Kategoriler

Arşivler


Tarih 30 Ağu 2013 Kategori: Aylin AKGÜN

TÜKENDİM

 

TÜKENDİM

Zordu yıllarım hep, didindim durdum,
Bir lokma ekmekle, karnım doyurdum,
Yaşam sevincimi ben hep korudum,
Hayat yorgunuyum, savaşıp geldim..

Kimse anlamadı, neden küsmüştüm?
Çaresizlikten mi acı gülüşüm?
Sustuğum için mi hor görüldüğüm?
Gururumdan taviz vermeden geldim..

Rahat görmedim ben, huzur istedim,
Bir damla mutluluk sevgi dileğim,
Yere göğe sığmaz, neşem sevincim,
Hayat yorgunuyum, sevdim tükendim…

26.08.2013
Aylin AKGÜN
AYIN ŞAVKI
www.kafiye.net


Tarih 30 Ağu 2013 Kategori: Yadigar ÜNVER

YAŞAM ARASI BİR ÖLMEK

YAŞAM ARASI BİR ÖLMEK

Israrla çalan telefonumu iş yoğunluğum içerisinde sağlıklı konuşamayacağım fikriyle meşgule alıyorum. Bir dakika geçmeden tekrar çalmaya başlıyor telefonum. Biraz huzursuz ve endişeli, biraz meraklı elimde telefon koridora çıkıyorum. Ortalıkta kimselerin olmayışı beni rahatlatıyor. Cevapla tuşuna basmadan önce
aldığım derin nefesin sebebini bilmiyorum.

Arayan canıma can bildiğim dostum Nurhan; ama ben ona hep Nur’um…diyorum.

Efendim, dediğim anda peş peşe gelen sorularla afallıyorum.

‘’Firuze; iyisin, yaşıyorsun ,ölmedin değil mi?’’

Evet, deyince yükseliyor Nur’un sesi:

‘’Neye evet, iyi olduğuna mı, yaşadığına mı, öldüğüne mi?’’

‘’Saçmala Nur’um, ölmüş olsam sana cevap verebilir miyim?’’

‘’İş yerinden öğleden sonrası için izin alabilir misin? Seni görmem gerek.’’ diyor.

‘’Denerim ama Allah aşkına bu ne telaş, neyin var senin?’’ diyorum.

‘’Yapma lütfen ,telaşlı falan değilim, sadece seni görmek istiyorum. Bir de kahve
muhabbetlerimizi özledim. Hepsi bu.’’ diyor.

‘’Tamam ‘’ deyip kapatıyorum telefonu .Aklım Nur’un ağlamaklı ,ikircikli sesinde kalıyor.

Son zamanlarda çokça hassaslaştığını, durup dururken ağlamaya başladığını, ardından kahkahalarla güldüğünü anımsıyorum. Gözlerim buğulanıyor Bir de vasiyetini hazırlar gibi konuşmaları yok mu? Daha dün akşam ‘’Bak bana bir
şey olursa, şuralara ödemelerim var, falancadan alacağım var .Onları alıp ödersin. Alt sokakta yalnız yaşayan bir Ayşe Teyze var.

Ben, her akşam ona yemek götürürüm, benden sonra sen devam edersin buna .’’ demişti. Ah deli kız ,diyorum içimden patronumun odasına doğru yollanırken.

İzin almakta zorlanmıyorum. Zira sık yaptığım bir şey değil bu.

Panik halinde çıkıyorum iş yerinden. Arabama binip kontağı çevirdiğimde paltomu üzerime almadığımı fark ediyorum ama önemi yok. Nur’uma gidiyorum; arabada da üşümem nasıl olsa.

Meydandan yukarı doğru çıkarken yol kenarında delice eriklerin pıtır pıtır açan
çiçeklerini ilkyazın müjdecisi diyerek seviyorum gözlerimle. Kocaman bir tebessüm yayılıyor yüzüme. Nisan günleri tüm davetkarlığıyla gizemligizemli salınıyor önümde. Gözlerimde, yüreğimde kelebekler uçuşuyor. Yaşamak bir kez daha
güzelleşiyor zamanın yonttuğu, budadığı mevsimde.

Ne kadar yol aldığımı arabamın ön camına tek tük düşmeye başlayan iri yağmur  damlalarını fark ettiğimde saate bakıyorum. On beş dakikadır yoldayım. Yağmur damlaları sıklaşıyor ve ben şehir trafiğini geride bırakıp Nur’un bağ evine doğru yol almaya başlıyorum.

Gök gürlüyor, yağmur şiddetini arttırıyor, yolum tenhalaşıyor birden. Az önce meydanda gördüğüm bahar dallarında patlayan çiçekler yol kenarında pembemsi bir şerit oluşturmuş benimle birlikte akıyor. Yol ıslak ve kaygan. Oldum olası arabayı hızlı kullanmayı seviyorum.

Bu dürtüyle gaza basarken çocuklarım ve eşim geliyor gözlerimin önüne. Yavaşlamak istesem de içimdeki baskın hız dürtüsüne yenik düşüyorum. ‘’Hadi Firuze, yapma ,rahat ol; iyi şoförsün kızım sen. Bu yolla baş edebilirsin.’’ diyor iç
sesim.

Sevdiğim özel şarkılardan oluşturduğum CD’yi takıyorum müzik çalara. Sezen’in

dokunaklı, buğulu sesinden dökülen nağmeler ruhuma kanıma karışıyor usul usul. Kaç insanın kendi adının geçtiği bir şarkıyı dinleme şansı var ki diye düşünürken mırıldanarak eşlik ediyorum Sezen’e…

Bir gün dönüp bakınca düşler
İçmiş olursa yudum yudum yılları
Ağla, ağla Firuze ağla
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu
Kıskanır rengini baharda yeşiller
Sevda büyüsü gibisin sen Firuze
Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze

Duru bir su gibi, bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgar gibi
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş
Acelen ne bekle Firuze…

Ah Sezen, ömrümün en dilsiz zamanlarının sesi… Hızımı arttırdığımı Nur’un bağ evine giden son virajı alırken fark ediyorum.’’ Ah Nur, iyi ki görmek istedin beni. Yaşamak ve çıldırmak için ne güzel bir gün. Bir dosta giden yol böylesine güzelse kim bilir o dostun kendisi ne kadar özel ve güzeldir. ’’düşüncesinin yüzüme yaydığı gülümseme bıçak gibi kesiliyor birden. Direksiyon hakimiyetimi kaybediyorum. Son köprünün üzerindeyim. Arabam rüzgarın önündeki yaprak misali sağa sola savruluyor ve şiddetli bir gürültü kopuyor. Sezen’in ‘’Geri Dön’’ şarkısı çalıyor CD’de. Ses kesiliyor, bağırışlar, ayak sesleri ayyuka çıkıyor. Siren sesleri bir sedye olduğunu sandığım tekerlekli bir koşu eşliğinde devam ediyor.

Gözlerimi açmak, olan biteni görmek istiyorum. Zorlanıyorum. Kollarım ,üzerine beton dökülmüşçesine ağır. Bir süre sonra tavanından spot ışıklar yayılan bir odadayım. Bir şeyler oluyor. Yolunda gitmeyen bir şeyler var. İçim boşalıyor ve bedenim külçe gibi ağırlaşıyor. Başucumda bir sehpa var. Zorla araladığım göz
kapaklarımın arasından başımda bekleyen bir kalabalık olduğunu seçebiliyorum. Elimi avuçlarında tutan eşim olmalı. Durmadan sayıklıyor:

‘’Hayır…Firuze, gitmeyeceksin!’’

Saniyeler arasında Nur’umu görüyorum. Ama ağlıyor bu kız. Ayak ucumda kızım
Melisa ve oğlum Efe bir birine yaslanmışlar. Dudakları sürekli kıpırdıyor derken her şey, herkes kayboluyor. Kaç gece kaç gündüz bu halde kaldım ,bilemiyorum.
Durmadan bağırıyorum, yalvarıyorum:
‘’Allah’ım, benim yaşamam gerek. Eşim ,çocuklarım, sevdiklerim bensiz yapamaz. Hem eşim yemek yapmayı ,çamaşır yıkamayı, ütü yapmayı beceremez. Çocuklarım perişan olur. Daha üniversiteye gidecek onlar, aşık olacaklar, evlenecekler, torunlarım olacak ve ben olmayacak, olamayacak mıyım…? Ne olur yaşat beni.
Ben gidersem çiçeklerim kurur, boynu bükük kalır pencere önündeki Afrika menekşelerimin. Köpeğimiz de Meks ağlar, ne olur yaşat beni …’’ diye yalvarıyorum sürekli.

Gücüm kesiliyor, iç sesim de susuyor. Direnmeliyim. Her şeyi böyle eksik, böyle yarım bırakıp gitmek yakışmaz bana. Aralarına hıçkırıklar serpiştirilmiş mırıldanmalar duyar gibiyim.
Eşimin, diğer yarımın sesi bu:
‘’Firuze, seninle olduğum bir hayatı bu kadar sevmişken ,cümle güzel sıfatları adına
eklemişken; nefesim, sesim, ömrüm, aşkım, sultanım, baharım demişken sana, karalar giydirme yüreğime. Yetim bırakma gözlerimi ardında.
Hadi, uyan Firuze’m, bu yaz hep yapmak istediğimiz Abant tatilimizi yapacağız. Ölü
Deniz’e gidip paraşütle atlayacağız. Hem balkondaki çiçeklerin dilinden anlamıyorum ki ben. Gitme, ölümüm olursun Firuze’m…’’diyor.

Her şeyi nasıl bu kadar net duyduğuma şaşıyorum. Nur’um, bir köşeye çekilmiş, ağlıyor, kendini suçluyor durmadan. ’’Ben çağırmasaydım sen yollara düşmezdin ve şu an ölümün eşiğinde olmazdın. Beni sonsuz bir azapta bırakma

Firuze…Sen güçlüsün, neleri aşmadın ki? Ben, biz; sensiz ne yaparız? Hadi be mikrobum, şaka yaptım, ölmüyorum, döndüm ,de.’’ diyor.

Başucumdaki ekrandan çıktığını tahmin ettiğim bir ses odadakileri hareketlendiriyor, çığlıklar yükseliyor. Galiba ölüyorum. Nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum. Sanırım bir sandıktayım. Kalkmak istiyorum, sert bir yere çarpıyor kafam. Bir sis peydahlanıyor, içine alıyor beni. Kim olduğunu  çıkaramadığım bir kadın beliriyor sisin içinde:

‘’Sen öldün Firuze, boş yere çırpınıp durma.’’diyor.
‘’Hayır, ölmedim ,ölemem ben.’’ derken çocukken
‘’Eğer bir gün Azrail bana da gelirse bir yolunu bulur atlatırım onu ve ölmem .’’ dediğim zamanları hatırlıyorum.

‘’Sen de kimsin ki öldüğüme karar veriyorsun?’’ demeye kalmadan görüntü kayboluyor.

Eve gitmeliyim. Oğlum ve kızım okuldan gelmişlerdir. Eşim de eve gelirken bir sokak çiçekçisinden bir demet papatya almıştır bana.’’ deyip ayaklanıyorum. Birden tüy kadar hafif  bir Firuze oluyorum. Sandıktan çıkıp göğe doğru yükselmeye başlıyorum. Meğer toprak da zaman gibi geçirgenmiş. Eve gideceğim ve herkesi
sevindireceğim aklımca. Hızlı ve fazla geçirgen bir yolculuktan sonra bahçesinde onlarca çiçeğin bahara ayaklandığı evimizin dış kapısındayım. Evde bir kalabalık var. İçeri doğru süzülüyorum. Neden kimseler görmüyor beni? Oysa ben onları tek tek görüyorum. Salona geçiyorum. Konu komşu, eş dost ,hısım akraba herkes burada. Kadınlar başlarını örtmüşler ,Yasin okuyan yaşlıca bir kadını dinliyorlar. Kızım da onlarla. Nur’umun omzuna yaslanmış ağlıyor. Hay Allah, dönüp baksa beni görecek ,sevinecek; bakmıyor. Yanına sokulup :
‘’Neden ağlıyorsun Melisa’m?’’ diyorum cevap yok.
‘’Annem, anneciğim neden öldün ki?’’ diyor durmadan.
‘’Ölmedim, buradayım canım kızım. Baban ve kardeşin nerede?’’ diye soruyorum, nafile. Ben onları görüyorum, duyuyorum ama onların hiçbiri benim farkımda değil. Oturma odasında erkekler toplanmış oturuyorlar. Eşim çok bitkin görünüyor. Herkes suskun. Eşime sesleniyorum, duymuyor beni. Bu duruma içerliyorum.
Çığlık atıyorum peş peşe.’’ Biriniz de beni duysa ne olur…ölmedim ki ben .’’diyorum.

Birden geri doğru çekilmeye başlıyorum. Kendimi toprağın altındaki o daracık yerde buluyorum.

Yoğun bir sis var. Sisin içinde yavaş yavaş beyazlı kadının görüntüsü ortaya çıkıyor. ’’Sen öldün Firuze, anlasana. Seni kimse duyamaz ,göremez artık.’’ diyor bana. Derin bir iç geçiriyorum. Eve gidip bir daha denemeliyim şansımı düşüncesiyle sıyrılıyorum toprağın altından. Bir önceki yolculuğumu tekrarlayarak evimize ulaşıyorum. Yatak odamıza gidiyorum.

Eşim derin bir uykunun koynunda. Yüzünde alışık olmadığım bir mutsuzluk var. Rengi de solgun üstelik. Sesleniyorum usulca ama duymuyor beni. Yok , böyle olmayacak. Rüyasına girmeliyim ve konuşmalıyım onunla. Uykusuna sızıyorum önce .Büyük bir umutla rüyasına dahil olmaya çalışıyorum. Ama rüyasında başkaları var. O kadar kalabalık ki beni görmemesi ihtimalinin korkusuyla oğlumun odasına doğru yol alıyorum. Bilgisayarın başında oturuyor oğlum. Bir şeyler yazıyor. Masaya yaklaşıp okumaya başlıyorum yazdıklarını. İlk sözcüğü okumamla yüreğime, bedenime aşinası olmadığım bir alev yayılıyor:

‘’Annem…ben sensiz yaşamayı bilmiyorum. Sensiz nasıl sevinilir, nasıl mutlu olunur bilmiyorum. Sen gittiğinden beri hepimizin hayatı başkalaştı. Renklerimiz soldu. Bahar geldi oysa… Ölmek için kötü bir zaman değil mi be annem. Şimdi bir mucize olsa, sen geri gelsen, kaldığı yerden olduğu güzellikte devam etsek, edebilsek hayatımıza.’’ Bu noktada ağlamaya başlıyor oğlum ,hem de sarsıla sarsıla. Eşim ve
kızım koşup geliyorlar odaya. Dayanamıyorum…olanca gücümle bağırıyorum: ‘’Ben
ölmedim bir tanem, ölmedim ben…’’

Kapının zili ısrarlı ısrarlı çalıyor. Ben ölmedim, diyerek fırlıyorum yataktan. Odadan çıkıp telaşla koridordan geçerken çabucak oğlumun ve kızımın oda kapısını aralayıp bakıyorum. Mışıl mışıl uykudalar. Kapı hâlâ çalıyor. Üzerime bir şal alıp kapıyı açmaya çalışırken eşim sesleniyor odadan:

‘’Firuze, sana akşam söylemeyi unuttum. Nur, bu sabah kahvaltıya gelecekti bize.’’
Algılama sorunu yaşıyorum bir an. Kapıyı açınca elinde bir demet papatya ve simit poşetiyle Nur’u karşımda buluyorum. Sımsıkı sarılıveriyorum boynuna.

‘’Senin hiçbir suçun yok, hem ben ölmedim bak.’’ diyorum. Sayıklamalarım bir süre devam ediyor. Nur’um şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor.

‘’Neden ölesin ki biriciğim. Bugün pazar ve güzel bir bahar günü yaşamak için.’’ diyor.Dakikalarca boynunda asılı kalıyorum ve derin hıçkırıklara boğuluyorum.

‘’Rüya mı gördün bakayım sen?’’ diyor Nur’um. Gözlerimi kapatarak ‘evet’ anlamında başımı sallıyorum. Yüzümü avuçlarının içine alıp gözlerime bakıyor sıcacık. Kol kola içeri geçiyoruz. Eşim, kızım ve oğlum da uyanmışlar. Bendeki garipliği anlamak istercesine yüzüme bakıyorlar. Hepsini tek tek kucaklayıp öpüyorum. Nasıl bir rüya gördüğümü bilmek isteyen meraklı bakışlarla etrafıma oturuyorlar. Ağlamam kesilince anlatmaya başlıyorum:

‘’…İşyerinden Nur’a giderken bir trafik kazası sonucu ölmüşüm…’’

Ben anlattıkça herkesin üzerine bir durgunluk çöküyor. Rüyamı anlatmam bitince hepimiz bir süre susuyoruz. Sonra eşim basıyor kahkahayı. ’’Sen, ne zaman bir rüya görsen hepimizi o rüyanın içine alıyorsun, uzunca zaman da o rüyayla yaşıyorsun, çok etkileniyorsun, çok üzülüyorsun. Yaşamda her şeyi fazlasıyla ciddiye aldığın gibi rüyalarını da ciddiye alıyorsun.

Hatırlıyor musun bir keresinde rüyanda benim seni başka bir kadınla aldattığımı görmüş ve günlerce yüzünü düşürmüş, sitem etmiştin bana.’’
Nur’a dönerek yarı şaka yarı ciddi anlatmaya devam ediyor eşim:

‘’ İnanabiliyor musun ,kendisini aldattığım kadının adı bile belliydi: ’Zeynep.’ Günlerce Zeynep kim? diye sorguya çekti beni.Kederlendi, üzüldü. Bu rüyanın etkisinden kurtulması uzun zaman aldı.’’ diyor.

Sonra bana dönüp , ellerimi tutuyor, tüm içtenliğiyle yüzüme bakıp:

‘’Hani şair diyordu ya: ’Yüzün başka bir hüzün, hüzün başka bir yüzün. ’ Ben bu sözü sana çok yakıştırıyorum. Pamuk yüreklim, sendeki bütün halleri seviyorum ben . Biliyor musun, sen benim en tatlı, en güzel, en anlamlı yüzüm ve hüznümsün, ömrümsün Firuze’m.’’ diyor.

Gülümsüyorum: ‘’Allah’ım…bu nasıl bir rüyaydı böyle. Ölmemişim, bana verdiklerine şükürler olsun …’’ derken bütün bedenime hükmeden hüznümü bir elbise gibi çıkarıp atamıyorum üzerimden. Hep birlikte yüzümüzde buruk bir sevinçle mutfağa doğru hareketleniyoruz. Ölmedim, o zaman en sevdiklerimle paylaşacağım güzel bir kahvaltıya ‘hayır’ demem.

Yadigar ÜNVER
www.kafiye.net


Tarih 30 Ağu 2013 Kategori: Yadigar ÜNVER

KORKMUYORUM

KORKMUYORUM

Sükutumu göz çukurlarımda biriken yaşlarımla vurdular
Ölü düşler savruldu gecenin karanlığından
Ölümlerden ürkmüş ölüler yatıyor zamanın yastığında
Gelişine kurduğum yüreğimde sesini yitiriyor tik taklarım
Yaşam ,kirlenmiş bulutlara tırmanıyor ağır aksak
Sevmeyi bilmeyene sevmeler yetmezmiş meğer
Rast kalkıp gitmiş makamından rastık çekiyor hüznüme
Sensizliğimi sollayan çığlıklarımla vurdum ben deniz kuşlarını
Bir gök dolusu yıldız gibi döküldü martılar ayak uçlarıma
Ağlamadı gökyüzü kendi kayıplarına
Kara bir örtü çekiyor şimdi beyazını kirletmiş bulutlar
Şehrin rüzgarlı tepelerinin üzerinden yere
Korkmuyorum artık
Kalemi elinde ,ölü bulunmuş bir şair olmaktan
Daha önce ,bilmiyorum kaç kez öldüm
Kaç ölümün yangınını körükledi nefesim
Kaç kez kaybettim seni kaç kez buldum
Kaç kez kendime geçirdim bilenmiş tırnaklarımı
Kaç kez tutukladım sende kendimi
Kaç kez firar ettim kendimden sana
Senden kendime kaç yolcuğun biletini kestim
Vagonlar yaktım istasyonlarda
Trenler çıkardım rayından gidişin olmasın diye
Sen bende ölme diye
Kaç kez sıvazladım yaşamın sırtını
Korkmuyorum artık
Kalemi elinde ,ölü bulunmuş bir şair olmaktan
Korkuyu ölümün soluğunda öldürdüm ben

Yadigar ÜNVER
www.kafiye.net


Tarih 30 Ağu 2013 Kategori: Yadigar ÜNVER

YİNE DE

YİNE DE

Yokluğunu bastırmak için
Kaç bahar süsü verdim ömrüme
Kaç intiharın şafağında sabahladım
Kaç kez düştü uçurumlar peşime

Ayaklarının ritmine uydu ya yüreğin
_Koca gövdeye neyler ki yumruk kadar yürek_
Sen vazgeçtin ya bizden
Bizsizliğin ıssızlığına alışamadım ben
Yaşayamadım rüzgarında zamanın
Dokunmadım sensizliğime
Seni çaldı gece yarılarında telefonlar
Seni söyledi bildiğim bilmediğim dillerde
Bütün şarkılar
Seni anlattı uzak bir şehirde
Hüznü ezber etmiş yağmurlu nice akşamlar

Ah canımın esrik ve eksik yanı
Anlaşılmayı bekleyen alışkanlığımsın sen
Her şeye geç kalmışlığım
Sevinç taşkınlığım
Keder aşkınlığım
Cesaretsizliğime pişmanlığım
Çıkmaya az gönüllü canımsın sen

Ama yine de
Kendini inkar eden bir eylemin peşinde
Parmak izlerinden aşka gittiğim
Şah damarımda şahlanan
Azıcık eksilse de
Çokça tazelenen umut yanımsın sen

Yadigar ÜNVER
www.kafiye.net


Tarih 29 Ağu 2013 Kategori: Sevim Çiçek KARADENİZ

KOKUNU SEVDALARA SAÇ ŞEBİNGÜLÜM

KOKUNU SEVDALARA SAÇ ŞEBİNGÜLÜM

Güneşimin doğuşu , gülüşüsün sen.
Kızıl gonca yanağın utangaç ve şen.
Sana nasıl tutkunum, aşığım bilsen.
Gamzeme bir ok gibi bat Şebingülüm

Edâlı bakışların, içimde kor gibi.
Hasretle yakışların, uzakta yâr gibi.
Seni koklamadığım yâd el dar gibi.
Olanca görkeminle aç Şebingülüm.

Koparmaya kıyamam kırmızı tâcım
Şu küskün yüreğime sensin ilâcım
Hasretin bir kor gibi, derindir acım.
Kokunu sevdalara saç Şebingülüm.

Amasya’dır vatanın, başka il gurbet
Âsûde türâbında, sen aşkı yâdet
Senden başka güllere, edemem rağbet
İremdeki bağında, uç Şebingülüm.

Ölümün bûsesiyle, çatmasın kaşın.
Solarsan da hüzünle, dik dursun başın.
Yaslar sana yakışmaz, akmasın yaşın.
Son deminde gururla göç Şebingülüm.

Sevim Çiçek Karadeniz
www.kafiye.net


Tarih 29 Ağu 2013 Kategori: Hanife KÜÇÜK

YETER

YETER

Hasret dolu günlerin çaresi sende
Bana çektirdiğin zulümden beter
Viran olmuş gecenin sabahı sende
Halime bakıp ta güldüğün yeter

Ne ümidim kaldı ne hayallerim
Hiç bir şey kar etmez yok mu tesellim
Çaresiz kalışım senin eserin
Uzaktan seyredip güldüğün yeter

Gözlerim yollarda dönersin diye
Kalbimden bu acı dinecek yine
Yaşama ümidim bir sen sin diye
Aşkımı ellere güldürme yeter

Çok çektim elinden attım sineye
Tanrıdan diledim sevdiğim diye
Sahip çık bu aşka mahşerde bile
Şu yalan dünyaya güldürme yeter

Hanife Küçük ( Hicaz şarkılar )
25/07/2013
www.kafiye.net


Tarih 29 Ağu 2013 Kategori: Hanife KÜÇÜK

TERKİ DİYAR EYLEDİM

TERKİ DİYAR EYLEDİM

Gönlümün kapısından
Başımı öne eğdim
Tütmeyen  ocağından
Terki  diyar eyledim

Seni her gördüğümde
Kalbim nasıl titrerdi
Kalamam bu şehirde
Mutlu olasın diye

Ölüme mahkûm ettin
Kapkara kefen biçtin
Bu hayattan vazgeçtim
Terki diyar eyledim

Olmaz olasın hayat
Derdime bin bir dert kat
Vermedin bana bir tat
Terki diyar eylerim

Hanife küçük ( Hicaz şarkılar )
28/07/2013
www.kafiye.net


Tarih 29 Ağu 2013 Kategori: Hanife KÜÇÜK

BIRAKIP GİDEMİYORUM

BIRAKIP GİDEMİYORUM

Başımdan bir türlü gitmiyor bela
Depremler vuruyor kalmıyor yuva
İçim ürperiyor bitmiyor sıla
Sel olup çağlayan göz pınarlarım

Gözlerim yollarda gelmeyecek mi
Çektiğim çileler bitmeyecek mi
Talihim bir gün de gülmeyecek mi
Biter mi bu dertler bilemiyorum

Uykusuz gecemin suçlusu sen din
Vefasız yıllardan sorumlu sen sin
Sadece bir bedel ödeyen ben dim
Azrail gelse de ölemiyorum

İsmimiz kazılmış yıkık duvardan
Ümidim kalmadı hiç yarınımdan
Göçüp gideceğim fani dünyadan
Bir seni bırakıp gidemiyorum

Hanife küçük ( Hicaz şarkılar )
02/08/2013
www.kafiye.net


Tarih 29 Ağu 2013 Kategori: Onur BİLGE

ÇAMURDAN ÇAMURA

ÇAMURDAN ÇAMURA

Tertemiz fışkırtır çamur yeşili
Al gülle serenat yap aşığına
Leş yiyen hayvanlar nasıl besili
Haram mı helal mi bak kaşığına

Tohumun şifresi yansır yaprağa
Yeşererek gelir dokunduğunda
Bedene sarılır döner toprağa
Koza keten olup dokunduğunda

Enseden gelince sesi topuzun
İtiraz etmeden emre uyarak
Sapsarı kaskatı yerde upuzun
Arkası gelmeyen soru duyarak

Zamanın en ağır geçtiği zaman
Sıkıntının doruk noktalarında
Çıkmayan feryatlar ‘merhamet aman’
Kemik çatırdatan tahtalarında

O/Nur nefsine kıy ister kıyama
İsrafil iki kez üfleyince sûr
Uyanınca cümle âlem kıyama
Nasıl geçilecek kıldan ince sur

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 29 Ağu 2013 Kategori: Onur BİLGE

YILLAR KANAT KANAT

YILLAR   KANAT KANAT

Bugün Pazar… Gün boyu Virane’de arkadaşlarla beraberdik. Çok farklı bir hava vardı, orada. Hani Halit’i sevgilisi terk etmiş, yani son sınava girdikten sonra Sivas’a dönmüş, aradan on gün kadar geçtikten sonra da telefonda aramış, evlenmelerinin mümkün olmadığını, ayrılmak zorunda olduklarını söylemiş, böylece üç yıllık bir beraberlikleri sona ermişti de memleketine gider gitmez Halit’e arka dönmesine, her şeyi bir kalemde silip atmasına bir anlam verememiştik, Halit çılgına dönmüş, yere göğe sığmıyor, Ayşe’nin yaptığını bir türlü hazmedemiyordu ya nihayet sorun anlaşıldı.

Halit, o günden beri perişandı. Bu arada ben Antalya gidip geldim. Gelişmelerden, döndüğümde haber alabildim. Füsun’la Ertuğrul da memleketlerinden yeni dönmüşlerdi. Onların da olanlardan haberi yoktu. Define’ye sorduk, olanı biteni anlattı, ağzına baktık, bakakaldık.

Halit, Ayşe’yle evleneceğini ailesine çoktan söylemiş olduğu halde, o zamana kadar iş ciddiye binmediğinden onlarca
önemsenmemiş. Okul bitip, kız istemeye gidilmesi gündeme gelince, her şey değişmiş.

Ayşe bir gün Halit’le görüşmek üzere telefon açmış. Telefona annesi çıkmış. Kızı, o değillikten bir güzel sorguya çekmiş.
Laf arasında Alevi olduklarını öğrenmiş. Hiç acımadan:
_ “Kızım, biz Sünni’yiz. Bu evlilik olmaz. Ben karşıyım. Oğlumun yakasını bırak! Bu işi unut! Ailemize ateş mi düşüreceksin sen? Zaten aramız açık, evlatlıktan reddederiz! Biz istememiş olmayalım, sen vazgeçmiş ol, bu iş de böylece, kimsecikler duymadan kapansın gitsin!” demiş.

Kızcağız ağlamaktan boğulurcasına dinlemiş ve telefonu yavaşça kapatmış. Daha sonra da sakin olduğu bir zamanda Halit’i arayarak, bu evliliğin olmasının mümkün olmadığını söylemiş. Olay bundan ibaretmiş.

Halit; dedeye intihar edecek raddeye geldiğini, artık daha fazla dayanacak gücü kalmadığını söylemiş. O da:

_ “Git al, Sivas’a iki bilet!” demiş.

Kalkıp gitmişler. Evlerinde, aileyle tanışma faslından sonra, Define Ayşe’yle özel olarak konuşmuş. Kız, önce söylemek
istememiş ama dede sıkıştırınca baklayı ağzından çıkarmak zorunda kalmış. Daha sonra hepsi bir aradayken konu enine boyuna tartışılmış, annesi ve babası, kızlarının mutluluğundan başka bir şey istemediklerini, mademki gençler seviyor, ayrılmalarının doğru olmadığını söylemişler. Sonunda, Halit’in annesinin ikna edilmesinde mutabakata varmışlar.

Araları düzeldikten, kız tarafında hiçbir sorun olmadığı anlaşıldıktan sonra Bursa’ya dönmüşler. Bu defa Halit, annesini dedeyle görüştürmüş. Dede ona saatlerce:

_ “Hepimiz Müslüman’ız. İkilik yapmak günahtır. Değil mi ki: “La İlahe İllallah!” demiş, bizden farkı yoktur. Kaldı
ki: “Muhammeden Resulullah!” da diyor. Namaz kılıyor, oruç tutuyorlar. Sadece kendilerine ‘Alevi’ dedikleri için mi dışlayacağız onları? Aramızda ne fark var? Böyle yapmayın! Dinimizi bölmeyin! Hem biz, Alevi’den kız alırız. Değil
Alevi’den, diğer dinlere mensup olanlardan da kız alırız. Onların, İslam’la şereflenmelerine vesile oluruz.” diye diye, sonunda ikna etmiş. Bize de dedi ki:

_ “Hazreti Ali’yi, Alevi kardeşlerimiz benim kadar sevebilir mi! Peygamber Efendimizin amcasının oğlu, öğrencisi, damadı, adeta öz evladı; soyunu devam ettiren, ilim, akıl, zekâ yoğunluğuyla anlatılması imkânsız, harika bir kul! Ben Sünni’yim. Onlarla aramızda hiç bir fark görmüyor, onlar ve biz diye ayırt etmiyor, hepimizi biz olarak görüyorum.
Ayırım yok! Düşmanlık yok! Efendimizle beraber, el ele verek tebliğ yaptılar! Omuz omuza savaştılar! Biz de öyle olmalıyız! Hepimiz Türk ve Müslümanız! Aynı toprakların insanlarıyız! Soyumuz bir, kökümüz bir, dalımız, yaprağımız bir! Birlik olalım, birlikte olalım, beraberce mutlu olalım! Birlikten dirlik doğar! Bakın, Kıbrıs’ta huzursuzluk var! Savaş kapımızda! Her zamankinden çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var! Ona da dedim, bunları.“

Şimdi düğün hazırlıkları içindeymişler. Ayşe de buradaymış. Ev arıyorlarmış. Bir aya kadar her şey hazır olurmuş. Nişanlılık dönemini üç yıl boyunca yaşadıklarını, artık birbirlerini gayet iyi tanıdıklarını, doğrudan birkaç gün arayla yapılacak nikâh ve düğün törenlerinin ardından dünya evine gireceklerini söylüyorlarmış.

Dede, görmüş geçirmiş bir ihtiyar. Böyle meseleler, onun için çocuk oyuncağı… Keşke daha önce gitselerdi de Halit o
kadar yıpranmasaydı. Ayşe de orada erimiş. Yarısı kalmış.

Olmak, kolay değil. Olmaya geldik ama olamadık, olamıyoruz. Galiba bu kafayla olamadan gideceğiz. İslamiyet, yayılma aşamasında mezheplere ayrılmış. Mezhep farklılıklarındaki çeşitlilik, uygulamada kolayına gideni seçmeye fırsat vermiş. Yöre ve kültür farklılıklarına göre rağbet görenler, görmeyenler olmuş. Daha sonra on iki pir ile on iki koldan yayılma hızla devam etmiş. Birer okul olarak düşünülürse, insanlığa hizmet; fanatikçe düşünülürse, zarar haline gelmiş. O nedenle her konuda olduğu gibi bu konuda da aşırıya kaçmamak gerek. İyi, güzel ve doğru neredeyse, orada olmalıyız. Aksi halde, bir an gelir ki bize:

_ “Olmak istiyorsan, artık çok geç!.. Ölmek istiyorsan, şimdi!..” denir.

Yıllar değil, asırlar geride kalmış. Biz de geride kalmışız. Ne yazık ki bir arpa boyu yol alamamışız. Cehaletin
karanlığında, gecenin gözlerinden kayan yaşlar gibiyiz. Başkalarına bırakmışız, geleceğimizi. Yol haritasına, trafik tabelasına falan gerek duymadan, hiçbir yol ve tekerlek izi bulunmayan göklerde, kolayca yönlerini tayin ederek kıtalar arası yolculuk eden, aynı hat üzerinde giden ve dönen kuşların aksine, olmak veya olmamak arasında incecik bir perde barken, bir an sonra ne olacağı meçhulken, bu sürprizlerle dolu hayatın sisli puslu yolunda önünü göremeyen, şerefli bir biatın korku ümit kolunda olması gereken bizler, maalesef hâlâ tekerlek izlerinin üzerinden uçan kuşlar gibiyiz. Yollar, çatal çatal; hepsinde bin bir çıkar… Yolların sonu sırat! Yollar yollara çıkar… Yıllarsa, kanat kanat!..

‘Doğum’ denen istemsiz olgudan gelmişiz, bilinmezlikleri yaşayarak, ‘ölüm’ denen bilinmeze doğru yol almaktayız. Onu da öğrenerek geçecek, bilinmezliklere doğru gideceğiz, istemsiz. Hazreti hem Âdem’in ilk hem ikinci; bizimse ikinci annemiz olacak olan topraktan doğduktan sonra akıbetimiz nedir, nasıl bir hayat beklemekte bizi? Kendimizce, iyi güzel ve doğru yaşıyoruz, her birimiz, sitemsiz. Oysa farklı şeyler yaşamaktayız. Her yaşam biçimi, herkesin kendisine göre doğru… Oysa doğru bir tanedir. Doğru, cetvel gibidir. Şablondur. ‘Doğru’, ‘Müstakim’dir. ‘Yol’, ‘Sırat’tır. ‘Sırat-ı Müstakim’, ‘Doğru Yol’dur. Şablon odur. Ona uygun olan, doğrudur. Doğru, tektir.

Doğru, en kısa yoldur. Eğri, zikzaklım ve dolambaçlı yollar uzundur, yorucudur. Kestirme ve güvenli yoldan gitmek, akılcı düşünce gereğidir.

Ne kadar da zavallı, acınacak yaratıklarız. Büyük bir gücün esiri olan, kesilmeyi bekleyen kurbanlıklar; hüznüne, gam
ekleyen karanlıklar gibiyiz. Yollar, dal budak salmış. Yollar, yollara akar… Yolların sonu sırat! Yollar yollara çıkar, yıllarsa kanat kanat!..

Sonsuzlukları yarıp zamanı saya saya, zamansızlığa varıp, gülmeden doya doya, yol ararken kaybolan şaşkınız, zavallıyız. Yolun sonunu bulan birer kıt akıllıyız.

Yollar, yollara bakar… Yolların sonu sırat!
Yollar yollara çıkar, yıllarsa kanat kanat!..

YILLAR KANAT KANAT

……………………………..Olmak istiyorsan
……………………………..Artık çok geç
……………………………..Ölmek istiyorsan
……………………………..Şimdi

Gecenin gözlerinden kayan yaşlar gibiyiz
Tekerlek izlerinden uçan kuşlar gibiyiz
Sürpriz dolu hayatın sisli puslu yolunda
Şerefli bir biatın korku ümit kolunda
……….Yollarda bin bir çıkar yolların sonu sırat
……….Yollar yollara çıkar yıllarsa kanat kanat

Bilinmezlere doğru gidiyoruz istemsiz
İyi güzel ve doğru yaşıyoruz sitemsiz
Kesilmeyi bekleyen kurbanlıklar gibiyiz
Hüznüne gam ekleyen karanlıklar gibiyiz
……….Yollar yollara akar yolların sonu sırat
……….Yollar yollara çıkar yıllarsa kanat kanat

Sonsuzlukları yarıp zamanı saya saya
Zamansızlığa varıp gülmeden doya doya
Yol ararken kaybolan şaşkınız zavallıyız
Yolun sonunu bulan birer kıt akıllıyız
……….Yollar yollara bakar yolların sonu sırat
……….Yollar yollara çıkar yıllarsa kanat kanat

Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ
www.kafiye.net