neden yokken, geçmişte de güvensizlik yaratan bir olay yaşanmamışken, yaşanılan gereksiz kıskançlık halidir. Bu gereksiz kıskançlık hali iki tarafında hayatını zindana çevirir. Başkalarıyla beraber oluyor”, “eskisi gibi ilgilenmiyor”, “ilişkimizde bir soğuma hissediyorum ” ya da “ilk günlerdeki gibi değil hiçbir şey” tarzı düşünceler beyni sürekli kemirip durur. Eğer gerçekten böyle bir algılama, objektif verilere dayanmıyorsa, mantık bulunamıyorsa paranoyalar),açıklamalar karşı tarafı tatmin edemiyorsa ortada büyük bir sorun var demektir. Bu ruhsal yapıya sahip eşi ikna etmek ve böyle bir algılamanın yanlışlığını izah etme sabrını göstermek gerekmektedir.

Bu bireylerin ruhsal yapısı incelendiğinde “kaybetme korkusu” nun ne kadar baskın olduğu görülür. Fakat bu kaybetme korkusu çoğu insanın yaşadığı, normal kabul edilen kaybetme korkusundan biraz farklılık gösterir. Çocuğu hasta olan bir annenin korkması normal bir durumken, onun öleceğini düşünerek telaşa kapılması, uykusunun kaçması, yemeden içmeden kesilmesi ise anormal veya abartılı bir durumdur. Böyle insanlar ise kaybetme korkusunu yukarıda verilen örnekteki gibi abartılı yaşarlar.

İkinci bir nedeni de-ki bana göre en temel nedeni budur- tabanında yetersizlik veya eksiklik duygusunun yer aldığı özgüven sorunudur. Bireyin kendini beğenmemesi (özbeğeni eksikliği), güzel/yakışıklı olduğunu düşünmemesi veya kendini değerli addetmemesi bu durumu daha da çok tetikler. Evliliğe fayda yerine zarar veren kıskançlıklar; özgüven eksikliğinden, muhataba tutku derecesinde bağlanmaktan, karşıdakini kaybetme korkusundan kaynaklanır. Uzmanlar bu kıskançlıkları hastalık olarak kabul ediyor ve tedavi edilmesi gerektiği konusunda uyarıyor. Bu kıskançlıklar ilişkiye zarar vererek eşlerin birbirlerinden soğumasına, evliliklerin huzursuz ve kavgalı ortamlarda sürdürülmesine ve zaman zaman şiddet uygulanmasına neden olur. Çoğu zaman kuşkulardan ve kurgulardan ibarettir.

Böyle bir kıskançlığı yaşayan eş kendinde sınır tanımaz; şüpheci ve kalp kırıcıdır. Dışarıda eşini bir çember içine alarak herkesten korumaya çalışır. Kendinin olmadığı yerde eşinin olmaması gerektiğini düşünerek eşini engellemeye çalışır. Eşinin gittiği yerlere, konuştuğu insanlara karşı aşırı titiz ve dikkatlidir. Bu kıskançlıkların yaşandığı evlilikler zamanla kısıtlamalardan ibaret bir hal almaya başlar. İlişkide “Oraya gitme! Ne gerek var orada gezmeye?” “Sen arkadaşlarına gitme,” “Neden bu kadar geç kaldın?” “Kimle konuşuyordun?” “Neredesin?”gibi sözler can sıkıcı boyuta ulaşmıştır ve eşler yavaş yavaş tükenmeye başlamıştır.
Böyle durumlar mahalle baskısını baskın olduğun göstergesidir. İyi olmak istiyorsanız mahalleden uzak duracaksınız…

Yada uzak kaldığınız halde sorunun ateşi sönmediyse ve bu kıskançlık hali eşler arasında dayanılmaz bir hal alıyorsa, evlilik bağını zedelemeye başladıysa acilen bir uzmanın yardımına ihtiyaç var demektir. Yalnız unutulmamalıdır ki ruhsal sıkıntıları yenmenin ilk şartı ferdin bu sorununun varlığını kabul edip, tedaviye onay vermesinden geçer.

Bu durumda;
Kıskanan eş ne yapmalı?
Öncelikle kişi yaşadığı şiddetli kıskançlık duygusunu ve bu duygunun yoğunluğuyla yaşadığı/yaşattığı sıkıntıları kabul etmeli.
Kıskanan eş, neden böyle hissettiği konusunda kendini ölçüp tartmalı. “Gerçekten kıskanacak somut bir durum var mı?” diye iyi düşünmeli. Eğer kıskançlığı kuruntudan ibaretse duygularını kontrol altına almalı. Baskıcı ve zorlayıcı tavırlar eşi yıpratmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Sadakati perçinlemenin tek yolu sevgi ve saygıdır. Bu durumda kıskanan, öfkeli tavırlarından vazgeçip eşine sevgi ile yaklaşmalı. Kişi gereksiz kıskançlıklarını kontrol altına alamıyorsa, hem kendi hem eşi hem de evliliği zarar görmeye başlamışsa uzmanlardan yardım almalı.

Ve kıskanılan eş ne yapmalı?
Aşırı kıskançlıklar karşısında huzuru bozulan eşe ilk olarak “sabırlı olması” tavsiye edilir. Aşırı kıskançlıkları karşısında sabırlı davranarak eşinin bu durumdan kurtulabilmesi için ona yardımcı olmalıdır. Kıskanılan eş, çıkan kıskançlık tartışmalarında sabırlı olmayıp tepkisini kontrolsüzce gösterirse tartışmaların daha da büyümesine neden olur. Kıskanılan eş kendisine yöneltilen sorulara net ve emin biçimde cevap vermelidir. Eşini sevdiğini her daim belli etmelidir. Eşinin sakin bir anında aşırı kıskançlıkların kendisini rahatsız ettiğini ve yaşadığı olumsuzlukları eşine anlatmalıdır. Gerekiyorsa eşinin uzmandan destek alması konusunda ona telkinde bulunmalıdır…

Tüm bunları yapıyor ve hala sorun devam ediyorsa bırakın yakasını gitsin ve bitsin, iç huzura kavuşun. Ananız sizi bir daha doğurmayacak-)))

Ömer Sabri KURŞUN
www.kafiye.net


Tarih 31 Oca 2015 Kategori: Birgül Sevil TEKİNAY

YILDIZ BAKIŞLIM


YILDIZ BAKIŞLIM

Tepeden tırnağa
Eşsizdin gözümde
Gözlerin yıldız
Yüzün ay parçası ,gecemde
Sevginle güneşi getirdin günüme
Mevsimlerden yaz’ı
Hatıralarımda kalışın
Şiirlerimde saklım
Yıldız bakışlım
Canımın içi deyişin
Zikredip gelişin
Hafızamda kalışın
Sevdiğim en güzel şarkıyı
Kulağıma fısıldayışın
Mehtapa bakıp
Dizimde yatışın
Gönlümde saklım
Kalbimde vahasın
Alıp da gitme başını
Ne olur dur gitme
Allah aşkına
Gidersen bu kalp durur
Kalbimin nakşında
Gitme yıldız bakışlım

Birgü Sevil Tekinay
www.kafiye.net


Tarih 30 Oca 2015 Kategori: Belgin Turan SATICI

Karışık bir yazı, sen de varsın içinde…


Karışık bir yazı, sen de varsın içinde…

 

18.02.2014

Bugün yazasım var. Bugün fırtına olup esesim , yağmur olup yağasım var. Bugün düzeni bozup yeniden yapasım var. Boş bir sayfa açtım. Sonra penceremden ormana doğru kaydı gözlerim. Ellerim masanın üzerinde, öylece kaldı. Ne yazsam diye düşündüm. Bir tarafım yitirilen yakınların insan hayatındaki izlerini yazmak istedi. Ölümün her şeye nasıl nokta koyduğunu ve bir daha geri dönüşü olmadığının insan duyguları üzerinde yarattığı acı, hüzün oturdu yüreğime. Derin derin nefes almaya çalışırken anladım kaptırdığımı ve kilitlediğimi bedenimi…

Peki biliyorsak nihai sonu, o zaman neden günlerimiz birbirimizi yemekle, o zaman neden birbirimizin ayağını kaydırmakla, sahte ilişkilerle, kandırmacalarla, kinle, nefretle geçiyor çoğu kişinin hayatında.

***

Bir başka konu özellikle lise dönemindeki gençlerde gördüğüm içsel yalnızlık, kalabalık arasında kendi kişiliğini bulma/bulamama arayışları… Kendi aralarında kurdukları liderlik ve sürü anlayışı ve bunun gençler üzerinde yarattığı olumsuz etkilerine artık yetkili kurum ve kuruluşların dur deme zamanı… Oradaki o çete başı, yarın bir gün topluma yansımalarını farklı mekânlarda, farklı olaylarla yine toplumun kamburu şeklinde çıkacak birilerinin karşısına. Okuldaki asayişi, disiplini mahalle çetesine bırakmaya göz yumarsan onlarda biraz daha içe kapanık çocuklarımızla alay da eder, aşağılar da, küçük de düşürür. Bunu yapmaya, göz yummaya kimsenin hakkı yok. Bu şekilde yapan gençlerimizin de ciddi sorunlarının olduğunu düşünüyorum. Bu duruma maruz kalan gençlerimizin de sinme, boyun eğme, kendini değersiz hissetme gibi sonuçları çıkabiliyor. Velilerimizin, öğretmenlerimizin ve idarecilerimizin el ele verip artık bu haylazlığa dur deme zamanları geldi geçiyor.

***

Diğer taraftan bu sene yağmayan yağmurların, karların hayatımıza nasıl yansıyacağını düşündüm. Binlerce kez dua ettim yağmur yağsın diye… Toprak, su olmadan küser hayata bilirsiniz. Su ki, bütün dertlerimizi yıkayan, ruhumuzu arındıran yegane nimetlerden biri… Şimdi yağmur yağma zamanı, nevresimlerin üzerine, hainliklerin, kokuşmuşlukların üzerine yağmalı yağmur… Çocukların kapkara dünyasına yağmalı, alayların, hor görmenin üzerinden geçmeli yağmur… Yaşanmamışlıkları yıkamalı, pişmanlıkları arındırmalı, çamurlu sular akmalı sokakların kıvrımlarından, caddeler pisliklerden arınmalı…

Şimdi tam da yağmur yağma zamanı, yüreklerin kirini pasını silerek bir çırpıda, toprağa can vermeli, ağaçlar yalancı tomurcuklarını atıp, şimdi arınma zamanı…

Belgin Turan SATICI
www.kafiye.net

 


Tarih 30 Oca 2015 Kategori: Belgin Turan SATICI

Sermayemiz sevgimiz…


Sermayemiz Sevgimiz…

10.01.2015

Ellerimi saçlarımın arasında gezdiriyorum. Kafam avuçlarımın arasına düşüveriyor. İşi, gücü bir kenara bırakıp dışarıya bakıyorum. Devasa çam ağaçları gelin gibi bezenmiş. Dallarında kuşları göremiyorum. Güneş soğuğa inat buradayım der gibi uzaktan gülümsüyor. İşte bir kuş soğuktan bir daldan diğer dala konuyor. O da ne aniden 5 güvercin penceremin kenarına geliveriyor. Bunlar konuşuyor gibi yiyecek istiyorlar. Ne kadar ekmek varsa pencereme koyuyorum.

Köşede bir kedi feryat figan ağlıyor adeta. Soğuk yerlere bastıkça inliyor. Bir teyze elinde bir parça poğaçayı ufalayıp atıyor yesin diye…

Arkadaşlar bir grup kurmuşlar bir sitede sürekli oradan mesaj geliyor. Çocukları nasıl yetiştirmemiz gerektiğine ilişkin…

Maneviyatı öğretmemiz gerekiyor, diyor biri. Ben öyle yetiştirdim diyor diğer arkadaş…

Bir arkadaşın oğlu arıyor. Depresyondayım. Bazen gelenler geliyor. Hiçbir şeyle ilgilenmek istemiyorum.

Kızım şu ara benimle ilgilenmiyor.

***

Dün akşam DÜYADER Başkanımız, İstanbul-Ankara yolunu yaklaşık 15 saatte arabayla geldi. Bir taraftan soğuk, diğer taraftan gecenin sessizliği, gizemi can telaşı, yaşam mücadelesi, yarın ki, planlar ve geçmeyen zamanın yüreğe yansıyan ruh halleri…

Bakın DÜYADER Başkanımız Umut Çınar bu durumu nasıl anlattı. “Bu soğukta İstanbul’a gidilir mi dediler? Gidildi çünkü yaşlılar için gittik. 15 saat yolda kaldık. Kısmet nasip yolda kalmış bir yaşlıyı aracımıza aldık. Her şey bir vesile, burada toplantıya geç kaldım. Soğuktan donan bir kadını alıp kalacağı bir yere yerleştirdik.”

***

En yakın arkadaşım sürekli sitem ediyor. Ona yeterince vakit ayıramıyorum, diye…

Kahveyi köpüksüz yapıyorum. Canım sıkılıyor.

Biri o da dert mi diyor.

Kadının tek hayali mutlu bir aşk yaşamakmış…

Adam kafasına göre birini bulamamış.

Teknoloji aşkı öldürdü diyor bir okurum.

Mesele et değil, yürek diyor başkası.

“Kimseye etmem şikâyet ağlarım ben halime.” Diyor Müzeyyen Senar o kadife sesiyle. Sonra bakıyorum ki, o da şimdi yaşlılığa bağlı sebeplerden dolayı rahatsız…

Hey gidi günler…

***

Tamam, kendime geliyorum. Yapmam gereken işlere yoğunlaşıp silkeleniyorum. Ruh halimi düzeltip yüzüme kocaman bir gülümseme oturtuyorum.

Sermayemiz, sevgimiz çünkü…

Geriye başka bir şey kalmayacak…

Yaptığımız güzellikler, iyilikler, yazılanlar…

Ey hayat! Sana söylüyorum. İyi ki varsın…

Belgin Turan SATICI
www.kafiye.net

 


Tarih 30 Oca 2015 Kategori: Yegane Sercuvarlı

DÜNYADA – DÜNYADA


DÜNYADA – DÜNYADA

NAZIMI ÇEKEN OLAYDI…
SİNEME ÇÖKEN OLAYDI,
ÖMRÜNDEN GEÇEN OLAYDI
BENE DÜNYADA-DÜNYADA .

DERDLİ GÖNLÜM QALIB SESDE,
GEL HARAYLA, BENİ SESLE.
ÇATAMMADIM KALBİ HASDE,
SENE DÜNYADA-DÜNYADA .

KURBAN GÖZÜN QARASINA,
DÖNDÜN ÖMRÜN PARASINA .
BAK SİNEMİN YARASINA,
ESGİ DÜNYADA-DÜNYADA

Yegane Sercuvarlı
www.kafiye.net