Erken Tahliye Büyük İkramiye

Bir hikâye yayınlamayı düşünüyordu radyodan. Her gün akşam saat yediden itibaren dört saatlik bir program vardı. Kısa bir süre önce tahliye olan ”Nergis” adlı bir mahkumla özel bir röportaj yapmıştı. Kendini ifade etme biçimi ilgisini çekmiş olacak ki karşı konulmaz bir istekle yazmaya karar verdi ve kendisinden izin alıp bu hikâyeyi nasıl kaleme alabilirim diye haftalarca odaklanmaya koyuldu.

Aslında düşündürücü bir konuydu”Hücredaş kadınların ne istedikleri değil, ne vermek zorunda olduklarına dair” yardım edebilmekti söz konusu.

İlk başlarda sohbetleri İnternet aracılığıyla yapıyordular. Akıllı, hazırcevap, esprili ve dünyada olup bitenleri merak eden bir kişiliğe sahip bir bayandı karşısındaki kahramanı. Bazen kadınlardan,isyancı ruhundan, bazense dinden bahsederdi. Kimseyle yakın ilişki kurmanın onun yararına olmadığını çok iyi biliyordu. Bu yüzden ona ilk defa sırrını paylaşmaya karar vermişti. Dediğine göre o da bu programı asla kaçırmazmış.

Şimdiye kadar duyduğu en inandırıcı cümlelerdi, ”Ona beyninin bir kısmının canlı kalmasına yardım ettiğine, inancının içine düşebileceği uçurumdan değilde, buradan kurtulunca içine karışacağı insanlara , sokaklara yardım etmek için kendinden neler verebileceklerini düşünüyormuş. Hapishane ‘deki kamp hayatıyla ilgili bilgi aldıkça, bizzat bir mahkumun neler hissettiklerine kaptırmıştı kendisini. Meğerse nelerden bihabermiş. Ona hep minnettar olacaktı.

Ne zaman ki uyuşturucu rehabilitasyon programına gideceğini duydu çok endişelendi. O diğer kadın mahkumlara benzemiyordu, kafayı yemiş de değildi. Bazen hafta sonları eşlik edebiliyordu bazense haftalarca görüşemiyordu. Aradan aylar geçmesine rağmen ses soluğu kesilince umudunu iyiden iyiye yitirmişti. Yanında olması mutlu ediyor muydu onu? Merakı iyice kabarmıştı mesajlarına geri döneceği günü iple çekiyordu. Daha fazla fayda dokunur diyerek Nergisle irtibatını kesmedi.

Kendi dünyanızı bir şekilde kontrol edememek, içinizdeki gücü keşfetmenin yollarını bulamamak ne acı. Ne rahatlatıcı sözler söyleyebiliyoruz ne de aynı dilden konuşabiliyoruz, sadece iyi bir dinleyici olduğumuzu düşünüyoruz. Belki de bu yüzden varlığımızdan rahatsız olunmuyor. Oysa her an patlamaya hazır bir bomba gibi hissediyoruz kendimizi.

Bazı insanlar her şeyde eksik, kusurlu bir taraf arıyor, oysa onca hayatları bir düşünseler. İçimizden tartaklamak gelmiyor mu böylelerini. Onların yaşamı sürdürmenin yegâne yolu sürekli bir şeyleri iyileştirmek olduğunu unutanlar… Günlerin hızlı bir şekilde geçmesini sağlayan huzurun en önemli şart olduğunu en çok içeridekiler, yanındaki mahkum dostunun şefkatle elini uzatmasıyla bu kötü koşullarını yaşanabilir kılacağını bilsinler.

İçten içe bu hikayeye bayılmıştı! Bir yandan da içini utanç kaplamıştı. Kontrol edemediği insanlarla veya durumlarla başa çıkma üstelik kadınlardan oluşan mahkumlarla bir arada olan bir arkadaşının olması muhteşemdi. Sıra dışı bir yaşamın, ona vermiş olduğu koca yürekliliği, unutamayacağı anılardan bahsederken gözleri parlardı.

Tahliye olan kadınların çok korktuğu üç konu varmış: Çocuklarıyla tekrar bir araya gelirken (eğer bekar ise) ebeveynlik haklarını kaybetmeleri,ev bulamama ve iş bulamama.

Nergis’in kendi ceza süresi boyunca topluma vermek istediği başka bir mesajı daha vardı. ”Cinsel tacize” uğrayan kadınlarımızın tüm gerçekleri ortaya dökme fırsatını yakalamasını çok istiyorum, demesi. Anlattığına göre;

”Yıllık jinekolog kontrolü sırası geldiğinde muayene olmayı reddedebilirdim doktor nede olsa erkekti. Hapishane çalışanlarıyla arandaki mesafeyi korumalısın. Bazen hiç beklemediğiniz insanlar bizi taciz edebilirdi üstelik hiç beis görmeden. Ne kadar belalı olursan ol, eminim ödün bokuna karışırdı. Pişkin infaz memurları da vardır aralarında. İyi davransalar da bu mahkum için yine de berbat bir durumdur. Hele ki akıl sağlığıyla oynayanlar; hoyrat , o kadar acımasız ve o kadar küçük düşürücüdür, kendine zor hâkim olursun, çıldırmak işten bile değildir.”

Ona tarif ettiği aslında; hayattan giderek uzaklaşıyor olmanın delaleti, güçsüz ve yalnız hissetmek üzerine kurulu bir sistemdi. Bir gardiyanın kendisine cinsel tacizde bulunduğundan şikayetçi kadınlar ”koruyucu gözaltı” uygulamasına tabii tutulurmuş. O sinirle, arkalarından kim bilir nasıl küfürler sıralanıyordur. Bu yerin onları böyle kötü insanlar yapmasına nasıl izin verildiğine şahit oluyordu. Şimdi bunları konuşmak için saatlerce messenger başında karşısına oturduğunu hatırlıyor da. Onu dinlemekten büyük keyif alırdı. Konuşurken gözlerini dikmek için bir nokta seçerdi, sanırım böylece göz temasında bulunmayacaktı onunla.

”Güzelim,çok sıkı çalışıyorum,kimseye bulaşmıyorum, kimseden gülümsememi esirgemiyorum ve kimseden de bir şey istemiyorum. İsteyerek kazanmadım bu özelliğimi bizim gibi aynı gemin yolcuları her şeye karşı metanetimizi korumamızı öğrendik, çünkü hapishane sistemi hiçbir duygu emaresi göstermemizi istemiyor. Birden haberin olsun güzelim! diye azarladı beni. Kimse istemez sürekli ağlayan sızlayan birinden hoşlanmayı. Bu delikten çıktığımda bir sürü zorluğun beni bekliyor olması bunların en başında iş bulmak zorunda olmam beni çok huzursuz ediyor. Hapishanede ne bok yiyorum ki?”

Anlatacakları bitince derin bir nefes almıştı ve başını kaldırıp yüzüne baktı. Onun da yüzü kadınınki gibi kızarmıştı. Hissettiği çaresizliği görmesini istemiyordu, yoksa bu kadının önünde gözyaşlarımı tutamayabilirdi.
Kendini biraz gergin hissediyordu. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Sabah saatin beşiydi ve ikisinden başka hiç kimse de ne olup bittiğini bilmiyordu. Hikayenin tamamını dinlemek için yanıp tutuşuyordu.

”Daha önce kocam da hapse düşmüştü ama mahkumiyet onda derin izler bırakmamıştı. O bir uyuşturucu bağımlısıydı ve kurallar uymamakta direniyordu. Tahliye olmadan çok kısa bir süre önce onu kaybetmiştim. İnsanın sevdikleri hastalandığında, dışarıda ellerin kolların bağlı kaldığı için ,kahrolursun.”

Başını kaldırıp ona gülümsedi,

”Sen ne çektiğimi gel bana sor. İnsanlar onu acımasızca yargıladığımı düşünüyorlar. Kocamın kaygısız bir tipi vardı ama sinirlendiği zaman da tersi fena olurdu. Tam da sırası sanırım kullandığı bir cümle aklıma geldi: (‘Beyninin pekmezini akıtıveririm!’)

Kader bizi buraya düşürdüyse, bu uyuşturucu bağımlılığından kurtulma şansı olabilir diye düşünmeye başlamıştım. Psikiyatrik durumu değerlendirilmişti, bir takım ilaçlar verilmişti. Resmen uyuşturuyordu ki ortalıkta zombi gibi gezmesine yol açmıştı. Bu beni çok korkutuyordu ya tekrar sokaklara geri dönüp bu ilaçları almadığı zaman başına ne geleceğini düşünmeden edemiyordum.
Bu son on ayda çocuklarına mektuplar yazmıştı, sözde yatağında uzanarak onların fotoğraflarda ki gülüşlerine bakıyormuş. Ne olacak işte baş belası. Geçmişte yaptığı hataların sonunda farkına varmasını sağlayan şey, onun ve onun gibilerin yaptıkları yüzünden acı çeken insanlarla oturup konuşmakmış. Onlarla çalışmak ve onları tanımak kocamın aklını başına getirmiş miş de …Hiç param olmadığını ama buna rağmen birçok sorumluluğum olduğunu biliyor olması beni çıldırtmaya yetiyordu.”

Herkesin imreneceği kadar soğukkanlı davranması dikkatini çekiyordu, sükûnet içinde yinede bu durumunu kabul ediyordu. Kocasının onu bu kadar uyuz etmesi cidden çok enteresandı. İçindeki o polyannacılığa kulak vermeye çalışsa da, bu duyduklarınla başka hiç bir yerde şahit olmayacaktı, onu gerçek hayata hazırlayan onca şey varken onun da başkasına verebilecek çok şeyi varmış demesine sebep olmuştu.

Öğretilenlerin kıymetini artık daha iyi anlıyordu. Bayan- Elinden -Her-İş-Gelir olacağına söz vermişken, bardağın dolu tarafından bakmak zordu, hak ve hukuku gözeten; kimsenin hakkının yenmesine izin vermeyen adalet neredeydi? Hele ki mevcut yargı sistemi, insanların yaptıkları hataları, zarar verdikleri insanlarla bir araya gelerek telafiye çalışmak, hani nerede bu seçenekler! Bir insanın başına gelebilecek en büyük ceza, sevdiklerinden uzakta, sürgünde, bir delikte ölmek olurdu şüphesiz.

Sosyal Sorumluluk Projesinde uzun bir süre çalışmış bir dostu vardı. Çok tatlı ,ufak tefek bir kadındı. Genel olarak hayatla ilgili konuşmayı severdi. Ona daha çok tecrübelerinden ve karşılaştığı üzücü olaylardan, anılarından bahsederdi. Onun için onu özel kılan en önemli şey, mahkumların ne düşündüğünü ve nasıl hissettiğini dikkatle gözlemlemesiydi.

Daha fazla fayda dokunur diyerek Nergisle irtibatını kesmemişti. Bir akşam üstü telefonu çaldı ”Görüntülü konuşmaya ne dersin”. deyince hiç tereddütsüz olur demişti.

Saygıyla yaklaşmayı bilmek, oradan çıktıklarında, umut ve mutluluk dolu bir hayatın onları beklediğine inandırmaya çalışmak bir nevi zihin jimnastiği değil de nedir? ”Hala kötü seçimler yapmaya devam eden ya da başlarını şu veya bu şekilde belaya sokan fındık kadar aklını da kaybetmiş kadınlar var!”

Bizler sezgileri kuvvetli bir o kadar da hassas , etrafımızdakileri rahatsız etmeden birilerinin bir şeyleri ifade etmesine ve birilerin kendilerine saygısızca davranışlarına parlayıp kırıcı davranabiliyoruz. Kendilerini kontrol edemeyen ya da etmek istemeyen insanlarla beraber yaşamak zorunda olmak ,beni de seni kötü yönde etkiler. Günler geceler boyunca sürecek bir intikam alma cezalara çarptırma anlayışı dışarıdan bakanlar, içeri girdiklerinden, tahliye olurken ne kadar da bedbaht göründüklerini bir düşünsünler.

Sonuçta öyle yada böyle aynı geminin yolcularıyız, eklemek istediğiniz bir şey varsa buyurun? Malum burada ne haltlar dönüyor bilinmeli, işlerin çığırından çıktığı herkesin malumu.Tüm Sevgimle… 


İlknur Yıldırım
www.kafiye.net