Bir Mektubun Satır Aralarında – 8

Böyle bir durumu hiç beklemiyordu. Çok değer verdiği, çok sevdiği bir arkadaşıydı Aydın. Böyle olsun hiç istememişti. Başını diğer yana çevirip gözyaşlarını gizlediğinde Çiğdem biradan bir yudum daha alıp ayaklarını Selçuk’un bacaklarına uzattı. Eli zaten elindeydi. 

Selçuk şu an daha da çok içmek istiyordu. Elini bira şişesine uzatıp sonuna kadar içti. İkisinin de ilk şişeleri bitmişti ve ikişer adet daha vardı. Çiğdem yerden iki şişeyi alıp Selçuk’a verdi.

-Açar mısın şunları canım?

-Açarım; ama senin canın ben değilim, Aydın…

Çiğdem irkilse bile kafaya koymuştu Selçuk’la macerayı. Adını kendisi de koyamıyordu. Seviyor muydu bu adamı? Emin değildi; ama çok arzuladığı bir gerçekti. Ok yaydan fırlamıştı ve yaydan çıkan oku bir daha tutmak mümkün değildi.

-Boş ver Aydın’ı hayatım ya… Şu an biz varız… İkimiz!

-Öyle ama…

-Ama lafını boş ver. Biz varız. Anlamıyor musun? Şu an sadece ikimiz… Sen ve ben! 

İkinci biralar artık bitmek üzereydi. Selçuk’ta hiçbir hareket yoktu; ama Çiğdem çılgınlar gibi adamın avuçlarını okşuyor ve olabildiğince davetkâr davranıyordu. Selçuk ne yapacağını bilmez haldeydi. Arzuları, tek aşkı karısı ve Aydın arasında gezinip duruyordu ruhu.

Kordon boyu sarmıyordu artık ikisinin de geceden beklentisini. Gece ıslak dudaklarını alabildiğince gösteriyordu iki gence. Bu ıslak rıhtımda neydi bu iki gencin başında dönen?

Üçüncü biralar açıldı… Artık düşünme yetenekleri bile yok oluyordu yavaş yavaş. Gece boyu ikisi de beşer şişe içmişlerdi.

Üçüncü biralarını da bitirdikten sonra saat gece yarısını gösteriyordu. Bu güzellikte arayan her şeyi bulurdu. Sahilin, biranın, gecenin sarhoşluğunda ikisi de bulmak bir yana, kayıptılar akan zamana.

Geceler sarhoştu ve fahişeler köşelerde av zamanında, gecenin koynundan çıkamıyordu. İkisi de iyotlu havayı ciğerlerine ciğerlerine çektiler. Desturu yoktu gecenin; her yaşanana tanıktı gece ve karanlık sular. Arsızlaşan yıldız bakışlarda asayiş sağlanıyordu; suskun, delip geçen yerleşmiş kahpe düşüncelere.

Kalkıp yürüdüler geceye ve belki de kaderlerine…

Otel ışıklarının birçok bölümü kapatılmıştı. Resepsiyondan anahtarları aldılar. Odaları yan yanaydı ve ‘Görüşürüz’ diyerek önce Çiğdem geçti odasına. Selçuk gülümsüyordu kendi odasına geçtiğinde. Nasıl olmuştu da bu sahneye kadar gelebilmişlerdi? 

Sanki ikisi de aynı şeyleri düşünmüşlerdi ayrı odalarda. Bira içmekten hoşnuttular ve resepsiyondan tekrar odalarına istediler. Biralar gelene kadar ikisi de ayrı ayrı, odalarında ılık bir duşa karar verdiler. Garip bir iletişimdi bu.

Selçuk yeni gelen birası elinde balkona çıktığında, İzmir’e hiç bu kadar yüksekten bakmadığını ve çok güzel göründüğünü hissetti. Bu esnada kapının çalındığını duydu. Burukluk çökmüştü içine. Heyecanların burada kalmasını dilemişti oysa.

Kapıyı açtığında, karşısında duran kadın Çiğdem’den başkası değildi. Diriliğiyle, kadınlığıyla, cilvesiyle baş döndürüyor, kararlılığıyla ise Selçuk’u ürkütüyordu. İçeri girdi, ayağıyla itti kapıyı.

-Ben geldim… Hadi geceye devam… 

Belli ki evden hazırlıklı gelmişti. İçinde minisinin bedenini çok az örttüğü geceliğinin üstünü, uzun tülü tamamlıyordu. Gecelik siyahtı. Çiğdem’in teni bembeyaz ve dipdiriydi. Selçuk karısını hiç böyle süslü ve kendisi için hazırlanmış olarak görmemişti. Neden böyle yapmamıştı ki? Oysa böyle bir hazırlığın ne kadar güzel olduğunu şimdi görüyordu.

Çiğdem, Selçuk’un hayranlık dolu bakışlarında, içindeki eksik duygularını tamamlamaya, beslenmeye çalışıyordu. Her gece farklı fantezilerle eşinin gecesini süslemiş ‘Ben herkesten daha arzuluyum ve özeniyorum senin için.’ mesajı vermişti. Oysa eşi hep gündüzden kalma yorgundu. Kendisi de bir kadındı ve arzuları vardı. Bunu eşi hiç düşünememişti. Eşine her arzu dolu mırıldanışlarının kendisini ne acılar içinde kıvrandırdığını şimdi daha iyi hissediyordu. Selçuk bir başkaydı…

Bu gece, bu otel odasına gelinceye kadar, birbirine iki yabancı ten, yürekleriyle sıcak bir sohbette buluşmuşlardı. Buraya kadar her şey normaldi; affedilir bir yanı vardı. Şimdiden sonrasında neler olacaktı? Arzu ve şehveti yüzüne, tenine çizip işlemiş şuh bir kadın bir tarafta duruyor; içindeki arzuların damarlarına hızlı pompa yapmasına engel olamayan erkek diğer yanda… İkisi de sohbete kaldıkları yerden devam edemiyorlardı. Sohbetin havası değişmişti. Sevişmek vardı ruhlarında… Sabit iki bedenden çıkıp otel odasında dolaşan iki ruh, ‘Çılgın arzuları mutlu etme zamanı’ diye dans ediyordu. Hem de bedenleri donup kalmışken…

Adam güç bela kolunu kımıldattı ve en yakın nesne olan sandalyeye dokundu. 

-Buyur tabi… Otur! 

………………………

8. bölüm sonu

Devam edecek…

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net