KAMBUR FATMA

          Güneydoğudaki bir şehrin, küçük ve şirin bir mahallesiydi burası. İnsanların birbirine yardım ettiği, güzel ilişkilerin kurulduğu, büyüğün küçüğü sevdiği, küçüğün büyüğü saydığı güzel bir mahalleydi. Komşuluk ilişkileri öyle güzeldi ki; sanki bir aile gibiydi mahalle halkı. Herkes birbirinin derdine koşar, yardımcı olurdu. Bu mahalle de yaşayan, gerçekte de kambur olan, ve adını sırtındaki kamburundan alan, kambur Fatma adında   yaşlı,  hiç  evlenmemiş  ve  kimsesiz   bir   hanım  yaşardı.

          Bu hanımla mahallede ki tüm çocuklar dalga geçer, alay ederlerdi. Mahallenin bir başından diğer başına kadar taş atarak kovalar, sonra da Kambur Fatma’nın canını acıtarak onu hırpalarlardı. Kambur Fatma bu duruma çok üzülse de bir şey  demez, olanları  çocukluklarına  verirdi. Yalnız mahallede Hatice adında öyle bir kadın  vardı ki; o kambur Fatma’yı hiç sevmez onu her gördüğünde yüzüne tükürür, kamburuyla dalga geçer ve alay ederdi. Çocuğunu da bu konuda sıkı sıkıya tembih eder, onunla dalga geçmesini söylerdi. Oğlu Hasan da annesinin sözünü dinleyerek arkadaşlarını etkileyip, kambur Fatma ile aşağılayıcı davranışlarda  bulunurlardı.

Mahalleli Hatice’ye her ne kadar kambur  Fatma’ya  böyle  davranmaması gerektiğini söylese de, o buna aldırış etmez alaycı tavırlarıyla komşularını hiçe sayıp, yine bildiğini okurdu. Kambur Fatma’nın ihtiyaçları ise mahalleli tarafından karşılanır, ona olan    sevgilerini    gösterirlerdi.

Günler günleri, kovaladı durdu. Aradan epey bir zaman geçti. Gel zaman git zaman, kambur Fatma ile dalga geçip, yüzüne tüküren Hatice hastalanıp, yatağa düştü. Çok acılar çekiyordu. Ağrıları yüzünden nefes bile alamaz hale gelmişti. Hatice’nin kocası Mahmut, sonunda Hatice’yi şehirdeki hastaneye götürdü. Röntgen filmleri çekildi, kan ve idrar tahlilleri yapıldı. Sonuç itibari ile Hatice böbrek yetmezliğinden dolayı son derece acı içinde kıvranıyordu. Acilen uygun bir böbreğe ihtiyacı vardı. Yoksa belli  bir  zaman  sonra  böbrek  iflas  edecekti. Hatice  ölümün  o  soğuk  nefesini  hissetmeye  başlamıştı  bile.  Hatice’nin kocası Mahmut, karısının çektiği acılara dayanamıyordu. Gün geçtikçe gözlerinin önünde karısı eriyip bitiyor ve Mahmut hiç bir şey yapamıyordu. Çünkü karısına böbreğini vermek istemiş fakat doktorlar çıkan tahlil sonuçlarının   uygun   olmadığını   belirtmişlerdi.

Mahmut mahalledeki komşularına uygun bir böbrek aradıklarını, bulunmadığı takdirde karısının öleceğini söylemişti. Ne var ki; kim böbreğini vermek istediyse  sonuçlar negatif çıkıyordu. Mahmut’un ümidi iyice azalmıştı. Hatice ise dinmek bilmeyen acılar içinde kıvranıp duruyordu.  Hatice acılar içinde inledikçe, Mahmut bir şeyler yapamamanın ezikliği içinde üzüntüden kahroluyordu. Karısını çok seviyordu, ne de olsa oğlunun annesiydi. Hatice hasta yatağında yatarken, Sürekli oğlu Hasan’ı ve kocasını düşünüyordu. “Eğer ölürsem oğluma kim bakar, kim ona annelik eder. Mahmut’uma kim aş pişirir, kim onun çamaşırlarını yıkar” diye düşünüp hayıflanıyordu. Özellikle oğlu Hasan gözünün önünden gitmiyordu bir türlü. O annesinin bir tanesiydi, kıymetlisiydi, canıydı, ciğeriydi çünkü.

Mahmut’un ve Hatice’nin ümidi iyice kesilmişti ki; günlerden bir gün mahallenin ileri gelenlerinden olan, Emine teyze adındaki yaşlı bir hanımla kambur Fatma, Hatice’nin hastanedeki odasına girdiler. Onları Hatice’nin kocası Mahmut “hoş geldiniz” diyerek karşıladı. Hatice’nin konuşacak dermanı olmadığından hiç seslenmedi, sadece konuşulanları dinleyebildi.

Emine teyze Mahmut’u dışarı çağırarak konuşmak istediğini söyledi.  Kambur Fatma, Emine teyze ve Mahmut odadan dışarı çıkıp, kapı önünde konuşmaya başladılar. Emine teyze Mahmut’a, kambur Fatma’nın böbreğini vermek istediğini söyledi. Mahmut şaşkınlık içerisinde, sonucun negatif çıkacağı ümidi ile kabul etti. Doktorla konuşup tahliller için gün alındı.  Emine teyze  ile  kambur Fatma tahlil günü hastaneye birlikte gittiler. Tahliller için gerekli işlemler yapıldı, sonuçlar için beklenmeye başlandı. Mahalleden bir çok kişi Hatice’ye  geçmiş olsun ziyaretine gelmişlerdi.

Doktor elindeki tahlil sonuçları ile birlikte odaya girdi.

“Eveeet… Hadi bakalım gözünüz aydın. Sonuçlar pozitif çıktı. Uygun böbreği bulduk.  Kurtuldun. Seni yarın ameliyata alıyoruz.”

Herkes  büyük  bir  şaşkınlık   içinde,   mutlulukla  birlikte  nasıl   olduğunu anlamadan, merak içinde sevinip Hatice’ye moral verdiler. Emine teyze, kambur Fatma ve Mahmut hiç kimseye bir şey söylemediler. Çünkü;  Fatma böbreği verenin kendisi olduğunun bilinmesini istemiyordu. Mahmut  onları  yolcu  ederken  Emine  teyzenin  elini  öpüp, başına koydu.

“Çok teşekkür ederim. Sağ olasın teyzem, var olasın.”

Emine teyze ise gülümseyerek;

“O teşekkürü bana değil, Fatma’ya yap oğlum.”

Mahmut kambur Fatma’ya duygu dolu, ağlamaklı gözlerle bakarak;

“Sağ olasın bacım, Allah senden razı olsun, Allah’ta senin yüzünü güldürsün, Hatice’m önce Allah’ın sonra da senin sayende yaşayacak.”

Mahmut’un yüzünde büyük bir sevinç, ve sesinde mutluluğun ifadesi vardı. Çünkü  karısı  sağlığına  kavuşacak,  eski  mutlu  günlerine  döneceklerdi.

Nihayet o mutlu gün gelmişti. Hatice ameliyat olacak, o inanılmaz acılardan kurtulacaktı.  Dahası  oğlu  annesiz,  kocası  onsuz  kalmayacaktı. Ameliyat olup bitmişti. Hatice narkozun etkisi ile baygın bir şekilde yatağında yatıyordu. Kambur Fatma ise böbreğini verdiğinin bilinmesini istemediğinden, başka bir odaya alınmış, orada yatıyordu. Emine teyze, kambur Fatma’nın başucunda onun ayılması için bekliyordu. Hatice kendine gelmişti.  Kocası Hatice’nin ellerini tutarak;

“Kurtuldun Haticem… Çok şükür Allah’ım karım kurtuldu.”

Birkaç gün sonra kambur Fatma taburcu edilip evine gönderilmişti. Emine teyze kambur Fatma’yı hiç yalnız bırakmamış, hastane de ona bakmıştı. Ne de olsa  onun  hiç  kimsesi  yoktu. 

Aradan biraz zaman geçmiş, Hatice’de iyileşmişti.  Doktor Hatice’yi de taburcu edip evine göndermişti. Hatice gün geçtikçe daha da iyileşiyor, yaşadığı   bu   ikinci   hayatın   tadını   çıkartmaya   çalışıyordu. 

          Havanın güneşli olduğu, güllerin, kırmızı karanfillerin açtığı güzel bir gündü. Güneş tüm asaletiyle, gökyüzünde nazlı bir gelin gibi ışıklarını saçıyordu. Çocuklar sokakta oyunlar oynuyorlardı.  Mahalleden   bir   kaç kadın ise, köşe başındaki kaldırım taşına oturmuş koyu bir sohbet ediyorlardı. Kambur Fatma Emine teyzesinin yanına gidiyordu. Ona götürmek için, yol kenarında dikili olan güllerden, kırmızı karanfillerden koparıp, bir demet yapıp eline aldı.  Bu sırada Emine teyze de tam karşıdan geliyordu. Hatice ise penceresinin camından dışarı uzanarak, kambur Fatma ile eski günlerdeki gibi dalga geçiyor, alay ediyor, uzaktan ona tükürükler savuruyordu.

Kambur Fatma bu olan bitene hiç seslenmiyor,  bir Hatice’ye bakıp, bir de elindeki güllere bakıyordu. Bunu gören Emine teyze daha fazla dayanamayıp Hatice’ye çıkıştı.

“Hiç Allah’tan korkun yok mu be kızım, ayıp bu yaptığın. Sen ona o kadar hakaret edip, laf söylüyorsun,  yüzüne  tükürüyorsun,  o sana hiç sesini bile çıkartmıyor. Ne  istiyorsun  Allah’ın  garibinden?  Eğer bu gün  yaşıyorsan, onun sayesinde  yaşıyorsun. O sana böbreğini  vermeseydi,  şimdiye  kadar çoktan toprak olmuştun kızım. Senin bu yaptığına nankörlük denir. Onun yaptığını kimse cesaret edip de yapamazdı. O sana canının yarısını verdi. Sakın bir daha görmeyeyim ona kötü davrandığını.”

Hatice büyük bir şaşkınlık içindeydi. Davranışından dolayı çok utanmıştı.

“Bilmiyordum Emine teyze, yemin ederim ki bilmiyordum.”

Emine teyze yumuşak bir ses tonuyla;

“Fatma o kadar onurlu ki, senin istemeyeceğini düşünerek, böbreği verenin o olduğunun bilinmesini bile istemedi.”

Hatice tarifi edilmez bir duygu içinde, Emine teyze ile kambur Fatma’nın yanına doğru geldi. Kambur Fatma’nın yüzüne bakıp, bir zamanlar hiç sevmediği yüzüne tükürükler savurduğu bu kadının ellerini aldı ve öptü.

“Bundan böyle sen benim kardeşimsin, yaptıklarım için senden binlerce kez özür diliyorum, lütfen affet. Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum, çok şaşkınım. Ama senin sayende Hasan’ım annesiz kalmayacak bunu bilmeni isterim. Ben sana çok kötü davrandım, sen bana can verdin. Çok pişmanım.”

 Olanlardan dolayı Emine teyze çok mutlu olmuştu. Çünkü o mahallenin büyüğüydü. Bir kırgınlık, bir dargınlık olması onu çok üzüyordu. Yüzünü derin bir gülümseme sarmıştı.  Bu tebessüm  dolu  ifade  ile onları izliyordu. Hatice  kambur  Fatma’nın  boynuna  sarılıp  ağladı.

“Beni affettin mi Fatma?  Söyle hadi affettin mi kardeşim?”

diye ısrarla sordu.

Kambur Fatma hiç konuşmadı.  Bir Emine  teyze’ye baktı, bir de Hatice’ye. Sonra da; elindeki gülleri Hatice’ye verdi, gözlerinin içine bakıp gülümsedi. Onu  çoktan  affetmişti bile.  Zaten  ona  hiç  kırılmamıştı…

15.05.2006/Ankara
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
Edebiyat Bilimcisi
Yazar Şair
www.kafiye.net