şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Dağları karlı o meşhur Anadolu kentinde doğdum ben, anamın altı çocuğunun ikincisiyim. Babam esnaf lokantası çalıştırırdı evin altında. Üç katlı evimizin üç katını da biz kullanırdık. Alt katta mutfak, misafir, oturma ve anamların yatak odası vardı. Orta katta biz altı kardeş odaları paylaşmıştık. Üst kat ise misafir katıydı. Hiç eksik olmazdı yatılı misafir.
O sene kış çok erken gelmiş ve tüm şiddetiyle hükmünü sürmeye devam ediyordu. Odunu kömürü bol olana göre kış neydi ki, yakar sobasını oturur sıcacık evinde camın önüne koyduğu fiskosun üzerindeki sıcak çayını yudumlar sokağa bakardı.
Zamanın birinde birbirlerine sırtlarını dönmüş; aklı kıt, bencil ve aynı zamanda tembel iki kuş varmış. Türleri de birbirine pek yakınmış üstelik. Biri kanarya ise biri bülbülmüş mesela. Ya da biri kumru diğeri güvercin…
’Tam kapatıyordum telefonu, uzun süre açmayınca meşgulsündür diye düşündüm merhaba Güllü abla.’’
‘’Sana kaç kez söyledim dilini böyle alıştırma, bir gören, duyan olur banaGül ya da Gül Hanım diye hitap edeceksin diye. Bazen düşünüyorum da asistanım mısın yoksa düşmanım mısın bir türlü karar veremiyorum.’’
Mevsim gene sonbahara döndü, güneşin o yakıcı ışıkları zayıfladı. Eğe denizinin üzerinden esen rüzgarlar ağaçların yapraklarını acımasızca dallarından koparıp, savuruyor. Bahçe sararmış gazellerle doldu, bükülmüş ağrıyan belime rağmen her gün süpürüyorum gene doluyor.
O, gün cox sevincli gün idi. Evimize gelin gelirdi. Qardaşim evlenirdi. Uzun zaman idi sevdiyi qiz ile görüşürdü. Toyun başlamasina az qalmişdi. Hami hazirliq edirdi. Qohumlarimiz eve gelib bizi tebrik edirdiler. Gözün aydin anama deyirdiler.
Yağmur yağıyor gökten inceden inceye. Damlalar telaşsızca düşüyor Arnavut kaldırımı taşlara. Taşlar memnun gökten yağan inci tanelerinden, kuyumcu vitrini gibi parıldıyor yüzleri. Belkide zenginliğinin farkında bu sebeple bu kadar sessizce mutluluğunu sermiş yüzüne.
Geçmiş zaman ülkelerinden birinde. Ressam bir şahin yaşarmış. Keskin gözleri, maharetli parmakları olan bu şahin, aynı zamanda çok iyi kalpliymiş. Kendisine kötülük yapanlara bile kızamaz, onların iyiliklerini istermiş. Hatta bir gün arkadaşı serçe ile konuşurlarken uzaktan akrabası olan bir şahinin kendisini üzdüğünden söz etmiş. Serçe öfkelenip.
Kendilerine ait dört inek iki öküz vardı köyün keşik sürüsünde. Herkesin hayvanı bir arada otluyor fakat genede herkes kendi hayvanını güdüyordu. Yeşil çayırlara su kenarına yayılan hayvanların gözü açık ve genç olanları Mısır tarlalarına dalıyor ve zarar veriyordu. Tarla sahipleri hem hayvan çobanını hemde akşam ailesine kızıp kavga çıkarıyordu.
Emelyan adında bir genç oğlan varmış. Emelyan bir işçiymiş. Bir gün işe giderken önüne birden kurbağa çıkmış. Kurbağanın üstünden atlamış. Arkasından bir ses duymuş. Hemen arkasına bakmış. Bir kız varmış, demiş ki: