şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Biz sohbetteyken bir grup arkadaş daha geldi masamıza. İhsan, Orçun, Mahir, Hasan… Arkalarından da Nazan’la Ayşe… Gemi yükünü aldı. Define, anlattıklarından ve anlatılanlardan bunalmışa benziyordu. Hele önceki olay, onu iyice örselemişti. Piposundaki kurumu masanın kenarına vurarak temizledi. Tütün paketine üç parmağını soktu:
Sene 1972 eşim ben ve birde 3 yaşındaki kızım İç Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşıyorduk. Köyümüzde ne elektrik ne su hiç bir şey yoktu. Suyu çeşmelerden taşır gaz lambasında otururduk. İletişim hiç yoktu. Ne televizyon, ne telefon. Sadece küçük bir pilli radyomuz vardı. O zamanın Nezahat Bayramları , Nuri Sesi güzelleri,
Aygün adlı xanım qızın dediyinə inansaq, onu qarşılayan mən qocanın görünüşü elə qapının ağzında diqqətindən yayınmayıb. Hiss edirdim, süfrə başında tez-tez mənə baxırdı. Arada oğlum Raufla baxışırdılar, sevgi baxışı deyildi bu… Sən demə, mənim haqqımda səssizcə danışırmışlar.Çox keçmədi, xanım qızın gəlişinin səbəbini anladım.
Geceydi, korkunç bir karanlıkta dünyasını aydınlatacak bir ışık aradı. Oysa bir gece akıp gelmişti yüreğine. Şehirlerarası bir otobüste bir mola yerinde. Dakikalarca izlemişti onu. Kendisini fark etsin diye neler yapmamıştı. Görevlinin ’Ankara’dan Antalya istikametine gitmekte olan……….
Yoldaşımla aramızdakı soyuqluğu qızım son günlərdə hiss etmişdi. Əslində, soyuqluğun səbəbini ikimiz də bilmirdik, sözlərimiz bir-birimizə xoş gəlmirdi. Ali təhsilli, yaşı qırxı keçmiş, həyat görmüş insanlardıq. On beş yaşlı qızımız olmasaydı, ailə xətrinə də olsa, savadımızın iki kəlmə sözü bir-birinin ardınca qoşub danışmağa gücü çatmazdı.
Elinde paketlerle yürürken bir hayli yorulduğunu hissetti. Etrafına bakındığında tren istasyonunun yakınlarında olduğunu gördü. Amaçsızca istasyona doğru yürüdü. Ayakları bir oyun mu oynuyordu, anlam veremedi. Ne işi vardı istasyonda? Sevdiklerini oradan uğurlamıştı hep, bir daha da görememişti.
Gündemin hızla değiştiği ülkemizde neler oluyor neler bitiyor anlayamıyoruz. En yakınımızda yarım kalan öyküler ilgilendirmiyor bizi. Öylesine düşmüşüz ki kendi derdimize, bizim dışımızda kimse yok sanki.
Çınar ağacının uç dallarını görebilmek için başını yukarı kaldırdı. Seslerin geldiği yerlere doğru baktı, ne kadar çok serçe vardı o dallarda. Dünyanın tasası ve derdi olmaksızın şen şarkılarını söylemeye devam ediyor, daldan dala uçup adeta dans ediyorlardı. Onların tasasız görünen hayatına imrendi. Biran kafasından “dünyaya kuş olarak gelmek varmış” diye düşündü.
Onu tanıdığımda daha otuz yaşındaydı ama üniversitede okuyan oğlu vardı. Anlayamamıştım önce, nasıl böyle bir şey olur diye çok düşündüm. Bu yaşta oğlu olması için on yaşında evlenmesi gerekirdi. Hikayesini dinledikçe sevgim yerini sonsuz bir saygıya ve takdire bıraktı.
Seksenli yıllarda Bulgaristan´dan Türkiye´ye gelmek isteyen İsmail´i, ailesi ve arkadaşları vazgeçirmeye çalışırlar:
” Sen Türkiye´de yapamazsın. Aç kalırsın.İş bulamazsın.Perişan olursun.
Gel, inadından vazgeç.Oralarda kaybolur, heder olursun.” Diyerek onu yolundan döndermeye uğraşırlar.
Ama İsmail, kafasına koymuştur.Ne olursa olsun Türkiye´ye gidip şansını denemek ister.