şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Burası Taksim’in arka sokaklarında yer alan, hiçbir zaman herhangi bir şehrin geniş caddelerine, ışıklı bulvarlarına adı konmayacak olan yıkık evlerin arasından yokuş aşağı kendini bırakan Kalpazan Sokak. Gündüzleri, çöpçülerin adamakıllı süpürmekten nefret ettiği, esmer satıcıların, korsan kasetçilerin bağıra çağıra geçtiği, geceleri ağır alkol kokusunun olduğu ve sabaha kadar insan seslerinin, küfürlerin hüküm sürdüğü, polis baskınlarının ambulans seslerine yabancı olmadığı bir
Maviş, yeni sahibinin yedeğinde oldukça uzun bir yolu kat ettiği halde yine de hayatından memnun görünüyordu. Çünkü bu yolculuk sayesinde, hem birçok yeri görmüş oluyor, hem de şimdiye kadar hiç tatmadığı nefis otlarla midesini doldurabiliyordu. Boynundaki yular, canını biraz sıkmıyor değildi, ama nasıl olsa sonunda ona da alışabileceğini düşünüyordu. Yolun iki yanından adeta fışkırırcasına çıkmış otların hepsini yemek istiyor; sahibi ise ancak arada sırada buna izin veriyordu. Maviş, tombul memelerindeki sütün artması yüzünden onları taşımakta güçlük çekiyordu. Buna rağmen
Avni,Kadıköy vapur iskelesinin önünde dolanıp duruyordu.Birisini bekler gibiydi,ama aslında öyle birisi de yoktu.
İskelenin çıkışındaki büfeden gelen döner kokuları açlığını daha da artırıyordu.”Tavuk mu,et mi?Tavuk döner olmalı, yok değil bu kadar nefis kokan et dönerdir.Belki de tavuktur!Ne fark eder?Bak şu amca nasıl da avurtlarını şişire şişire yiyor döner lokmalarını.Boğulacak.O kadar kocaman da ısırılmaz ya…Çekti ayranı,ama zor yuttu gene de lokmayı.” Diye düşünüyordu.
Vakit ikindiye yaklaşmıştı.Gökyüzü kara bulularla doluydu,ama yağmur yağmıyordu. Birkaç adım ötesinde bir köpek, kuyruğunu sallıyarak bir şeyler verecek umuduyla ona yaklaştı.
Kendini yatağa yapıştırılmış gibi hissediyordu. Bir yanından diğer yanına dönmek için yapışan yanını kurtarması gerekiyordu ki, bu da dakikalarca sürüyordu. On aydır bu durumu devam ediyordu.
Bu pazar Virane’ye erkenden gitmeye karar verdik. Orçun, ben ve Neşe… Bizim takım yani… Orada Ahmet ve Duygu da var. Bir de sabah kahvaltılarımız var, bu kadroyla. Biz bize olunca, sohbet çok farklı! Çayın aroması, kızarmış tereyağlı ekmeklerle beyaz peynirin lezzeti bambaşka…
Adam, bütün koltukları dolu olan minibüsteki yolcuları ikna etmeye uğraşıyor ’’Bir koltuk değiştiren yok mu?’’ diyordu. Neden bu kadar ısrar ettiğini kimse anlamıyor hatta yolcular adama deliymiş gibi bakıyorlardı. Arka koltuktan biri;
Kötü kadın değildi, azıcık mendebur cinsindendi. Bir konuşmaya başladı mı sesinin tonunu ayarlayamaz, dinleyenlerin kulaklarını sağır eden türden ses tonu çıkarırdı. Kadını bir kaç dakika dinleyen herkes baş ağrısına yakalanır, yüzler tuhaf ekşime alır, suratlar azar yemiş gibi aşağıya düşerdi.
Yine bir pazar sabahı. Erken kalkmıştı Ahmet Bey. İçi bir tuhaftı. Artık çok ileriyi düşünecek ne hali, ne de gücü kalmıştı. Kiralık oturduğu evin elektiriği, suyu kesilmiş, şimdi bir yerde sığıntı gibi kalıyordur. Lavabosu bulunuyor, elektriği ve sıcak su elde etmek için bir elektrikli ocak vardı bulunduğu yerde. Elini yüzünü yıkadıktan sonra çay suyunu koydu.
Güneydoğudaki bir şehrin, küçük ve şirin bir mahallesiydi burası. İnsanların birbirine yardım ettiği, güzel ilişkilerin kurulduğu, büyüğün küçüğü sevdiği, küçüğün büyüğü saydığı güzel bir mahalleydi. Komşuluk ilişkileri öyle güzeldi ki; sanki bir aile gibiydi mahalle halkı.
Anadolu’nun güneyinde son derece şirin bir şehirdi burası. 1979 yılının şiddetli kışına, soğuğuna ve kara gebe kalmış, yollar da bu nedenle kapanmıştı. Nuray, kız kardeşi Firuze ile birlikte yokluk ve yoksulluk içinde okuma mücadelesi veriyordu. Yaşam onlar için hayli zordu. Baba Ökkaş bey duvar boyacısı olarak çalıştığından, hava şartlarından dolayı iş yapamaz olmuş, dolayısı ile anne Fatma hanımın evdeki dikiş makinesi ile komşulara diktiği