şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Medeniyet
Savaşçıları
Yüzyıllardır sanat
kavramı çeşitli tartışmalara konu olmuş ve genel olarak yaratıcılığın, hayal
gücünün dışa vurumu olarak kabul görmüştür. Zaman zaman zanaatla
karıştırılmıştır. Zanaat bir amaç ve plan doğrultusunda bir aracın ürüne
dönüştürülmesi iken sanat tamamıyla bunun dışında bir olgu olarak karşımıza
çıkmıştır. Hayal gücüne dayalıdır. Duygulardan hislerden yola çıkılır. Ortaya
çıkan eser yine kişileri duygusal anlamda doyuma ulaştırmayı hedefler. Her
zaman amaç bu olmasa da sanatçı eseri icra ederken bunu planlamasa da icra
edilen eserin kitlelere hitap ettiği döneme damgasını vurduğu görülmüştür.
Dolayısıyla sanatçının doyuma ulaştığı bu noktadaki eserin hedefini şaşmadığını
rahatlıkla söyleyebiliriz. İşlenilen konunun toplumla bütünleştirilmesi her ne
kadar sanatçının duygusal tutumundan yola çıkmasıyla gerçekleştirilmiş olsa da
sanatçının topluma hitap etme kaygısı olmadığı göz önünde bulundurulsa da
sanatçıların topluma, toplumlara hitap ettiği gerçeğini kimse göz ardı
edememiştir. Buradaki sanatçı kavramı bu sebeple çok önem taşımaktadır. Bu da
eserin sanatçının evrenselliği, özgünlüğüyle alakalı bir ritüeldir. Toplumun
sorunlarına, acılarına kayıtsız kalmayan bir sanatçının icra ettiği eser,
mutlaka topluma hitap edecek, karanlığı aydınlatacaktır. O halde nedir sanatçı?
Duyarlılığı ve hayal gücünü bir araya getirerek, hissettiklerinden
gördüklerinden ya da tamamıyla zihninde kurguladığı bir olguyu, düşünceyi
yaratıcılığıyla birleştirerek sanat alanlarının her hangi birini icra eden
kişiye sanatçı diyebiliriz. Dolayısıyla sanat her hangi bir duygunun da dışa
vurumu değildir. Eser olarak tanımlanması estetik kaygı gütmesiyle de
alakalıdır. Her sanat eseri güzel olamayacağı gibi çirkin de olabilir.
Dolayısıyla bu bağlamda estetik olgusu devreye girer ki estetik; kullanılan
teknikten, renklere, çizgilere, notalara vs. eserin bütünlüğü içerisindeki
ahengin en ustaca sunumuyla bizleri eserde ağırlayan uyumdur. O halde ahenk her
zaman güzel olacak diye bir kural da yoktur. Karanlık ruhları, çirkef bir düzeni
anlatan sanatçının eseri, günlük güneşlik, gül bahçesi olamayacağı durumdan
özetle aşikardır. Korkuyu, endişeyi, bilinmezi ve sonu olmayan bir girdabı icra
eden sanatçının renkleri, çizgileri daha farklıdır. Bu farkta bir ahenkle eğer
bizlerin karşısına çıkıyorsa ortada bir eser ve bir sanatçı var demektir.
Toplumları peşinde
sürükleyen sanatçıları ve yararlandıkları akımları ele alarak sanatçıların
toplumlara nasıl yön verdiklerini irdeleyelim. Kübizm 1906’larda Fransa’da
ortaya çıkmış; resimde, edebiyatta ve diğer sanat kollarında sanatçıların eser
vermelerinde etkili olmuş akımlardan biridir.
Varlıkların dışsal
özelliklerinin yan ısıra içsel özelliklerinin (hisler duygular) de yansıtıldığı
sanat akımlarındandır. Kübizmde nesneler normal biçimlerinde fakat; konuya ve
tabloya göre değişen geometrik bir düzen içinde parçalanmış haldedirler. Kübist
ressamların tablolarında insanlar dış görünüşlerinin yanı sıra düşündükleri,
hissettikleri ve içinde bulundukları düzeni toplumsal yapıyla birlikte
çizilmişlerdir. Dolayısıyla kübizm sanatçıları eserlerinde nesneleri ve
insanları tüm ayrıntıları ile birlikte ele almışlardır.
Kübizm sanatçıları
denildiği zaman ilk akla gelen isim aynı zamanda bu akımın öncüsü de olan Pablo
Ruiz Picasso’dur. Picasso’nun devrimci, yenilikçi ve tartışmalı Kızlar’ı
modernizmin ve başlıca modernist akımlardan kübizmin doğuşunu simgeler.
Kübizmde, Picasso tablolarını incelediğimizde ressamın kullandığı renklerin
kendi uyumu içerisinde olduğunu görürüz. Ünlü temsilcisi Picasso bu eserlerinde
canlı renkleri kullanarak kişilerin iç dünyasını dışa vurmaya çalışmıştır.
Korku, endişe, kaygı gibi konuların ele alındığı bu akımda ressam; toplumun
içinde bulunduğu kaosu ele almayı başararak kitleleri peşinden de sürüklemeyi
başarmış ve dönemine damgasını vurmuş, çok büyük ses getirmiştir. Bu da sanat
eserinin evrenselliğinden ileri gelir ki; eserin günümüze kadar ulaşarak
zamanın içinde bulunduğu çarpıklıklardan yeni kuşakların, nesillerin eserde
kendi dönemlerine ait; kendinden izler bulmasına yol açmış ve eserin
ölümsüzleşerek daha nice yüzyılları dolaşmasını garanti altına almıştır.
Kübizm esasen
empresyonizm akımına karşı çıkmıştır. Empresyonizm akımına ışık gölge oyunları
hakim iken; kübizmde geometrik şekillerden yola çıkılmıştır. Nesnelerin
boşlukta kapladığı yeri belli etmek amacı ile bunlar parçalanarak, çeşitli
cephelerden görünümleriyle ele alınmıştır. Paris’te ortaya çıkan bu akımda
Picasso, nesnelerle kişilerin sadece dış görünümünü değil; duygularını,
arzularını da yansıtmaya çalışmıştır. Kübizmi ülkemize getiren ve bu akımda
eser veren ressamımızsa Nurullah Berk’tir. “Ütü Yapan Kadın, Penceredeki Adam,
Padişah …” önemli eserleri arasındadır. Edebiyatta da etkisini gösteren
kübizmde ünlü şairimiz Nazım Hikmet Ran eserler vermiştir. “Benerci Kendini
Niçin Öldürdü” isimli kitabında “Ayın On Dördü” isimli şiiri kübizme verilecek
en güzel örneklerdendir.
Sanat akımlarından
bir diğeri empresyonizm akımını ele aldığımızda ise; akımın izlenimcilikle
yakından alakalı olduğunu görüyoruz. Yani empresyonizmin izlenimcilik de
olduğunu söyleyebiliriz. İzlenimcilikse, çevresindeki varlıkların anlatılması
olarak değil daha çok sanatçıda bıraktığı izlenimlerin anlatılması ya da icra
edilmesi şeklinde karşımıza çıkıyor. Sanatçı dış dünyada gördüğü varlıkların
gerçek, realist yönünü değil; kendinde uyandırdığı duygusal yönünü dışa
vuruyor.
Işık ve gölge
olaylarının esere tamamıyla hakim olduğunu çok net bir şekilde görebiliriz
empresyonizmde. Varlığın sanatçıda içinde bulunulan bağlamda uyandırdığı izlenimler
sanatın öğesi olarak kabul edilmiştir. Anlam belirginliğinden çok kapalılık
yeğlenmiş, anlamın yoruma uygun olması beklenmiştir. Sanatın amacı birtakım
gerçekleri yansıtmak değildir. “Sanat için sanat” ilkesi
benimsenmiştir. Gerçekler kişilere göre değişir ve kişisel değer kazanır. Işık
ve renk kaynaklı görsel izlenimler, resimde olduğu kadar şiirde, edebiyatta da
önemli bir yer tutar. Objenin kendisi değil sanatçıda uyandırdığı duygular
önemlidir.
Yine empresyonizme
örnek verilecek değerlerimiz arasında resimde, İbrahim Çallı ve Çallı kuşağın
temsilcileridir. Çallı’nın “Adada Gezintiye Çıkan Kadınlar, Manolyalar, Kadın
Portresi” empresyonizme verilecek en güzel eserleri arasındadır.Yine edebiyatta
etkilerine baktığımızda, empresyonizm akımının en önemli temsilcileri arasında
Ahmet Haşim ve Cenap Şahabettin icralarını görmemiz mümkündür. Dünyadaki en
önemli temsilcileri arasında resimde Claude Monet, Vincent ,Van Gogh eserlerini
görmekteyiz. İzlenimcilikte en başarılı isimlerden biri kabul edilen Monet’in
“Gün Doğumu, Gezinti, Nilüfer Gölü…” en önemli eserlerinden bazılarıdır.
Yaşıyorken resimleri rağbet görmeyen ancak; öldükten sonra eserleri umulmadık
bir etkiyle ta günümüze kadar ulaşan Van Gogh’un “Yıldızlı Gece,Tohum Ekici,
Yıldızların Altında Servili Yol” en önemli eserleri arasındadır. Sanatçı dış
dünyada gördüğü varlıkların gerçek yönünü değil; kendinde uyandırdığı duyguları
dışa vurmuştur. Güneş, ışık, sarı renk eserlerinde en baskın bazı
karakterlerden bir kaçını simgeler. İçseldir dünyanın hayalleriyle bezenmiş
izlenimlerden ibaret eserler vermiştir.
1906’larda ortaya çıkan kübizm akımına baktığımızdaysa toplumsal yapıdan da az çok haberdar olabildiğimizi görüyoruz. Kübizm akımının dünyadaki en önemli ismi Picasso’nun, öncesinde Japon ressamlardan etkilendiğini bir empresyonist olduğunu; sonrasında bu yola girdiğini görmekteyiz. O halde öncesinde baktığımızda nesnelerin sanatçıda bıraktığı izlenimlerin dışa vurumunu izlediğimiz (empresyonizm) Picasso, sonrasında nesnelerin hem içsel hem dışsal yönünün hakim olduğu eserler verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Empresyonizmden sonra kübizmi seçmesinde ise Picasso’nun içinde yaşanılan toplumsal zevklerin, ihtiyaçların, istek ve arzuların etkili olduğunu özellikle Afrika’da insan topluluklarından da etkilendiğini gözlemlemekteyiz.19.Yüzyılda başlayan ve 20. yüzyıla kadar devam baskı ve sömürü düzenini, Picasso’nun “Avigonlu Kızlar” eserinde görüyoruz. Modern sanat akımının da başlamasına yol açan tabloda insan yüzünün temsili kurallarının bozulması uç noktalardadır. Ve Picasso’nun ilk kübist eseri olan “Avigonlu Kızlar” (Avigonlu Genelev ) bir resmin görüldüğü gibi deği; görülmek istendiği gibi çizilmesinden yana olduğunu bu tablo ile vurgulamak istemiştir.
O dönem Afrika’ya
bakıldığında, sırf Avrupa’daki insanları eğlendirmek için Afrika’dan getirilen
insanlarla, hayvanat bahçelerinde Avrupalıları eğlendirmek amacı güdüldüğü
bilinmektedir. Yine Afrika’dan, uzak doğudan ve dünyanın bir çok yerinden
getirilen kızların, kadınların seks kölesi olarak Avrupa’da, Amerika’da,
Avusturalya’da çalıştırıldıkları ve çoğunun kötü yaşam koşullarına, kötü
muameleye maruz kaldıkları için kısa süre içinde hayatını kaybettiği de
bilinmektedir. O zamanın şartlarında artık sanatsal ihtiyaçların da değiştiğini
göz önünde bulundurursak toplumsal yapıyı da analiz edebildiğimizi görüyoruz.
İnsan Hayvanat bahçelerinde Filipinli bir kız çocuğundan tutun da, Kızılderili
bir kabileye, “Evrimin eksik halkası” olarak tanımlanan “Ota Benga” adındaki
bir adamın insan hayvanat bahçesinde sergilendiğine, neredeyse her gün
ziyaretine gelen 40.000 kişi tarafından dalga geçildiğine, kötü muameleye maruz
kaldığına; bunun da kübizm sanatçılarının bir çok eserine yansıdığını
görmekteyiz. New York’ta durum böyleyken Avrupa’da farksız değildi. Ve bu
durumların hatta; bohem yaşam tarzı içinde(Picasso) olan sanatçıların
eserlerine bir şekilde yansıdığını görmekteyiz. Bu da sanatın, sanatçının
duyarlılığının bir diğer kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta Picasso
“Avigonlu Kızlar” tablosunun isminin değiştirildiğini ve Picasso’nun bundan hiç
hoşnut olmadığını biliyoruz. Avigonlu Genel Kadınlar isim olarak da Avrupa’nın
içinde bulunduğu çirkefliğin, sömürünün bir diğer şeklini dünyaya sunuyordu.
Avigonlu Kızlar olarak değiştirilen isimde bir bakıma hedef şaşırtılmak
istenmiş; belki de dönemin yönetim anlayışından çekinilmiştir. Picasso
tablolarında; “Cezayirli Kadınlar, Ağlayan Kadın, Ayna Karşısındaki Kız, Oturan
Kadın” kadın bedenlerinin geometrik şekillerle kesişmelere indirgenecek kadar
sert bir biçimde ele aldığını görüyoruz. Eser görenleri “Avigonlu Kızlar”
dehşete düşürür, sanat tarihinde devrim yapan kompozisyon olarak da ün kazanır.
Sanatçı karanlığa
ışıyan sonsuz bir ışık selidir. Ve eserlerindeki içsellikler, görsellikler
toplumların karanlık yanlarını ışığıyla yıkayan yakan güneşidir. Sanatçıların
New York’tan Danimarka’ya, Fransa’dan Avusturalya’ya kadar tüm dünyada
yaşanılan sömürü gerçeğini, toplumun iç sesini haykırmıştır. Kullandıkları
akımlar eserlerindeki tek savunma metoduydu. Savaşlarla, sömürüyle başa
çıkmanın; insan haklarını haykırmanın, kanla besleniyor oluşlarını yüzlerine
vurmanın, medeniyeti haykırmanın tek yoluydu bu onlar için. Bunu kimi zaman
bilinçli yaptılar, kimi zaman içlerinde ağlayan o çocuğun sesiyle… yüreğiyle.
Öldürmeye, yok etmeye, insana yakışmayan muamelelere karşı tek silahları
onların sanatsal yetileriydi. O yeti, o duyarlılık sonradan kazanılan bir şey
de değildi. Ancak daha güçlendirildiği, geliştirildiği; çeşitli teknik ve
yöntemlerle daha değer arz edildiği de göz ardı edilemez bir gerçekti. Onlar
elçileriydiler insanlığın. Müzikte, edebiyatta, resimde, heykelde, minyatürde
vb. birçok disiplinde onlar insanlığın korkusuz savunucuları melekleriydiler.
Hiç kan dökmediler. Hep nefes verdiler zira yaşamak ne güzel şeydi nefes
alabilmek… Bunu başardılar .Kendileri nefessiz kaldılar, öldüler,
yağmalandılar, sürüldüler, vatanlarından koparıldılar, sevdiklerinden ayrı
düştüler lakin masmavi ırmaklarda yıkanmış ruhlarıyla bizlere nefes olmayı;
nefes vermeyi başardılar. Bu gücü onları sanatçı kılan, hep çırpınan
yürekleriyle yeniden dirilerek buldular. Zira sanatçı ölümsüzdü bunu
biliyorlardı, yürek son nefesini verinceye değin kavrulan ateşlerde diri diri
yanan dokularının damlacıklarıyla ruhumuza üflemeye acılarımızdan deniz olup;
küllerimize dökülmeye, yeşertmeye, yaşatmaya devam ettiler. Onları insafsızca
harcayan, yıpratmaya, yok etmeye çalışanlar bunu bilemediler.
Kanı yürekleriyle
yıkadılar, güneşi çağırdılar; kah yağmuru… Notalar aktı ırmak ırmak, dizeler sürüklendi
sonsuzluk denizine… Hep başardılar, hep sevmeyi, paylaşmayı, yaşamayı, dostluğu
haykırdılar bizlere bıraktıklarıyla. Evet sanata, sanatçıya değer vermeyen;
sanatı, sanatçıyı yok etmeye çalışan toplumlar asla medeniyetler seviyesine
ulaşamaz, refaha kavuşamaz, sosyalleşemezler. Sadece zengini zenginleştirerek
toplumun tepesine çökmüş bir karabasan gibi kendi halkından başlayarak; tüm
dünyayı, insanlığı kendi karanlığına hapsederek vicdanları sustururlar. Böylesi
zenginlik karanlığın sömürüsü kadardır. Toplumların milletlerin tek hayat
damarı sanatın sanatçının incinmemesi dileğiyle nice aydınlık yarınlara…
Filiz Kalkışım ÇOLAK
”Vesselam Dergisi
sayı 11”
www.kafiye.net
Yorum Yapın