YARIM KALMIŞ ÖYKÜLER

Gündemin hızla değiştiği ülkemizde neler oluyor neler bitiyor anlayamıyoruz. En yakınımızda yarım kalan öyküler ilgilendirmiyor bizi. Öylesine düşmüşüz ki kendi derdimize, bizim dışımızda kimse yok sanki.
Haberleri dinlemek istemiyoruz çoğu zaman. Hiç ilgilendirmiyor Fransa’nın soykırım iddiaları. Bizi ilgilendiren eve ekmek götürmek kaygısı. Çocuğun okul ihtiyaçları. Soğuk kış günlerinde kendimiz neyse de çocuğa bir bot alabilme düşüncesi.
Çok uzaklara gitmeye hiç gerek yok. Kafamızı çevirip bakmak yeterli. “Yarım kalmış bir öykü” duyarız hatta görürüz. Ama umursamayız çoğunlukla. Oysa umursanmaya, bir el uzatılmasına ne çok ihtiyaçları vardır.
Anne baba ve iki çocuk. Kız ana sınıfına başlamış bu yıl. Uzun lepiska saçlar, kocaman yeşil gözlerini daha da ortaya çıkarmış. Örülüp arkaya bırakılmış saçlar, ucundaki pembe toka aldı götürdü beni. “Adın ne ?” dedim, utanarak “Sıla” dedi. Ben onu okşarken anne söze girdi:- Memleketimden uzakta “sılam” olsun istedim, dedi. Ben onlarla ilgilenirken bir çift iri, siyah göz takıldı gözüme, gülümsüyordu. “Merhaba, hoş geldin” dedim, koşup elimi öptü. Ben de onu öptüm. Üzerlerinden dökülen yoksulluk ve küçücük çocuklardaki bu vakur duruş. Yine bir yerlerde “yarım kalmış” bir şeyler vardı, belli ki…
Babanın gözlerinde görme kaybı vardı. Anne ona göz olmuş, o anneye kol kanat. Çok konuşmak, yaralarını deşmek istemedim. Aslında biraz da üzülüp, ağlamak mı istemedim bilmiyorum, sustum. Ama küçük adam “teyze benim adımı sormayacak mısın? “diye yapıştı yakama. Öyle ya o da bir bireydi ve adı vardı. Sordum ,”Murat” dedi. Murat, en az adı kadar güzel bir çocuktu. İçimden bir şeyler “sor, öğren” dedi. “Murat bu yarım kalan hikâyenin neresinde? Yine sustum.
İhtiyaçları vardı biraz. Sıkılarak dile getirdiler. Derneğimizde elimizden geldiğince gidermeye çalıştık. Bu güzel kızla sevimli oğlana masal kitapları verdim. “Evde anneniz size okur” dedim. İşte o andan sonra ben de girdim bu yarım kalmış öykünün içine. Anne boynunu büktü “ben okuma yazma bilmem” dedi. Bence gündemdeki bütün olaylardan daha önemliydi bu annenin okuma yazma bilmemesi. Hatta ayıbımızdı biraz da.” Ben sormadan o anlatmaya başladı, hem anlatıyor hem de bizi sıkmaktan çekiniyor, biraz da onun suçuymuş gibi utanıyordu.
Bildik, tanıdık bir öyküydü her zamanki gibi: “Annesi o küçükken ölmüş. Babası yeniden evlenmiş. O, küçük kardeşine bakmış. Derken bir kardeş de yeni annesinden olmuş. Üvey anne kendi bebeğine de baksın diye okula gitmesine izin vermemiş. Muhtarın aldığı önlüğü duvarda asılı kalmış. Daha on beşine geldiğinde de kendinden büyük biriyle biraz para karşılığı evlendirilmek istenmiş. Ama bu kez babası direnmiş, vermemiş kızını o yaşlı adama. Mevsimlik işçi olarak buralara yolu düştüğünde, eşinin annesi görüp beğenmiş ve talip olmuş. Babasının rızası ile kalmış, memleketinden uzak bu yerde. Daha sonra eşi bir hastalık geçirmiş, zamanında tedavi olmadığı için gözünde görme kaybı başlamış”
Öykü yabancısı olduğumuz bir öykü değil. Çok sık duyduğumuz, arada bir bizimde başkalarına anlattığımız bir öykü. Yarım kalmış hayatların, yarım kalan öyküsü…
Bir şeyler yapmalıydım ama ne? Küçük Sıla’nın verdiğim kitapları okşarcasına açması bir fikir verdi bana. Anneye dönüp, “ben sana okuma yazma öğreteyim, ister misin?” Gözleri parladı, ellerime sarıldı. “Daha ne isterim ki, hiç olmazsa çocuklarıma bir faydam dokunur” derken yanakları ıslanmıştı bile. Çocuklar hopluyorlardı “annem okuma öğrenecek” diye. Baba “sağ olun, Allah sizden razı olsun” demekle yetindi. Hemen nasıl, nerede, ne zamanlar çalışabileceğimizi kararlaştırdık. Sevinçle ayrıldılar yanımızda.
İlk dersimizi yaptık bile. Baba çocuklarla ilgilenirken tüm heyecanıyla oturdu yanıma. İlk harflerini, ilk cümlesini umutla yazdı siyah çizgili defterine. Hem bir hüzün hem bir gurur okunuyordu yüzünde. Ben de “yarım kalmış bir öykü”nün içinde buldum kendimi. 
Öyküyü tamamlamaya gücüm yeter mi bilmem ama onlar için bir şeyler yapmanın huzuruyla belki rahat uyurum birkaç gece.
Daha nice “yarım kalmış öyküler” var çevremizde…Duymadığımız, görmediğimiz… Ya da duymak, görmek istemediğimiz umursamadığımız. İçimizde bir yerlerde bizim de yarım kalan öykülerimiz yok mudur? Kendi öykümüzü bile tamamlamak için bir çaba harcamazsak başkaları için yapacak bir şeyimiz olmaz elbette.
Öykülerin yarım kalmaması dileğiyle…

Ayse Sönmez Bulut
www.kafiye.net