Kategoriler

Arşivler


Tarih 21 Nis 2014 Kategori: Onur BİLGE

İLİM

379 – İLİM

Onur BİLGE

Define bir âlemdir. Bütün dünyası avuç içi kadardır. Cami, Kapalıçarşı, Altıparmak… Nadiren başka yerlere yolu düşer. Kahveye çıkmaz, ziyarete gitmez. Herkes ona gelir. Eskiden de böyleymiş. Çocukluğunun geçtiği evde de ana baba olarak bildiği kişiler, ailenin yaşlıları olduklarından herkes onlara gelirmiş. Onlar pek bir yere çıkmazlarmış.

Bir yere gittiğinde, bir ayağı gider, bir ayağı geri gelir. Büyülenmiş gibi Virane’ye döner. Kapıdan içeri girince kendisini meşhur sandalyesine atar, ayaklarını önce şöyle bir uzatarak gerer, derin bir nefes alır, yavaşça topladığı dizlerine ellerini koyduktan sonra dirseklerini yanlara doğru açıp, öne doğru eğilerek aldığı derin nefesin tamamını kuvvetlice üfleyerek boşaltır. Artık tahtındadır ve rahattır. Ortama hâkimdir ve başrolü oynamaya hazırdır.

Bazen meclis başkanı olur, bazen hâkim, bazen de öğretmen… Duruma göre danışman, arabulucu, hakem… Daha neler neler, aklıma gelmeyen… Zaten egosunu tatmin edebileceği başka bir yer ve yol yok. Bula bula bunu bulmuş, sürdürüp gitmekte.

Yapmakta olduğu işi profesyonelce icra etmekte olduğuna inanmakta… Psikoloji ile ilgili birkaç kitap okumuş, altını çize çize… Oradan öğrendiklerini satmakta… Sağdan soldan duyduklarıyla tecrübelerini birleştirerek bir takım kalıplar oluşturmuş. Benzer sorunları onlara dayanarak halletmeye çalışmakta… Öğrendiklerini imbiğinden geçirerek sunmakta… Bence, insanlar üzerindeki yapıcı tesirinin en önemli sebebi, ikna kabiliyetinin yüksek oluşu…

Büyüklerle o kadar iyi anlaşamamakta, hatta çoğunu ufalayabilmek için elinden geleni yapmakta, tecrübesine dayanarak sürekli tenkit edip akıl vermekte, inceden alaya almakta… Çünkü onları kendisinden üstün görmekte, alt edebilmek için her yolu denemekte… Bunu bazen susarak bazen de konuşarak yapmakta… Duruma göre anlam değiştiren bakışları da işin içinde… Aşağılayıcı, alaycı, küçümseyici, yalanlayıcı ve önemsizleştiricilerinden taltif edici, hayran kalıcılarına kadar…

Bütün bunların nedeni, arzu ettiği şekilde eğitim alamamış olması… En büyük hayallerinden olan deniz kuvvetlerine mensup bir subay veya kaptan olup, engin denizlere açılamaması… O kadar çalışıp didinmesine rağmen fabrikatör bacanağıyla âşık atamaması… Dahası da var.

İnadına bir gün Viraneye bir emekli kaptan gelmez mi! İlk geldiğinde ben orada değildim. Tanışma faslından sonra adam gittiği yerlerden bahsetmeye, gezdiği yerleri ballandıra ballandıra anlatmaya başlamış. O gördüğü şeylerden, karşılaştığı insanlardan ve ilginç olaylardan söz ettikçe bizimki halden hale geçmiş! Yaşayamadıklarını bir başkasının yıllarca yaşamış olması ve ona dramatize ederek aktarması… Tahammül edilecek bir şey değil! İyi ki öfkesine kapılıp onu ters yüz etmemiş, sabretmiş. Bir de adam yatırım yapmaktan bahsedince, olay daha dayanılmaz bir hal almış.

“Bir ev almak istiyorum, azizim. Yüzme havuzlu bir villa… Onca yıl ordan oraya gez dur… Yerleşik bir düzene geçemedik gitti! Artık huzur içinde yaşama dönemi… O tempo beni oldukça yordu. Yanıma bir de bayan yardımcı aldım mı… Bilmem bu konuda bana yardımcı olabilir misiniz? Bursa’yı iyi bilmiyorum da… Acaba hangi muhit daha münasip?”

“Ben o işlerden anlamam arkadaşım. Malım yok mülküm yok, param pulum yok. Yatırım benim işim değil. Onu bilene soracaksınız.”

“Ne bileyim işte! Herkese soruyorum da… Akıl akıldan üstündür. Çok okuyan bilmez, çok gezen bilir.”

“Çok gezen… Yani sizin gibi… Ben buradan bir yere gidemiyorum. İşte gördüğünüz gibi… Şurdan şuraya gitmek para… Kıpırdamak para… İstanbul’a gitmek bile benim için kolay değil. Mudanya, Gemlik, Yalova… Oralara yerleşiyor zenginler. Malum, hava kirliliği…”

İkinci gelişinde onu ben de gördüm. Uzun boylu, göbekli, hani irikıyım derler ya… İşte öyle… Esmer, gözlüklü, tombul yanaklı, sevimli bir ihtiyar… Oldukça nazik… Dede de sus pus… Sıkıntılı olduğu zamanlardaki gibi ayağıyla hızlı hızlı tempo tutmakta… Gözlerini içinden oflayıp puflayarak etrafta gezdirmekte… Sanki uzaklarda bir şeyler aranmakta…

Adamcağız da bir şeyler aranmakta… Virane’de, aramızda… Tuhaf ama üst üste iki gün geldiğine göre… Demek ki ilk gün bir şeyler bulabilmiş. Bulabilmiş ki ikinci defa da gelmiş. Gelmiş ama dede sabırsızlanmakta… O, kültürlü ve zengin kişilerden, özellikle böyle erkeklerden hiç hoşlanmaz. Onlar, onun rakibidir. Ulaşamadığı yerlere ulaşmış, kavuşamadığı nimetlere kavuşmuşlardır. Hele bir de ukalalık ediyorlarsa… Ya da hadlerini aşarlarsa…

Gerçekten çok okumuş, çok gezmiş, çok şey öğrenmiş bir insan vardı karşımızda. Hangi konu açılsa, uzun uzun izahat veriyordu, bunu görev kabul etmiş gibi… Konuşurken gözlerimizi ondan alamıyorduk. Anlatmıyor, yaşıyor ve yaşatıyordu. Gitmiş görmüş kadar oluyorduk. Define, ikinci plana düşmüşlüğün ezikliği içindeydi. Krallığını kaptırmak üzere olduğundan sancılı…

Bir saat kadar sonra, Lütfiye Hanım geldi. Ara sıra gelen, dedeyle sohbet eden şık ve zarif bir hanım… Konuşkan, sıcakkanlı bir insan… On yıl kadar banka memureliği yaptıktan sonra, Sinop’a müdür muavini olarak tayin edilince gitmek istememiş, istifa etmek zorunda kalmış, halen kendisine uygun bir iş aramakta olan biri… Define onu ayakta karşıladı. Bir yer gösterdi. Sandalyesini çekip oturttu. Bu arada kaptan da nezaketen kalkıp onu selamladı. Define onu:

“Haldun Bey!” diye takdim etti. “Kendileri emekli kaptan… İstanbul’dan gelmişler. Bursa’ya yerleşeceklermiş.”

“Memnun oldum efendim. Ben Lütfiye Karen…”

İki konuşkan karşı karşıya gelince ne olursa olmaya başladı. Yani kimse kalmamış etrafta sanki… Sanki başbaşalar… İkili bir sohbet… Sorular, cevaplar… Hızlı bir tanışma safhası… Ardından kırk yıllık dostmuşlar gibi bir kaynaşma…

Define bir ona bir ona bakıyor, olana bitene akıl erdiremiyordu. Zaten kendisini yeterli hissetmiyor, bilgi eksikliği ve engellemeye çalıştıkça dışa vuran bir kıskançlık kıskacı içinde kıvranıp duruyordu, şimdi bir de bu çıkmıştı. Onun mekânında… Onu hiçe sayarcasına… Sanki yokmuş gibi… Buraların kralı kimdi?

Fırtınadan önceki sessizliğe bürünmüştük. Onlarsa, Define’yi henüz yeteri kadar tanımadıkları için gayet rahat bir tarzda birbirleriyle yarışırcasına konuşuyorlardı. Bankacıda ansiklopedik bilgi, diğerinde her ikisi de… O zamana kadar duymadığımız sözcükler kullanıyorlardı. Dünyada neler varmış, neler olup bitiyormuş da haberimiz yokmuş! Çağ dışı mı kalmıştık?

Laf döndü dolaştı, konut konusuna geldi. Lütfiye Hanım da demez mi:

“Benim oturduğum sitede, karşı apartmanda size uygun satılık bir dubleks var. Bir bakın isterseniz. Ne güzel! Hem komşu oluruz.”

“Ben müstakil bir ev istiyordum efendim ama bir bakayım, belki de orası olur.”

“Geniş bir bahçesi, otoparkı, yüzme havuzu… Her şey var. Dört tarafından ova ve dağ manzarası…”

O anda Define aceleyle kalktı: “Benim bir işim var. Gitmek zorundayım!” diyerek bir hışımla çıktı gitti. Biz anladık, durum değişik… Usulca dağıldık. Masada o ikisi kalakaldı. Tuhaf bir şeyler olduğunu, kibarca kovulduklarını hissetmemeleri imkânsız ama şokunu kolayca atlatamamış olmalılar ki kıpırdayamadılar. Sadece sustular ve: “Ne oldu şimdi? Bir şey mi yaptık?” dercesine birbirlerine baktılar.

Define birkaç dakika sonra geldi. Suratı asık, aynı gittiği gibi öfkeli ve aceleci… Onun hâlâ orda olduğunu görünce, çıkışının işe yaramadığını anlamış olacak ki onları yok sayarak doğru mutfağa gitti. Orada bir şeyler arıyormuş gibi yaptı. Eline geçenleri sert bir şekilde yerlerine koyarken tangır tungur sesler çıkardı. Sonra geri geldi. Etrafı ateş saçan gözlerle taramadan edemedi. Onlara da bir an dik dik baktı. Tekrar ortamı terk etmek için kapıya yönelirken, kaptan ayağa kalkıp yanına gitti.

“Ne oldu arkadaşım? Yardım edebilir miyim?” diye sordu.

“Hayır! Çıkmam lazım! Siz kalacak mısınız?” diyince, gitmesi gerektiğini anladı. Kibarca kovulduğunun hissedilmemesi için belki de maruz kaldığı aşağılamadan sıyrılmak gayesiyle, alabora olduğunu gizlemeye çalışarak:

“Ben de çıkıyorum zaten. Birlikte gidelim!” dedi. Bankacıya dönerek: “Verdiğiniz adrese gidip o eve bakacağım. Görüşmek dileğiyle, Lütfiye Hanım. Hoşçakalın efendim!” dedi ve hepimize el sallayarak veda edip, dedeyle çıktı.

Biliyorduk ki Define’nin dışarıda işi olmazdı. Onu başından savdıktan sonra hemen dönecekti. Aşağılık kompleksi insana neler yaptırıyordu!

Ahmet, dünkü görüşmelerinde dedenin onu nasıl hayran hayran dinlediğinden, arkasından da: “Keşke onun yerinde ben olsaydım! Neler görmüş geçirmiş, ne kadar bilgili bir adam!” dediğinden bahsetti. “Galiba kıskandı!” demekten kendini alamadı.

“Neden kıskansın?” diye saf saf sordu Neşe.

“Her yönden ondan üstün olduğu için… Özellikle bilgi yönünden… Bir de servet… Az mı?”

“Nedir ki bilgi? Hadi servet neyse de…” dedi Duygu. Mahir:

“İlim, amelin imamıdır.” diyince, Neşe:

“Şuna ilim deme be! Bilim de bari…” dedi. O da fırsat kolluyormuş gibi açtı ağzını yumdu gözünü:

“İlim nedir, biliyor musun, kızım! Allah’ın ezeli sıfatıdır. Neden demeyecekmişim? O’nun, olmuş ve olacak her şeyi bilmesi, ilminin her şey’i kuşatması demektir. Evrendeki her şeyin gerçeğini yalnız O bilir. Biz ne biliriz, ne bilebiliriz, bilsek bilsek? Sadece gördüğümüz, duyduğumuz, okuduğumuz şeyleri… Aslında ilim O’na aittir. Yaratan da, nasıl yarattığını hakkıyla bilen de ancak O’dur. Eşyanın gerçeğini, lüzum ve hikmetini yaratan bilir. Yaratmak ve devam ettirmek için gereken ilim O’nda zatıyla beraber mevcuttur. Ceza ve mükâfat için hakkımızda tüm detaylarına kadar bilgi sahibidir. Ceza ve mükâfat dahi ilim gerektirir.”

“Aman aman, başlama gene!”

“Ne var, işte! Notlarınıza ekleyin! Âlim ismini hatırladınız mı? Âlim olan aslında sadece Allah’tır. Âlimler bile okyanustan bir katre alabilmişlerdir. Dede neden tellendi bilmem! Bildikleri ona yeter de artar bile!”

“Ne biliyor ki!”

“Allah’ı biliyor ya… Yetmez mi!..”

***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 379
www.kafiye.net


Tarih 21 Nis 2014 Kategori: Onur BİLGE

BASAR

383 – BASAR –

Onur BİLGE

Bu nasıl bir aşktı ki evlenince bitiveriyordu? Bir zamanlar onlar birbirlerini görmeden duramıyorlar, fırsat buldukça bir araya geliyor, hiç ayrılmak istemiyorlardı. Yoksa bir süre sonra ben de mi öyle olacaktım? Yani şimdi bir gün görmesem, bir yıl görememiş kadar özlediğim İlhan’dan, bir süre sonra görmeye dayanamayacak kadar nefret mi edecektim? Aşk bu muydu? Böyle bir şey miydi? Ne kadar da dayanıksız! Nasıl da gelip geçici! Bu kadar çabuk, böylesine kolay olmasa gerekti. Dünyanın en güzel duygusu, o kadar ucuz muydu!..

Nazan, Levent’e artık daha fazla dayanamayacağını söylüyor, ikide birde ayrılmaktan bahsediyordu. Kendisinden beklediklerini veremediğine, işinde aşama yapmak için gayret sarf etmediğine kızıyor, onu çok aşağılarda görüyor, eziyor eziyordu… Sık sık tartışıyor, olayı Virane’ye taşıyor, Define’den yardım istiyorlardı. O da her biriyle ayrı ayrı görüşüyor, iki tarafın da nelerden şikâyetçi olduklarını öğreniyor, sonra onları bir araya getirip karşılıklı konuşturuyor, bazen tartışmalarına göz yumuyor, fakat kontrolü elinden bırakmıyor, gerektiğinde müdahale ediyor, eteklerindeki taşları döktürerek anlaştırma yoluna gidiyordu, bazen de üçlü görüşme anında çifti konuşturmuyor, ürettiği çözümleri sunuyor, biraz nasihat ettikten sonra dediklerini düşünmelerini ve açmazlarını o doğrultuda aralarında halletmeye çalışmalarını önerip onları baş başa bırakıyordu.

Zaten evlenmeden önce, Levent’ten gerçek yaşını gizlemiş olduğu için nikâh muameleleri sırasında Nazan’ın yalanı ortaya çıkınca aralarında anlaşmazlık başlamıştı. Dede aralarını bulmuş, onları sakinleştirmişti. Hatta o zaman Nazan Işıl’la da kavga etmişti. Aslında Işıl’ın söyledikleri hiç de yalan değildi ama her doğru her yerde söylenmezdi. Dede onları usulen barıştırmıştı ama şekilde kalmıştı. Hâlâ araları açıktı.

“Ben bu zamana kadar kendimi geliştirmek, işimde ilerlemek için elimden geleni yaptım. Bu kişiliksiz adam bir adım ileriye gitmek için en küçük bir gayret göstermiyor. Muhallebi çocuğu…” dedi, Nazan. Dede sinirlendi:

“Sen değil miydin onu kaybetmemek için yaşını gizleyen! Yaşını başını, tahsil durumunu, yapmakta olduğu işi biliyordun. Bile bile evlendin. Şimdi beğenmiyor musun? Bunları o zaman düşünecektin!”

“Bu evliliğin olması için de yürümesi için de ben elimden geleni yaptım, hâlâ yapıyorum. Allah görmüyor mu!..”

“Görmez mi!.. Elbette görüyor! Sadece yapılanı edileni değil, akıldan geçenleri bile görüyor. O, kara gecede, kara taş üstünde gezen kara karıncayı bile görür. Görür ama gördüklerini açık etmez. Kimsenin yüz karasını yüzüne vurmaz.”

“Bana bir şeyler demek istiyorsun galiba dede! Aşk olsun sana!..”

“Ben zaten müminin basiretinden korkarım. Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar!”

“Dede! O kadar kötü müyüm ben? Yani onda hiç suç yok mu?”

“Vallaha Nazan, ben artık sizin aranızı bulmaktan bıktım! Sorunlarınız beni iyice yordu! Bundan sonra ne yaparsanız, ben artık yokum! Bebek değilsiniz. Ev bark sahibi insanlarsınız. Erken evlenseydiniz, boyunuz kadar çocuklarınız olurdu. Ne haliniz varsa görün, beni karıştırmayın!”

Define resti çekince, Nazan kızardı bozardı, sustu kaldı. Alçak sesle Ayşe’ye bir şeyler söyledi. O, ona aldırmadı. Anlaşılan, onu da bıktırmış. Yakasını kurtardığı gibi dedeye dönerek:

“Basiret ne demek, dede? İlk defa işittim.” dedi.

“Ebsar, gözler demek. Görme duyusu… Dikkat sahipleri. Görücüler… Basar, Allah’ın subuti sıfatlarındandır. Vasıtasız ve şartsız, gizli ve aşikâr her şeyi görmesi mânâsında… Basiret de uyanıklık, anlayış, kavrayış demek. Kalpte eşyanın hakikâtini bilme… İm’an-ı dikkat… Kuvve-i kudsiyye…”

“Kuvve-i kutsiye mi? Kutsal kuvvet mi?”

“Evet. Evliya kuvveti… Allah’ın yardımına mazhar olan kuvvet… Hakaik-ı imaniye ve Kur’aniyeyi gayet ince ve derin bir firaset ve dirayetle anlayabilme kuvveti.”

“Dede! Türkçe konuş! Türkçesi yok mu bunların? Doğru görüş, uzağı görüş, seziş, dikkat, sağgörü gibi mi?”

“Evet… Öyle… Şimdikiler öyle diyor. Feraset… Kalp gözü açıklığı…”

“Sezgi kuvveti… Kalben hissedip anlama… Yani Allah’ın nuruyla bakanların sezgileri güçlü olur… İmanları kuvvetli olanların…”

“Evet, onu demek istedim. Anlamışsın.”

“Anladım da… Bir türlü akıl erdiremediğim bir şey var.”

“Nedir o?”

“Allah’ın her yeri, her şeyi, içi ve dışı, tüm yarattıklarını aynı anda, engel tanımadan, göze bağlı olmaksızın, ışığa gereksinim duymaksızın görmesi, akıl alacak gibi değil! İşte burada şaşıp kalıyorum ben!”

“Allah Basir’dir. Görmesi ezelî ve ebedîdir. Zâtı ile kâimdir. Şânına lâyık bir vecih ile görür. Görmesine hiçbir şey engel değildir. En gizliyi, gizlinin gizlisini dahi görür, bir şeyi görmesi başka bir şeyi görmesine mani değildir. Basar sıfatı kemâl sıfatıdır. Görmemesi muhaldir.”

“Fakat biz O’nu göremiyoruz.”

“Bütün gözleri ve bütün gözlerden görüleni görür ama hiçbir göz O’nu göremez! Güneşe bile çıplak gözle birkaç saniyeden fazla bakamayan, isli camdan baktığında dahi biraz uzun baksa kör olma riski taşıyan insan, O Nur’a bakmaya güç yetirebilir mi! Hazreti Musa, Tur dağında kendisiyle konuşmasından cesaretlenerek Allah’a:

“Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana.” dedi. Rabbi ona buyurdu ki;

“Beni katiyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin.” Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince:

“Sen Sübhan’sın. Tövbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim!” dedi.”

***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 383
www.kafiye.net


Tarih 20 Nis 2014 Kategori: Harun YILDIRIM

UNUTMAM BİR TANEM

UNUTMAM BİR TANEM
Belki bir teselliye muhtaç hicran yaşlarım
Gözlerim unuturda ben unutmam birtanem
Baharına ağlarken mevsimlerde kışlarım
Güzlerim unuturda ben unutmam bir tanem

Kimseye sözüm yok ki feleğe sözüm olsun
Ele bakmıyorum ki ellerde gözüm olsun
Yak yakacaksan gayrı yaktıgın özüm olsun
Közlerim unuturda ben unutmam birtanem

Sen selamı sabahı kestinmi yarim yarim
Sen elleri bağrına bastınmı yarim yarim
Sen yoksa darıldınmı küstünmü yarim yarim
Sözlerim unuturda ben unutma birtanem

Aklına düşmezmiyim gecenin bir yarısı
Öpüp te koklamanın gelmedimi sırası
Hani bir ğülümüz var yeşil sarı arası
Nazlarım unuturda ben unutmam bir tanem

Bir sadakat aradım vefa olan kullarda
Nice izler bıraktım gelip geçen yıllarda
Adım adım vuslata yürüdüğüm yollarda
Tozlarım unuturda ben unutmam bir tanem

Yüreğime saplanan kiprik ile kaşını
Ağlayarak sildiğim bulgur bulgur yaşını
Bir bedahatle koyup uyudugun başını
Dizlerim unuturda ben unutmam birtanem

HARUN YILDIRIM
www.kafiye.net

Tarih 20 Nis 2014 Kategori: Safiye SAMYELİ

OĞUL


OĞUL

Ömrümün baharı gonca gülümdüm
Kırdılar dalımı kırdılar oğul
Ben garip bir kervan sende çölümdün
Tozu dumanıma kardılar oğul

Gonca gülüm soldun taze çağında
Bıraktın ananı hazan bağında
Ömür tüketirim efkar dağında
Feryatlarım arşı sardılar oğul

Dört mevsimim hazan bitmiyor kışım
Çatlıyor şakağım zonkluyor başım
Sabra mecal yoktur sızlıyor dişim
Bitmeyen eleme kardılar oğul

Ellere köy olsan bana şehirdin
İçimde çağlayan billur nehirdin
Tanrıdan bahşolan büyük mehirdin
Hikmetini kuldan surdular oğul

Şu yalan dünyada sendin menzilim
Kaybettim yolumu söndü kandilim
Gözüme nikâhlı artık mendilim
Eller darağacım kurdular oğul

Azrail şerbeti kar ile sundu
Erciyes yolları kana ile yundu
On bir körpe kuzu tabuta kondu
Beni can evimden vurdular oğul

Yokluğun ızdırap sanma yaşarım
Azgın Fırat gibi her gün taşarım
Nasıl ölmedim ben hala şaşarım
Ölmeden salâ mı verdiler oğul

Samyelinin bağrı yanıktır bu gün
Evlat acısına tanıktır bu gün
Vicdan mahkemesi sanıktır bu gün
Yarama merhemi sürdüler oğul.

Safiye SAMYELİ
www.kafiye.net

21.12.2013 Cumartesi Günü Erciyes de meydana gelen ve 11 öğrencinin yaşama veda etmesine sebep olan elim kazada 19 yaşında ki biricik oğlu BAHADIR ALTAY UTAR’I kaybeden ve tam 4 aydır evlat acısı ile yanıp tutuşan sevgili Arkadaşım SEHER UTAR’a Peyğamber sabrı temenni ederken genç yaşta hayata gözlerini yuman evladımıza da Allahtan rahmet diliyorum..


Tarih 20 Nis 2014 Kategori: Gürhan OLCAYTÜRKAN

Ömrü Ömre Katalım


Ömrü Ömre Katalım

Ellerin ellerime sorgusuz hapsolsun,
Gözlerin gözlerime damlalarla dolsun
Yüreğin yüreğime sevda sesi olsun
Ömür bir geceye, aşkla sığar olsun.

Ayrılık zamanları kırgın gözyaşları,
Dilden yaralı sözler yürekte, sensiz anları,
Yaşanmamış tüm özlem zamanları,
Gel bir geceye ömrü ömre sığdıralım.

Geceden sabaha mahrem karanlık,
Sözlerdeki geçen zamanlara isyanlık,
Avuclardaki terlerde gözden sevdalık,
Ömür ömüre yaşanmamışa davalık.

Geçen senelere inat unutalım sözleri,
Katalım ömrü ömre yaşayalım gizleri,
Bir gecede değiştirelim özlemleri,
Sığdıralım geceye sessiz söylenen ezgileri.

Anlatacak ne çok şey varmış dilde anlatılmayan,
Damlalarda ne çok sen varmış gözde akıtılmayan,
Yüreklerte ne çok sen varmış sensiz atmayan,
Ömrümde hep sen varmışsın tadılmayan..

İçten inlemelerle isyanlarla dolu yıllar,
Dosta sevdaya hasretle geçen yıllar,
Fizan ellerinde suskun kervanlar,
Seni katığıma ömrüme salan rüzgarlar.

Gürhan Olcaytürkan
www.kafiye.net


Tarih 20 Nis 2014 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

YORULDUM ARTIK


YORULDUM ARTIK

Bu gün otururken evimde,
Birden geçmişim dikiliverdi
Gözümün önüne.
Büyük yazılarla yazılmış,
Sıyah bir perde dop doluydu.
Hic unutamadıgım anılarıma,
Çektıgım acılar yazılıydı üstünde.
Görünce hayallere daldım,
Sabır edemedım,
Bir iki sene öncesıne gittim.
Bırak dedım kendıme!
Aksın gözyaşların son defa!
İçin rahatlasın aldırma!
Sıkma kendini, agla dedim!
Satlerce agladım.
Tek tek acılı günlerimi hatırladım,
En sonunda dımdık ayaga kalktım.
Aglamakla acılar unutulmaz
Gülerek;
Aglama kız kalk dedim!
Tüm beni üzen acı hatıralarımı,
Gökyüzüne geri bulutlara yoladım.
Birdaha geri gelmemeleri için,
Yalvardım, yakardım, vedalaştım!
Geçmışımı unutmak istıyorum.
Aklıma geldikçe yeniden hastalanıyorum.
Ben aglamak degil, gülmek istıyorum artık!
Suçlusu ben degilim ki yaşadıklarımın!
Bu bir sınavdı,
Sabır et dediler ettim!
Dayandım amma…
Özür dilerim bu acılardan,
Çok yoruldum artık.
İsteyin bir güne, bir ömür vereyim!
Amma bana artık diren demeyin!
Direnmek istemıyorum,
Günlerim acıda olsa,
Gülerek şen şakrak yaşamak,
Kımseyi üzmek istemiyorum!
Amma ne olursa olsun,
Lütfen benim için kimse aglamasın!
Beni herkes gülerken hatırlasın.

Zülfıye Dönmez
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2014 Kategori: Ümran YILDIRIM

Bu Deniz ve Dalgalar


Bu Deniz ve Dalgalar

Ah! Bu deniz ve dalgalar…
Çekiyor beni içine.
Unutturuyor bazen hüzünlerimi
Alıp götürüyor başka alemlere.
Mavi bir düş gibi
Özgür bir kuş gibi
Bunca sahteliğin içinde
İnsanca bir huzur gibi.

Ah!Bu deniz ve dalgalar…
Ne vakit dalıp gitsem derinliğine
Soluğuma soluk katar.
Bir şey var beni içine çeken;
Renginde,sesinde,kokusunda.
Bilirim çektikçe içine,
Düşlerime özlemim gelir.
Vakit gitme vaktidir.
Zaman durur ben yol alırım
Düşlerin deryasında,
Ufka uzanır yolum.

Ah! Bu deniz ve dalgalar…
Bilirim,
Sesinde huzurumu,
Renginde sevdamı sakladılar…

Ümran YILDIRIM
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2014 Kategori: Nezahat KAYA

EFENDİM (2)


EFENDİM (2)

Sayısız minareler Arş’ı titrete dursun
Vakitler; saatleri Kutlu doğum’a kursun!

1_
İnkarcılar dünyanın sarmıştı gövdesini
Gözlere mil çekerek, örtmüştü perdesini
Ha koptu ha kopacak derken küçük kıyamet
Beklenen güneş doğdu bitti mazlum çilesi
İnkarcının nihayet sonlanmıştı hilesi
Hayalde bile zordu insan muhayyilesi!

Bu gelen kimdi böyle hangi ledün sultanı
Dilinde ballı kelâm gönüllerin hakanı
Kusurlu akıllardan ruha yansırken hâlet,
Gönüllere hükmedip, diyen kimdi! ’Merhaba’
On sekiz bin âleme verip sevgiyle caba
Putlar yüzüstü düşüp hepsi olmuştu heba

2_
Varlığın müjde idi şu yekpare dünyaya
Mübarek ayağınla dağ, taş yürüdün yaya
Çöller serabı gördü, ümmetinse adalet
Göklerde ise kuşlar ediyordu semazen
Bitap düşmüş nefesler senle alınca düzen
Müşriklerin yüreği, kendine oldu mahzen!

Şüphesiz medet diyen dilin büyük kavgası
Tasarruf eden gönlün mahşerlik kasırgası
Tevhid-i irfan ile son bulunca cehalet
Birlik beraberlikle önemliydi fütüvvet
Yeryüzünde fâniye teselliydi uhuvvet
Ve, bütün bu olanlar seninle buldu kuvvet

3_
Andolsun ki insanlar seni her gün anmakta
Salât-u selamlarla ’Resul’ diye yanmakta
Lisanlardaki cümle sende bulsa sükûnet,
Duysa; ’şefaat’ diyen dillerini Efendim.
Güftesinde sen kokan güllerini Efendim
Sür yüzlere ne olur ellerini Efendim.

Nezahat YILDIZ KAYA
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2014 Kategori: Karacakız Elif AKTAN

İmbatımsın


İmbatımsın

Gönül sahilimde esen imbatsın,
Yar meltem misali dolsan bağrıma..
Bu zor günlerime tek sen imdatsın,
Sesimi bir duyup gelsen çağrıma…

Hazana dönmeden soldu bedenim,
Gelmeyen vuslattır inan nedenim,
Poyrazlar esiyor üşüyor tenim,
Gelişin şifadır,kalpte ağrıma…

Dört duvar dinledi günlerce seni,
Özlemin düşürdü yatağa teni,
Elif der kıble ol, es güldür beni,
Es artık sevdiğim soldan bağrıma…

06.01.2013/Istanbul – Fatih – Turkey’de.
Karacakız Elif AKTAN
www.kafiye.net


Tarih 19 Nis 2014 Kategori: Karacakız Elif AKTAN

Nehir Olduk Aşkım @ Kavuşmadık Deryada


Nehir Olduk Aşkım @ Kavuşmadık Deryada

Aşkım Fırat misali deli deli çağlarken,
Fikrim Sakarya oldu yollarımı bağlarken,
Gözlerim Dicle sanki ardın sıra ağlarken,
Nehir olduk da aşkım,kavuşmadık deryada..

Asi nehri gibiydin gönlüme hep ters akan,
Ceyhan’la kavuşmayan içimi sonsuz yakan,
Neydi sevdana engel,kimdi aşka yan bakan,
Nehir olduk da aşkım,yakışmadık deryada…

Göksu oldu da gönlüm hep kolarına koştu,
Seyhan gibi dağları engebeleri aştı,
Tahtalı dağlarıda böyle sevdaya şaştı,
Nehir olduk da aşkım,çakışmadık deryada…

Çoruh olsa’da gönlün Mescid dağını aşsa,
Kelkit çayını geçip Yeşilırmağa koşsa,
Meriç’i sarmalayıp Arda ile kavuşsa,
Nehir olduk da aşkım,bakışmadık deryada….

Karacakız Elif AKTAN
İstanbul/Fatih/Çarşamba’da.
www.kafiye.net