ANAMIN HAKKI

Tağı, kahvenin kuytu bir köşesine oturmuş, ince zayıf yüzünü iki eli arasına almış, fersiz gözleri pencerenin pervazından süzülüp kar lapalarının arasına karışmış, dalıp gitmişti… Ayazdan kuruyup çatlamış yüzünün kırışları iyice derinleşmişti. Yeri, yurdu, bir karış toprağı yoktu. Kendini bildi bileli köyde ırgatlık yapıyordu…

Günlerdir lapa lapa yağan kar sanki taş olup başına-gözüne yağıyordu. Sigarasını tellendirdi;içine çekip, çekip üfledi. Ağzının içine dolan saman yığınını andıran bıyıklarının arasından,duman fışkırıp tepesinde öbek öbek bulutlar oluşturdu. Peş peşe öksürdü, gözleri sulandı. “ Bu meret bir gün meni öldürecek “ diye söylendi. Parmakları ile hesapladı; büyük çileden on beş gün geçmişti. “ Daha kışın başındayız. Bu yağan kar dona çevirse en az üç ay yerde kalır, diye kara kara düşüncelere gark olmuştu. Kahvede oturan köylüler ise Meşedi Ziyadali’nin ağır hasta olduğunu dillendiriyorlardı. Ölmeden ziyaret edelim dediler.

Birisi dedi, “ Oğluma sünnet yaptım gelmedi”
Birisi dedi, “ Cavan gardaşım öldü, daha acımız dinmemişti, oğluna toy yaptı.
“Birisi, “Atam öldüğünde gelmedi,” birisi “ Men sonra giderem “ dediTağı ise yıllardır dayısı ile konuşmuyordu, yüzünü buruşturup, “Men gitmem” diyerek, kestirip attı.

Birkaç köylü ziyaret etmek için kahveden çıkarken Mireli’yle karşılaştılar, o da “ Menim atam günlerce yerde hasta yattı, bir defa olsun geçmiş olsuna gelmedi “ dedi.
Kimisi limon kolonyası, kimisi çay şekeri, kimisi de portakal alıp yola koyuldular. Kar lapaları arasında karlara bata çıka yürüdüler.Evin önüne gelen köylülerden birisi yerden karların arasından bir taş alıp bahçenin tahta kapısını dövdü:

“ Meşedi Emmi ! Meşedi Emmi ! Ay Meşedi Emmi “ diye avaz avaz bağırdı.
Evin kapısı gıcırdıyarak açıldı, avluda bir çocuk sesi geldi
“ O kimdi ? “
“ Bala can hele kapıyı aç” 
Bir kız çocuğu bahçe kapısını açıp gelenleri görünce hemen eve kaçtı.
“ Nene nene ! Kapıda bir sürü yeke kişi var “ dedi.
Öksürerek evin kapısını açıp, içeriye girdiler. Köyden birkaç kişi daha vardı. Teneke soba nar gibi kızarmış çatır çatır yanıyordu. Meşedi Ziyadali yataktaydı, elinden öpüp peykenin üzerine oturdular. Peykede yer bulamayanlar da minderlerinin üzerine bağdaş kurdular. Halini hatırını sordular. Birbirlerinin yüzüne bakan mimikleri

” vah vah son günleri “ der gibiydi.

Meşedi Ziyadali iyice zayıflamış, bir deri bir kemik kalmıştı. Yanakları çökmüş, elmacık kemikleri çıkıntı yapmış, yüzü sarıya kesmişti. Arkasına birkaç yastık koyup, yarı oturur pozisyona getirdiler. Havadan sudan konuşmaya başladılar.
Birisi dedi, “ Doktorları dinlesek öldük. Yok onu yeme, yok bunu yeme. Meşedi Emmi sen meni dinle, bol bol paça suyu iç. Evelallah turp gibi olacaksan“

Birisi dedi, “ Meşedi Emmi sen meni dinle, evelik aşı iç. Evelallah hiçbirşeyin kalmayacak “
Birisi “ Bol bol bal ye,” birisi,“ kere ye ” dedi.

Meşedi Ziyadali’nin yüzünde belli belirsiz bir tebessüm,
“Siz hiç korkmayın, menim hiç ölmeye niyetim yok,” dedi, öksürük sağanağı tuttu.Gözleri büyüdü, nefesi kesildi. Yüzü mosmor oldu. Hemen bir bardak su yetiştirdiler. Biraz soluklandı, rahatlar gibi oldu. “ Hele sırada Gavat Irza var. Ondan sonra da İsmail ile Hacı Abbas var. Gavat Irza’nın ölmesini bekliyirem. Ölünce karısı Seriye’yi alacağım”

Meşedi Ziyadali’nin hanımı Gülazer başını sallayıp, tülbentli yüzünü buruşturdu. Başını manalı manalı salladı. “Beni gor gotuğa rezil eledin. “ diye mırıldandı.
….

Tağı da papağını başına geçirip dışarı çıkmıştı. Kar lapalarının arasına karışıp evine doğru yürüyordu. Gözlerine dolan karlara aldırmadan başını kaldırdı, kirpiklerini kırpıştıra kırpıştıra gökyüzüne baktı. “ Mübarek yeter artık günlerdir yağırsan, yakacağım bitti bitecek,” dedi. Titreye titreye eve doğru yürüdü.
Tağı evin eşiğinde üstündeki kar yığınını temizleyip içeriye girdi.Eli ayağı buz kesmiş, yüzü ,gözü kırağı bağlamış, kiprikleri mızrak gibi olmuştu. Sobaya sarılır gibi kollarını açıp,ısınmaya çalıştı. Giyitlerinden buhar tütüyordu.

Babası Yetim Üseyin ise namaza durmuştu. Çarşaf gibi kırış kırış olan babasın yüzüne baktı:
“ Özün bir gün görmeden gocadın, bize de bir gün ağlamadın “ diye içlendi .Anası Leylan ise divanda oturmuş , torunlarına kazak örüyordu. Başını kaldırmadan örgüsüne devam ederek:

“ Ay oğul atasına anasına rahmet İsmail Aba gelip dayına baktı. ‘Ne istiyirse verin yesin, Günleri sayılı.’ dedi yanına git halini hatırını sor. El alemden ayıptır.”
“Gitmem ana, ısrar etme”
“ Ay oğul git ayıptır “
“Gitmem ana, mirastan sana birkaç dönüm tarla düşüyordu. Onu bile vermedi. Niye gideyim ? “ Sobanın etrafına dizilen çocuklarına baktı, gözleri bulutlandı. Sinirli bir şekilde “ Bu bebelerin hakkını yiyen menim dayım olamaz. Söyle ha, niye gideyim ana… Niye…” 
“Ay oğul bak, camiye yine yardım etmiş “
“ Ay ana meni dellendirme…”

” Allahu ekber ! Allahu ekber ! Az danışın namazım da hiç oldu… Tanımayanda gardaşını melek sanacak….Tövbe, tövbe… Allahu Ekber ! ” dedi, Yetim Üseyin, namaz kılmaya devam etti..

Anası ağladı, sızladı ama Tağı inatım inat dedi, gitmedi.

Doktor İsmail Aba’nın dediği gibi Meşedi Ziyadali daha da kötüleşti… Birkaç gün molla gelip başında kuran okudu. Baharı göremeden küçük çilenin ilk günü göçüp gitti. Mübarek Ramazan ayında ölmesi de hayra yoruldu.

Anası yüzünü gözünü yırttı. “ Gün görmeyen gardaşım “ deyip göz yaşı döktü.Tağı da istemeye istemeye, ele aleme karşı cenaze namazına gitti. Çok şiddetli ayaz vardı. Titreye titreye arkalarda sessiz sedasız saf tuttu. Kolu komşu dökülüp gelmişti.
Molla hakkınızı helal edin diye cemaate seslendi. Herkes usulden

“ Helal olsun “ dedi. 
“ Men hakkımı helal etmirem !.. “ diye cılız, titrek bir ses duyuldu.
Bir anda sessizlik oldu.Herkes başını cevirip Tağı’ya bön bön baktı. 
Tekrar
“ Men hakkımı helal etmirem, “ söyleyince dayısının çocukları üzerine yürüyüp “Aç köpoğlu “ dediler.

Köylüler araya girdi, “ Ayıptır, yeri mi “ dediler. Tağı söylene söylene kar tipisinin arasına karışıp gözden kayboldu…
Sözcükler :

Cavan : Genç
Toy: Düğün
Meşedi: İranda Meşhed ziyareti yapanlara hitap şekli
Bala : Küçük çocuklara hitap,
Yeke : Büyük
Evelilk aşı: Yöresel yemek
Gor gotuk: Çoluk cocuk

Mehmet KUM
www.kafiye.net