DÜKKANCI MİRZE 

 

Siyahın gizemini, beyazın saflığını bağrına basan irili ufaklı sis yığınları, dağları tepeleri grinin nevi şahsına münhasır tonlarıyla sıvayıp tıngır mıngır yola koyulmuş, akşam ezanına doğru köye varmıştı. Kollarını kanatlarını açıp toprak evleri sarıp sarmalamış, köyün üstüne uhrevi bir örtü sermişti. Oldum olası sisli puslu havaları hiç sevemedim…

Bitmek bilmeyen uzun kış geceler evde pinekleyemem ya ! Korksam da, tırssam da dışarı çıkacağım. Evimizin avlusundayım, Anam “ Geç kalma “ diyor, “ Off ana, tamam, tamam ! ” diyorum. Sağıma soluma bakarak tedirgin bir şekilde yürüyorum. Sis yüzümü gözümü yalıyor, göz gözü görmüyor. Yıkık, dökük toprak duvarlar, ürkünç sokaklar. Köşeyi dönünce siyah bir kedi miyavlıyor, ödüm patlıyor… “Ya Allah, ya Allah ! Bismillah ! “ diyorum. Abdestsiz olduğumu hatırlıyorum… Molla emmiye sorarım “ günah mı ?” diye içimden geçirirken, bir taş fırlatıyorum kediye…Verip veriştiriyorum; galiz küfürler ağzımdan salkım saçak dökülüyor…

Yüreğim gürp gürp atıyor… Sağa sola gözümün ucuyla baka baka hızlanıyorum..Nihayet, dükkanın önündeyim. Dükkanın çürümeye yüz tutmuş kapısını açıyorum, daha adımımı atmadan sis, peşisıra ayaz içeriye hücum ediyor… Arkadaşlarım pul pul olmuş, ensesine kadar kızarmış, çatur çutur sesler çıkaran sobanın etrafını sarıp halka yapmışlar…. Selam verip aralarına sokuluyorum. Konuyu değişin diyorum. Duymazlıktan geliyorlar. Yine ecinniyi, ifriti, gulyabaniyi konuşuyorlar… Müslüman olan ecinnilerde varmış, diyorlar… Ölenlerinize rahmet, Paşa Dedem’in bir cinle evlendiğini, yine Allahverdi Ağa’nın bir cini kendisine nöker yapıp yıllarca çalıştırdığını dillendiriyorlar.


Bir ara tahta kapı zır-zop açıldı. Kaso siyah paltosunun arasından başını çıkarıp içeriye uzattı. Karanlıkta alev alev yanan kestane rengi gözleri dükkanın dibini bucağını gezindi. Bir sağa baktı, bir sola baktı. Dükkancı Mirze’yle göz göze geldi.


” Kavat ” dedi Mirze Emmi sinirli bir şekilde “ Üşüdük içeri gir, kapıyı da kapa “

“ Yok girmeyeceğim, anası güzel “ dedi, “ İçeride adam var mı diye öylesine baktım. “


Dudağını büzdü, gözlerinin kıyısını kıstı. Köse suratını buruşturdu. Alaycı bir gülüş yüzünde peyda olmuştu. Kapıdan sarkan kafasını geriye çekti. Karanlığın arasına dalıp her zaman ki gibi adam aramaya koyuldu. Mirze Emmi çok sinirlendi. Dudağı sola kaydı.

“ Kavat, yılardır adam arıyor. “ dedi, “ Biz adam değil miyiz ? “ Kıs kıs gülüyoruz. Bize ters ters bakınca susuyoruz…


Ehet Emmi iki kilo patates alıyor. Pancarların avans zamanı vereceğim, deftere yaz diyor. Meşedi de iki kilo soğan, bir margarin alıyor. Deftere yaz, pamukların çenek zamanı vereceğim diyor.

Birisi “ Hasat zamanı, “ Bir diğeri “ Kayısı zamanı vereceğim” diyor. Mirze Emmi’nin sinirleri tepesinde… Veresiye defterine gözüm takılıyor…


“Orta boylu, bığlı, fötr şapkalı on gayme verecek, “ yazmış… “ Bu kim “ diyorum… “ Kavatın adını unuttum,” diyor, gülüyoruz.


Saat ilerliyor, artık pek gelip giden yok Önceden anlaşmışız, 

gözlerimiz tezgahtaki çillop gibi lokumlarda…


Ağzımızın suyu akıyor. Mirze Emmi’ye en üst rafta duran cicili bicili şeye bakmak istediğimizi söylüyoruz. Merdiven bırakıp rafa çıkana kadar birkaç lokumu mideye indiriyoruz. Bir ara panikliyoruz. Üstümüze dökülen lokumun tozunu alelacele siliyoruz. Raftan indirdiklerine bakıp dudak büzüyoruz, beğenmiyoruz. Tekrar merdivene çıkıp rafa bırakırken birkaç lokumu daha mideye indiriyoruz


Mirze Emmi’nin kafası hâlâ Kaso’da… Arkasından verip veriştiriyor… Biz cinleri konuşmaya devam ediyoruz. Arkadaşımın gözleri hâlâ lokumlarda…

Emmioğlum, “ Ecinnilerin Müslüman’ı da var, Gavur’u da var, “ diyor.
Dayıoğlum, “ Gece yalnız yürürken, besmele çeke çeke yürümeliyiz ki cinler bize yaklaşmasın… ” diyor.

Arkadaşlardan birisi, ” Evde ki cinleri kovmak için besmele çekmeliyiz. Gece uyurken yastığımızın altına çengelli iğne bırakmalıyız.” diğeri, ” Kızlar, çıplak uyumamalı, gece cinler al gülüm ver gülüm yapabilir… “ diyor.


Mirze Emmi’nin kulağı bizde, “ Çocuklar “ dedi, “ Bu köylülerinin ağzının aşı değil,köyümüzde askerliğini çavuş olarak yapan evelallah sadece benim. İzine gelmiştim. Ölenlerinize rahmet babamda iyice yaşlanmıştı. İzine gelmişken babamın tarla işlerine de yardım ediyordum. Bir gece geç vakit küreği sırtladım, azığımı alıp yola koyuldum. Ekini suvaracaktım. Dolunay vardı…Bir koyuğa geldim. Davul zurna sesi geliyordu. İkirciklendim. Ama geri dönmedim. Tarlaya varınca gördüklerime inanamadım. O da ne ? Toyçu Şahin, davulun göbeğine göbeğine vuruyor. Narvız Emmi zurnasını avaz avaz bağırtıyor, Kürt İdris ve çocukları halay tutmuşlar. Köy yediden yetmişe burada… Kürt İdris “ leeee, leee leee… “ diye türkü çığırıyordu. Şaşırmıştım, gece bu saate oynamaları garibime gitmişti.


Kürt İdris, “ Mirze kirve gel, sende toyumuzu şenlendir “ dedi.

“ Kambersiz toy olur mu “ dedim. Küreği yere fırlattım. Azığımı bir tümseğe bıraktım. Hemen elime mendil alıp halayın başından tutum. Kürtçe türkü söylüyorlar, halay çekiyoruz… Kürt İdris’in “ le le lesi “ bir türlü bitmiyor. Bir ara yerde bir ekmek parçası gördüm. Ezmemek için yere eğilip elime alırken besmele çektim. Başımı kaldırdım hiç kimse yoktu. Tek başıma halay çekiyorum. Elim havada asılı kaldı. “
Kendimi iyice kaptırmış olacağım şaşkın bir şekilde “ yaaaaa “ dedim.


Mirze Emmi, “ yaaaa “ dedi. Hiç ciddiyetini bozmadı.

Kalbim gürp gürp attı. Ezilip büzülmeye başladık. Biraz daha birbirimize sokulduk. Mirze Emmi devam ediyor.

“ Vay anaa ! Bunlar cin ! “ diyerek koşmaya başladım. Saçımın telleri kazık gibi olmuştu. Ateş topuna dönmüşüm. Yüzüm yanıyor. Gözlerimden çıngılar dökülüyor, başımdan duman çıkıyordu. Göğsüm körük gibi inip inip kalkıyordu. Gözlerim pörtlemiş. Dizimin bağı çözülmüştü.Elim ayağım titriyor, dişlerim makinenin dişlileri gibi takur tukur ses çıkarıyordu. Topuklarımı yağlamış, tırısa kalkmıştım. Adeta kanatlanıp uçuyordum. Mozalan ısırmış deli dana gibiydim. “ Ya Hüseyin ! Ya 12 imam !“ diye bağırıyorum. Arkamda yılan-çıyan, it-kurt sesi birbirine karışmıştı. Ödüm patladı patlayacak… Ter kan içindeyim. Düştüp-kalkıp koşmaya devam ediyorum. Üstüm başım toz toprağa belenmişti.


Köye yaklaşmıştım… O da ne ? Bu defa da Mesim Emmi, Nahırçı Aydın, Kürt İdris “ kosa kosa “ oyunu çıkarıyorlar. Gözlerinden alev fışkırıyor. “ Bu ne belaydı. Bunlar da cin “ dedim, “ Ya Allah ! Bismillah ! “ diye avaz avaz bağırmaya başladım.

Yolumu değiştim. Dağlıların mahallesinden köye girdim. Başımın üstünde köpekler uçuşuyor, arkamda çığlıklar. Kendimi eve attım. Burnuma pis bir koku geldi. Meğer altıma kaçırmışım. Donumu batırmışım. Sabahleyin rahmetli ışık yüzlü anam beni görünce yüzünü gözünü yırttı.

“ Ay oğul ne oldu sana,” dedi.


Aynaya baktım, kan kesmiş gözlerim pörtlemiş, biri sağa birisi sola bakıyor. Ağzım yamulmuş, dudağım aşağıya kaymıştı. Anam başına dizine vura vura beni Seyit Mir Kemal Ağa’ya götürdü. Kitap açıp baktı, yüzüme gözüme tükürdü… Anam “ Seyit Ağa” dedi, “Benimde yüzüme tükür teberriktir” Üfledi püfledi, bizi tükürüğe boğdu.

“Cin çarpmış “dedi.

Yüzümüzün gözümüzün tükürüklerini sile sile yola koyulduk. Gözlerim düzeldi; ama yüzümün yöresi bayırı yamuldu. Dudağım aşağıya kaydı. Alaycı bir gülümseme yüzüme yapışıp kaldı. Tükürüklerde bize kâr kaldı.

Arkadaşlarla biraz daha birbirimize sokulduk. Tir tir titriyorduk.Bir yumak olmuştuk

Çocuklar yine bir gün gece evden çıktım. Sabah namazını kılmak için camiye gidiyordum. Baktım bir başı koturlu bir çocuk duvarın üstünde oturuyor. Gözleri kan kesmiş, alev alev…İyice yanına yaklaşıp baktım. Yine de tanıyamadım, “ Sen kimin oğlusun ay bala… Bu saatte burada ne işin var. Evine git.” dedim.

Hiç sesini çıkarmadı. Biraz ilerledim aynı başı koturlu çocuk ileride bu defa başka bir taşın üzerinde oturuyor. Ne zaman beni geçip gelip buraya oturdu, anlayamadım.


Düşüne düşüne geçip gittim. Hayal mi görüyorum diye içimden geçirdim… Biraz ilerlemiştim, başımı kaldırıp baktım. Aynı başı koturlu çocuk yine bir taşın üzerinde oturmuş. ” Halla hala ” dedim.Başımı sallaya sallaya yanına yaklaştım, “Bala hadi git evine, evde merak ederler “dedim. Elimi uzatıp yüzünü okşamak istedim. Elim boşa geçti. Ceryana çarpılmış gibi oldum.Titremeye başladım…

“ Vay ana !.. bu cin “dedim, koşmaya başladım. Bir sürü çocuk, arkamdan taş fırlatıyor, peşimden seğirtiyor.

“ Ya 12 imam ! Ya Ali ! Allahu ekber, Allahu ekber ! “diyerek deli danalar gibi koşuyorum.. Durmadan besleme çekiyordum… Soluk soluğa kendimi camiye attım. Caminin içinde keçi ayaklı başı koturlu yüzlerce çocuk melemeye başladı. Orada yere yığılmış, kendimden geçmişim.
Kalbim gürp gürp atıyor. Büzüm büzüm büzülmüşüz…Tir tir titriyoruz. Bir yumak halinde kalkıyoruz. Ürke ürke başımı kapıdan dışarıya uzatıyorum. Zifiri karanlık, sis ve pus… Sokakta in cin top oynuyor…


Nağıl herkes evine dağıl diyor, Mirze Emmi… Gözleri hin hin bakıyor, dudağı kaymış, yüzünde her zaman ki anlamsız gülümseme… Kapıya hücum ediyoruz. Sokakta düğümümüz çözülüyor, çil yavrusu gibi peren perene düşmüşüz…Tırısa kalkmışım…Dört nala koşuşturuyorum… Soluk soluğayım…Cinler yakaladı, yakalayacak…Ödüm patladı, patlayacak… Yüreğim durdu duracak…

Mehmet KUM

Sözcükler:
Nöker:Erkek hizmetçi 
Kotur: Özellikle kafayı tutan cilt hastalığı 
Bığ : Bıyık
Gayme : Para
Nağıl: masal
Toyçu: Davul çalan
Toy : Düğün
Kosa kosa : Kış aylarının çıkışını, baharın gelişini kutlamak için yapılan tiyatral bir oyun
Bala : Yavru, küçük çocuk

www.kafiye.net