ELİF ANNENİN ÖYKÜSÜ

Onu tanıdığımda daha otuz yaşındaydı ama üniversitede okuyan oğlu vardı. Anlayamamıştım önce, nasıl böyle bir şey olur diye çok düşündüm. Bu yaşta oğlu olması için on yaşında evlenmesi gerekirdi. Hikayesini dinledikçe sevgim yerini sonsuz bir saygıya ve takdire bıraktı. 

Oldukça uzun boylu, biraz tombulca ama pırıl pırıl bir yüreği vardı, ta dışından bile görülebilecek güzellikte hem de. Küçük bir köyde doğmuştu Elif. Bebeklik çağlarında belliymiş büyüyünce boyunun uzun olacağı. Çocukluk çağların da ise yaşıtlarından çok iri olması nedeniyle arkadaşlarıyla rahat rahat oynayamamış. Çünkü herkes onun yaşça büyük büyük olduğunu düşünür, küçük çocuklarla oynuyor diye kınarmış. Serpilip genç kız olunca da hiçbir delikanlı yaklaşmamış yanına. Güzel olmasına güzelmiş ama çoğu delikanlıdan uzun ve iri olması korkutmuş çevresindekileri. Yaşıtları birer birer evlenip giderken o, pencere önünde oturup beyaz atlı prensinin gelmesini beklemiş, bir yandan çeyizi için işlemeler yaparken bir yandan da hakkında söylenenlere kulaklarını tıkayarak. 

Onu tanıyanlar dürüst, çalışkan, sevecen iyi kalpli biri olduğunu biliyormuş ama kısmeti bir türlü açılmamış. Bir gün yaşlı komşuları çalmış kapılarını; “Elif’e kısmet çıktı” müjdesiyle. Annesi, babası çok sevinmişler kızlarının kısmetinin çıkmasına. Ama en çok sevinen Elif’miş. “Evde kalmış kız” damgasından kurtulacağı için, oysa yaşı henüz yirmiydi. Kısmetin kimlerden, nerden olduğunu öğrenen annesi üzülüp ağlasa da Elif hemen kabul etmiş. Elif’i isteyen kişi yakın ilçelerden birinden, üç çocuklu, eşi ölmüş Elif’e göre yaşlı bir adammış. Annesi ne kadar yalvarıp yakarsa da Elif vazgeçmemiş kararından. Ailesini içini rahatlatmak için ne diller dökmüş. Çok merak ettiği göl kıyısındaki o güzel ilçede yaşamayı çok istediğinden tutun da küçücük bir kızın ve okul çağındaki iki oğlanın annesiz kalmasına üzüldüğünü, onlara annelik etmeyi istediğine varana kadar anlatmış, evdekilere. Anlattıklarında gerçeklik payı olsa da bir an önce evlenip, bu küçük köyden, “evde kalmış kız” söylentilerinden kurtulmak istemiş. 

Evleneceği adamı daha doğru dürüst görmeden düğün dernek kurulmuş. Üzerine göre gelinlik bulamadıkları için sıradan bir elbisenin üzerine takılan duvakla çıkmış baba ocağından. Dualarla uğurlanmış göl kıyısındaki yeni yuvasına. Neredeyse bütün ilçe toplanmış, üç çocuklu adama gelin gelen bu kızı görmeye. Kimisi “çok da güzelmiş”, derken, kimisi “ne kusuru var kim bilir?” demiş. En zoruna gidense kulaktan kulağa çalınan, “evli bir adamla ilişkisi olduğu için ailesinin bu evliliğe onu zorlaması” sözleri olmuş. 

Elif için gerçek hayat yeni başlıyordur, artık. Evde üç çocuk, kız henüz üç yaşında olunca hemen “anne” diye sokulmuş, Elif’in kucağına. Ama oğlanlar mesafeli davranmışlar. Kayınpederi ve kayın validesi önceleri çok iyi davranmışlar. Ama çocuklar Elif’in etrafında “anne anne” diye dönmeye başlayınca biraz huzursuz olmuşlar. Oysa, bu durumu sağlayabilmek için ne çabalar göstermiş, neler çekmiş Elif, yaşından beklenmeyen bir özveriyle. 

Evlilikleri, rayına oturmaya başladıkça mutlu olmuş Elif. Hele kendinin çocuğunun olmayacağını duyunca, bu evliliğin ona Allah’ın bir hediyesi olduğunu düşünüp daha sıkı sarılmış, evine, eşine, çocuklarına. Her güzel şeyin çabucak bittiği gibi onların güzel günleri de evliliklerinin beşinci yılında bitmiş maalesef. Elif, artık gecesini gündüzüne takıp hem hasta eşine hem üç çocuğa bakmak için kendini paralamış. Çocukların dersleri, üstleri başları ve hasta bir eş… Hem de günden güne kötüleşen ve yürüyemez duruma gelen bir eş. Üç yıl sırtında taşımış Elif, eşini. Doktora sırtında götürmüş; tuvalete, banyoya sırtında taşımış, yemeğini elleriyle yedirmiş, tıraşını her gün yine elleriyle yapmış. Hem de çocukların derslerini, üstlerini- başlarını, temizliklerini bir gün bile ihmal etmeden. Çok çaresiz kaldığında kayınvalidesinden yardım istemiş. Zoraki de olsa eşinin en kötü günlerinde ilgilenmiş babaanneleri çocuklarla. Ama hallerini hatırları soran kimse kalmamış çevrelerinde. 

Günlerden bir gün hakkın rahmetine kavuşmuş eşi. Herkes ağlamış üzülmüş ama Elif’in üzüntüsü bambaşkaymış. Kimselere dert yanmamış. İçini kimselere dökememiş. Daha haftası olmadan kopmuş büyük fırtına. Ölen eşinin yakınları acısıyla koymamışlar Elif’i. Artık orada, yaşamasının yakışık almayacağını, oğlanların büyüdüğünü söyleyerek baba evine dönmesi gerektiğini söylemişler. İtiraz edememiş, bir hafta zaman istemiş çaresiz. Evi temizlemiş, alacak verecek işlerini halletmiş. Birkaç gün yetecek yemek hazırlamış. Bunları yaparken bir yandan da çocuklara ne söyleyeceğini düşünmüş. Bir hafta boyunca gözünün yaşı hiç dinmemiş. Çocuklar bir gariplik sezmişler. En büyükleri dayanamamış, karşısına almış annelerini, bu halinin sebebini sormuş. Elif, büyükleri işe karıştırmadan artık gitmesi gerektiğini, onlardan ayrılacağı için üzüldüğünü söylese de inanmamış oğlu. Durumun farkında olduğunu, onu hiçbir yere bırakmayacaklarını söylemiş. Dedesi ve babaannesinin karşıların çıkıp hem ağlamış, hem söylemiş: “Annem öldüğünde küçücüktük, O gelene kadar kimse doğru dürüst ilgilenmedi bizimle. Kız kardeşim daha bebekti, mamasını bile ben yedirirdim. Üstümüz başımız pislik içindeydi. Babam banyo bile yaptıramazdı bize. Ardından Elif annem geldi. Önceleri istemedim, annemin yerinde onu görmek beni çok üzüyordu. Ama karnımız sıcak yemek, sırtımız temiz çamaşır gördü. Evimiz tertemiz oldu. Kapımızı çalan dostlarımız oldu. Okulda arkadaşlarımız arasında boynumuz bükülmedi bir gün bile. Toplantılarda, bayramlarda, özel günlerde hep yanımızdaydı. Babam hasta oldu, üç yıl sırtında taşıdı. Eski bir araba aldık burnumuzdan getirdiniz. Oysa araba babamı daha rahat doktora götürmek içindi. Bizleri bu zamana getirdi. Ben üniversite sınavına gireceğim. Kardeşlerim arkamda kalacak. Bize, Elif annemizi bir yere bırakmıyoruz, o, giderse biz de onunla gideriz. Burası babamın evi, babam da çocuklarının bu evde yaşamasını isterdi. Kimse bir yere gitmeyecek böyle bilin.” Dediğinde orada bulunan herkesin hıçkırıklara boğulduğunu görmüş ve koşup Elif annesine sarılmış. Diğer çocuklarda ağlayarak sarılınca, çocukları Elif’ten ayırmanın günah olacağını düşünmeyi akıl edebilmiş birileri. Tüm dedikodulara kulaklarını tıkayıp, bir arada yaşamaya devam etmişler. Dedikodular öylesine büyümüş ki akla- hayale gelmeyecek neler söylenmiş. (bazen insan olmaktan utanıyor insan desem beni kınamazlar umarım, okuyanlar. Çünkü dedikoduların içinde Elif’in büyük oğluyla ilişkisi olduğu yönünde sözlerde dolaşıyormuş.)

Aradan kaç yıl geçti bilmiyorum, yolda karşılaştık. “nerelerdesin, görünmüyorsun” dedim. Kalfalık kursuna gittiğini söyledi. Önce anlamadım, izah etti; büyük oğlu üniversiteyi bitirip eczacı olmuş. “Çocuk, eczane açacak, iş kuracak, bir de kalfaya para vermesin, diye düşündüm” dedi. Ne söylenebilir kutlamaktan başka. Diğer çocukları sordum. Ortanca, turizm okumuş, Antalya’da işe başlamış. Kız da lise son sınıftaymış. Tekrar görüşmek üzere ayrıldık. Ama görüşemedik bir türlü. Yakın bir kasabaya eczane açtıklarını duydum. Elifte oğluyla birlikte orada çalışıyormuş. Bir gün eşim elinde bir düğün davetiyesiyle çıka geldi. Açtım zarfı baktım, Elif oğlunu evlendiriyormuş. O düğüne gitmeliydim. Ama gidemedim. Düğün resimlerini gördüm. Olgun bir kayınvalide vardı fotoğraf karelerinde. Oğlunu evlendiren bir annenin gururu okunuyordu gözlerinden.

Elif, öylesine yüce gönüllü bir kadın ki çocuklar bahsederken isimleriyle değil, oğlum, kızım diye söz ederdi. Bir gün bile şikayet ettiğini duymadım, kimse de duymamıştır. Dedi kodular hâlâ sürse de anne olmak için mutlaka doğurmak gerekmediğinin en güzel örneklerinden biri Elif.

Ayşe Sönmez Bulut – ANTALYA
www.kafiye.net