YILLAR   KANAT KANAT

Bugün Pazar… Gün boyu Virane’de arkadaşlarla beraberdik. Çok farklı bir hava vardı, orada. Hani Halit’i sevgilisi terk etmiş, yani son sınava girdikten sonra Sivas’a dönmüş, aradan on gün kadar geçtikten sonra da telefonda aramış, evlenmelerinin mümkün olmadığını, ayrılmak zorunda olduklarını söylemiş, böylece üç yıllık bir beraberlikleri sona ermişti de memleketine gider gitmez Halit’e arka dönmesine, her şeyi bir kalemde silip atmasına bir anlam verememiştik, Halit çılgına dönmüş, yere göğe sığmıyor, Ayşe’nin yaptığını bir türlü hazmedemiyordu ya nihayet sorun anlaşıldı.

Halit, o günden beri perişandı. Bu arada ben Antalya gidip geldim. Gelişmelerden, döndüğümde haber alabildim. Füsun’la Ertuğrul da memleketlerinden yeni dönmüşlerdi. Onların da olanlardan haberi yoktu. Define’ye sorduk, olanı biteni anlattı, ağzına baktık, bakakaldık.

Halit, Ayşe’yle evleneceğini ailesine çoktan söylemiş olduğu halde, o zamana kadar iş ciddiye binmediğinden onlarca
önemsenmemiş. Okul bitip, kız istemeye gidilmesi gündeme gelince, her şey değişmiş.

Ayşe bir gün Halit’le görüşmek üzere telefon açmış. Telefona annesi çıkmış. Kızı, o değillikten bir güzel sorguya çekmiş.
Laf arasında Alevi olduklarını öğrenmiş. Hiç acımadan:
_ “Kızım, biz Sünni’yiz. Bu evlilik olmaz. Ben karşıyım. Oğlumun yakasını bırak! Bu işi unut! Ailemize ateş mi düşüreceksin sen? Zaten aramız açık, evlatlıktan reddederiz! Biz istememiş olmayalım, sen vazgeçmiş ol, bu iş de böylece, kimsecikler duymadan kapansın gitsin!” demiş.

Kızcağız ağlamaktan boğulurcasına dinlemiş ve telefonu yavaşça kapatmış. Daha sonra da sakin olduğu bir zamanda Halit’i arayarak, bu evliliğin olmasının mümkün olmadığını söylemiş. Olay bundan ibaretmiş.

Halit; dedeye intihar edecek raddeye geldiğini, artık daha fazla dayanacak gücü kalmadığını söylemiş. O da:

_ “Git al, Sivas’a iki bilet!” demiş.

Kalkıp gitmişler. Evlerinde, aileyle tanışma faslından sonra, Define Ayşe’yle özel olarak konuşmuş. Kız, önce söylemek
istememiş ama dede sıkıştırınca baklayı ağzından çıkarmak zorunda kalmış. Daha sonra hepsi bir aradayken konu enine boyuna tartışılmış, annesi ve babası, kızlarının mutluluğundan başka bir şey istemediklerini, mademki gençler seviyor, ayrılmalarının doğru olmadığını söylemişler. Sonunda, Halit’in annesinin ikna edilmesinde mutabakata varmışlar.

Araları düzeldikten, kız tarafında hiçbir sorun olmadığı anlaşıldıktan sonra Bursa’ya dönmüşler. Bu defa Halit, annesini dedeyle görüştürmüş. Dede ona saatlerce:

_ “Hepimiz Müslüman’ız. İkilik yapmak günahtır. Değil mi ki: “La İlahe İllallah!” demiş, bizden farkı yoktur. Kaldı
ki: “Muhammeden Resulullah!” da diyor. Namaz kılıyor, oruç tutuyorlar. Sadece kendilerine ‘Alevi’ dedikleri için mi dışlayacağız onları? Aramızda ne fark var? Böyle yapmayın! Dinimizi bölmeyin! Hem biz, Alevi’den kız alırız. Değil
Alevi’den, diğer dinlere mensup olanlardan da kız alırız. Onların, İslam’la şereflenmelerine vesile oluruz.” diye diye, sonunda ikna etmiş. Bize de dedi ki:

_ “Hazreti Ali’yi, Alevi kardeşlerimiz benim kadar sevebilir mi! Peygamber Efendimizin amcasının oğlu, öğrencisi, damadı, adeta öz evladı; soyunu devam ettiren, ilim, akıl, zekâ yoğunluğuyla anlatılması imkânsız, harika bir kul! Ben Sünni’yim. Onlarla aramızda hiç bir fark görmüyor, onlar ve biz diye ayırt etmiyor, hepimizi biz olarak görüyorum.
Ayırım yok! Düşmanlık yok! Efendimizle beraber, el ele verek tebliğ yaptılar! Omuz omuza savaştılar! Biz de öyle olmalıyız! Hepimiz Türk ve Müslümanız! Aynı toprakların insanlarıyız! Soyumuz bir, kökümüz bir, dalımız, yaprağımız bir! Birlik olalım, birlikte olalım, beraberce mutlu olalım! Birlikten dirlik doğar! Bakın, Kıbrıs’ta huzursuzluk var! Savaş kapımızda! Her zamankinden çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var! Ona da dedim, bunları.“

Şimdi düğün hazırlıkları içindeymişler. Ayşe de buradaymış. Ev arıyorlarmış. Bir aya kadar her şey hazır olurmuş. Nişanlılık dönemini üç yıl boyunca yaşadıklarını, artık birbirlerini gayet iyi tanıdıklarını, doğrudan birkaç gün arayla yapılacak nikâh ve düğün törenlerinin ardından dünya evine gireceklerini söylüyorlarmış.

Dede, görmüş geçirmiş bir ihtiyar. Böyle meseleler, onun için çocuk oyuncağı… Keşke daha önce gitselerdi de Halit o
kadar yıpranmasaydı. Ayşe de orada erimiş. Yarısı kalmış.

Olmak, kolay değil. Olmaya geldik ama olamadık, olamıyoruz. Galiba bu kafayla olamadan gideceğiz. İslamiyet, yayılma aşamasında mezheplere ayrılmış. Mezhep farklılıklarındaki çeşitlilik, uygulamada kolayına gideni seçmeye fırsat vermiş. Yöre ve kültür farklılıklarına göre rağbet görenler, görmeyenler olmuş. Daha sonra on iki pir ile on iki koldan yayılma hızla devam etmiş. Birer okul olarak düşünülürse, insanlığa hizmet; fanatikçe düşünülürse, zarar haline gelmiş. O nedenle her konuda olduğu gibi bu konuda da aşırıya kaçmamak gerek. İyi, güzel ve doğru neredeyse, orada olmalıyız. Aksi halde, bir an gelir ki bize:

_ “Olmak istiyorsan, artık çok geç!.. Ölmek istiyorsan, şimdi!..” denir.

Yıllar değil, asırlar geride kalmış. Biz de geride kalmışız. Ne yazık ki bir arpa boyu yol alamamışız. Cehaletin
karanlığında, gecenin gözlerinden kayan yaşlar gibiyiz. Başkalarına bırakmışız, geleceğimizi. Yol haritasına, trafik tabelasına falan gerek duymadan, hiçbir yol ve tekerlek izi bulunmayan göklerde, kolayca yönlerini tayin ederek kıtalar arası yolculuk eden, aynı hat üzerinde giden ve dönen kuşların aksine, olmak veya olmamak arasında incecik bir perde barken, bir an sonra ne olacağı meçhulken, bu sürprizlerle dolu hayatın sisli puslu yolunda önünü göremeyen, şerefli bir biatın korku ümit kolunda olması gereken bizler, maalesef hâlâ tekerlek izlerinin üzerinden uçan kuşlar gibiyiz. Yollar, çatal çatal; hepsinde bin bir çıkar… Yolların sonu sırat! Yollar yollara çıkar… Yıllarsa, kanat kanat!..

‘Doğum’ denen istemsiz olgudan gelmişiz, bilinmezlikleri yaşayarak, ‘ölüm’ denen bilinmeze doğru yol almaktayız. Onu da öğrenerek geçecek, bilinmezliklere doğru gideceğiz, istemsiz. Hazreti hem Âdem’in ilk hem ikinci; bizimse ikinci annemiz olacak olan topraktan doğduktan sonra akıbetimiz nedir, nasıl bir hayat beklemekte bizi? Kendimizce, iyi güzel ve doğru yaşıyoruz, her birimiz, sitemsiz. Oysa farklı şeyler yaşamaktayız. Her yaşam biçimi, herkesin kendisine göre doğru… Oysa doğru bir tanedir. Doğru, cetvel gibidir. Şablondur. ‘Doğru’, ‘Müstakim’dir. ‘Yol’, ‘Sırat’tır. ‘Sırat-ı Müstakim’, ‘Doğru Yol’dur. Şablon odur. Ona uygun olan, doğrudur. Doğru, tektir.

Doğru, en kısa yoldur. Eğri, zikzaklım ve dolambaçlı yollar uzundur, yorucudur. Kestirme ve güvenli yoldan gitmek, akılcı düşünce gereğidir.

Ne kadar da zavallı, acınacak yaratıklarız. Büyük bir gücün esiri olan, kesilmeyi bekleyen kurbanlıklar; hüznüne, gam
ekleyen karanlıklar gibiyiz. Yollar, dal budak salmış. Yollar, yollara akar… Yolların sonu sırat! Yollar yollara çıkar, yıllarsa kanat kanat!..

Sonsuzlukları yarıp zamanı saya saya, zamansızlığa varıp, gülmeden doya doya, yol ararken kaybolan şaşkınız, zavallıyız. Yolun sonunu bulan birer kıt akıllıyız.

Yollar, yollara bakar… Yolların sonu sırat!
Yollar yollara çıkar, yıllarsa kanat kanat!..

YILLAR KANAT KANAT

……………………………..Olmak istiyorsan
……………………………..Artık çok geç
……………………………..Ölmek istiyorsan
……………………………..Şimdi

Gecenin gözlerinden kayan yaşlar gibiyiz
Tekerlek izlerinden uçan kuşlar gibiyiz
Sürpriz dolu hayatın sisli puslu yolunda
Şerefli bir biatın korku ümit kolunda
……….Yollarda bin bir çıkar yolların sonu sırat
……….Yollar yollara çıkar yıllarsa kanat kanat

Bilinmezlere doğru gidiyoruz istemsiz
İyi güzel ve doğru yaşıyoruz sitemsiz
Kesilmeyi bekleyen kurbanlıklar gibiyiz
Hüznüne gam ekleyen karanlıklar gibiyiz
……….Yollar yollara akar yolların sonu sırat
……….Yollar yollara çıkar yıllarsa kanat kanat

Sonsuzlukları yarıp zamanı saya saya
Zamansızlığa varıp gülmeden doya doya
Yol ararken kaybolan şaşkınız zavallıyız
Yolun sonunu bulan birer kıt akıllıyız
……….Yollar yollara bakar yolların sonu sırat
……….Yollar yollara çıkar yıllarsa kanat kanat

Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ
www.kafiye.net