şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Kış uzun sürmüş ilkyazın oynak havasına hasret kalmıştık. Nisan, mayıs yağmurlarıyla yıkanan bitektopraklardan katmerlenerek fışkıran bereketle uzaktan olgunlaşmış siğil gibi gözüken tomurcuklar bir gecede bitivermişti. Işıldayan tayf altında gök mavileşmiş, ağaçlar hayat emaresini çoktan yitirmiş çiçek fidanları rengarenk gelinliklerini giyip görücüye çıkmışlardı.
Sırtlarında çok giyilmekten eprimiş fistanlarının üzerine giyiverdikleri astarı incelmiş mantolarına sıkıca sarılıp mendil eşarplarıyla başlarını iyice kundakladılar. Ayaklarına birer numara büyük gibi duran yemenileriyle kara gömüldükçe birbirlerine dayanak oluyorlar sendeledikçe tutundukları orman güllerinin kanatıp sızlattığı ellerini ağızlarının buğusuyla ısıtmaya çalışıyorlardı.
Başını dayadığı otobüs camında uyuyakalmış olmalıydı. Bindikleri otobüs köylerine sefer yapan minübüslere göre oldukça konforlu sayılırdı. Çay, kahve servisi bile yapmışlardı. Şimdi de hostes kolonya döküyordu otobüsteki tüm yolculara. Bu hareketliliğe uyanmıştı demek. Uyku mahmurluğuyla şöyle bir esnedi.
Yağmurlarla ıslanmış kasabanın soğuk ve ıssız sokağına bakan küçük pencerenin sıvasız aralığından içeriye sokulan kömür kokulu, arsız rüzgâr genç kadının yüzünü yalıyor; iri badem çekikliğinde ki durgun, düşünceli, nemli gözlerinin üzerine düşüveren haylaz buklelerini dalgalandırıyordu.
Ruhunun bedeninden yaşlı olduğunu haykıran bal rengi gözlerine takıldım kaldım, kıştan kalma is kokulu bir günün sabahında… Masum gelinciğin yaprağındaki çiy tanesi kadar yalnız ve sessizdi. Kuruntulu gölgelerin cirit attığı bu dünyada geceden sabaha yürümüş gibi yorgun, kalıtsal bir hastalığı varmış gibi titrekti tüm bedeni.
Tağı, kahvenin kuytu bir köşesine oturmuş, ince zayıf yüzünü iki eli arasına almış, fersiz gözleri pencerenin pervazından süzülüp kar lapalarının arasına karışmış, dalıp gitmişti… Ayazdan kuruyup çatlamış yüzünün kırışları iyice derinleşmişti. Yeri, yurdu, bir karış toprağı yoktu. Kendini bildi bileli köyde ırgatlık yapıyordu…
İt, kopuk peşime takılmış, Sokak zifiri karanlık. Düşüp kalkıyorum, koşuyorum. Soluk soluğayım.Tepemde kara bulutlar. Yöreme bayırıma şimşek çakıyor, yıldırım düşüyor. İki elim tepemde. Kendimi eve atıyorum… Sırılsıklamım. Tepeden tırnağa ıslanmışım.
Yorgunluklarını birbirine yaslanarak gideren umur görmüş ahşap evlerden birinin üst katında oturan genç kadın; insaniyetinin olanca azgınlığını kusuyor, vicdan sıtmasına tutulmuş bedeni durmadan şahlanan vahşi atların iri kıyım adımlarıyla tepiniyordu.
Karşıdan gelen genç adam onu görünce kocaman gülümsedi.
” Babaanne ben sana Kafe’de otur ben seni oradan alacağım demiştim. Neden önüme geldin. Yorulmuşsundur.
Dedi ve kollarını babaannesinin omzuna attı. Babaanne de hafızasında birilerine benzettiği bu genç adamın omzuna kollarını atmasından biraz tedirginlik duydu fakat bunu genç adama belli etmek istemedi.
Genç kız Taksim meydanında dört kez tam tur döndü beklediği kişi gelmemişti. Gözlerini meydanda dolaşan insanların arasında dolaştırıyor ve uzaktan gözüken her uzun boylu gelen için “bu o olsun” diye dua ediyordu. Akşam karanlığı ince ipek perdeyi yavaşça gökyüzüne doğru çekiyordu.