şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Henüz altı yaşındaydı Ülkü siyah uzun saçlarını annesi her sabah özenle tarar ve babası görevde değilse erkenden kahvaltı sofrasına otururlardı. Yakışıklı babası Otuzlu yaşlarında üniforma içinde çok daha yakışıklı gelirdi gözüne. Sırf babası ile birlikte olabilmek ve biraz daha zaman geçirmek için erkenden uyanırdı Ülkü.
Evine giden yolda son virajı da dönen Ali usta, belediyenin aydınlatma lambası dikmeyi uygun bulacak kadar bile hatırlamadığı; uzun ve karanlık yolda elinde son işinden geriye kalanlar ile tüm günün muhasebesini yaparak ağır adımlarla yürüyordu.
Bir hikâye yayınlamayı düşünüyordu radyodan. Her gün akşam saat yediden itibaren dört saatlik bir program vardı. Kısa bir süre önce tahliye olan ”Nergis” adlı bir mahkumla özel bir röportaj yapmıştı. Kendini ifade etme biçimi ilgisini çekmiş olacak ki karşı konulmaz bir istekle yazmaya karar verdi ve kendisinden izin alıp bu hikâyeyi nasıl kaleme alabilirim diye haftalarca odaklanmaya koyuldu.
Feryatları duyulmayan, ahvalleri bilinmeyen mekân sahiplerinin asude yaşantılarına ortaklık edecek en yeni komşusu olacak genç; flu tüller gerisindeki sevdiklerinin siyah gözlüklerle perdeledikleri nemli gözlerini, ıstırapla dudak ısırışlarını, kehribar sarısı yüzleriyle metanetli duruşlarını başkasının gözüyle görmüşcesine sükûnetle gözlüyordu.
Cemrelerin sıcaklığıyla uykudan uyanan tabiat ana, rahmetin bereketiyle rengârenk giysilerini giymiş görücüye çıkmıştı. Renklerinin sarmaş dolaş olduğu, bayram coşkusunun yaşandığı kırlar, ovalar cennet rengine bürünmüştü. Dinlenen, dinçleşen her bir ağaç çeşitli renk ve biçimde çiçeklerle bezenmişti. Kış mevsiminde toprağın sinesine tutunup istirahate çekilen tohumlar baş vermiş, yemyeşil çayır ve bahçelerde; nergis, sümbül, gelincik, papatya,
Evimize giderken yürümek, sadece saatlerce yürümek istedim. Amacım vakit kazanmak mıydı, yürürken kendi kendimle dertleşmek miydi orası muamma… Yoksa duvarlarını bir zamanlar kahkahalarımızla yıkadığımız evimizde senin yokluğuna nasıl alışacağımın tedirginliğiyle mi geri geri gitti adımlarım? Yürüdüm yürüdüm, saatlerce yürüdüm. Ne gözümde yaş, ne ağzımda tükürük kalmayıncaya kadar.
Fabrika işçisi bir babanın ve konfeksiyonda çaycı ve hizmetli olarak çalışan bir annenin dördüncü erkek çocuguydu Berk. Annesi adını patronun oğlunun adını beğendiği için Berk vermişti, babası ise diğer oğullarının ismine uysun diye Hüseyin koymak istemişti, isim savaşını dördüncü oğulda annesi kazanmıştı
Celil Ağa’nın anası Nazlı Bacı hastaydı. Son günlerde
iyice kötüleşmişti. Molla kaç gündür gidip Nazlı
Bacı’nın başında Kur’an okuyordu. Ölenlerinize rahmet,
bu sabah ezanına doğru dünyadan sessiz, sedasız
Kêlbayı İsmet, bisikletine binmiş sulama kanalını takip ederek toprak yolda tıngır mıngır gidiyordu. Gece rüyasında ifriti, kara kuru adamları, ağzından gözünden od püsküren canavarları gördüğünü anımsadı. Azrail yatakta boğazına sarılmıştı; bıçağa yatırılmış dana gibi böğürüyor, nefes alamıyordu.
Siyahın gizemini, beyazın saflığını bağrına basan irili ufaklı sis yığınları, dağları tepeleri grinin nevi şahsına münhasır tonlarıyla sıvayıp tıngır mıngır yola koyulmuş, akşam ezanına doğru köye varmıştı. Kollarını kanatlarını açıp toprak evleri sarıp sarmalamış, köyün üstüne uhrevi bir örtü sermişti. Oldum olası sisli puslu havaları hiç sevemedim…