şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
AY
IŞIĞINDA
Boz
dağların eteğindeki yeni hayatımda ilk dostlarım, Ömercik ve Sezercik
isimlerini verdiğim apartmanımdan sekiz yaşlarında iki tatlı çocuk olmuştu.
Ömerciğim, ilk yazımı yazma vesilem, ilham kaynağım, Sezerciğim de benim evimi
ikinci evi diye tanımlayacak kadar yakınımdı. Hem uzaklarda ki çok özlediğim
yavrularım, hem de hayali torunlarımdı onlar benim.
Zor
hastalık süreci vesilesiyle, neden benim başıma geldi, nerede hata yaptım
sorgulamasıyla tüm hayatımı gözden geçirerek kendimi bulma yolculuğuna kalkıştığım;
Sevgi, huzur, dua ve şükür tılsımıyla açılsın yürekler, kalan ömrüm illa Aşk’la
yaşansın inşallah dediğim 2011 yılıydı. Yıllar sonra nihayet yeniden, üstelik
tasavvuf okumaya başlama şansım sayesinde, öğrendiklerimi hayata geçirme
öğüdüne uyarak, kalkıştığım aşk yolculuğum uğruna, göze aldıklarım nedeniyle
alt üst olmuş hayatımdan sonra, yepyeni bir hayata yelken açmış, bir yıldan
fazla süre boyunca yeni evimde tek başıma, neredeyse kimseyle görüşmeden
yaşamıştım. On beş günde bir halk kütüphanesine giderek üç kitap alıyor, bütün
gün, gece ibadet, zikir ve okumayla meşgul oluyordum. Sadece akşamüzerleri bir
saat bahçemizi sulamaya çıkıyordum.
İşte
öyle bir akşamüzeri, çok ama çok yağmur yüklü bir bulut gibi dolu ve sevgiye
muhtaçken, Ömercik ile Sezercik de evin önünde bisikletlerini sürüyorlardı.
Ömercik az sonra bisikletini apartmanın içine çekti. Ne oldu Ömercik, eve mi
gidiyorsun, erken değil mi henüz dediğimde, o boncuk gözlerini gözlerime dikip
boynunu konuşurken hep yaptığı gibi mahcupca bükerek, “Hayır, eve
gitmiyorum, şey, ben sizi izlemek istiyorum da.” dedi. Kalbim yerinden
fırlayacak gibi atmaya başladı sevinçten. Hortumu tutmadığım kolumla aniden
sıkıca sarıldım belinden. Kendime çekip, hem ağlar, hem de sevinçten çağlar bir
ses tonuyla, “Sen Şeyda teyzeni çok mu seviyorsun?” dedim.
“Evet, çok seviyorum.” dedi. Sonra Sezercikle beraber bahçe duvarının
üzerine oturup beni izlediler. “Şeyda teyzecim, sizin eşiniz,
çocuklarınız, kimseniz yok mu, siz çalışmıyorsunuz da, faturalarınızı kim
ödüyor, nasıl geçiniyorsunuz?” gibi sorularla devam eden sohbetlerini ettiler
benimle. Yüzümde hüzünlü tebessümlerle cevapladım meraklı sorularını. Ne
söylesem beni bildikleri hiçbir kategoriye koyamıyorlardı besbelli.
O akşam
evime mutlu girdim. Ay ışığında, her zaman ki gibi balkonumda laptopumun başına
geçtiğimde düşündüğüm şey sevginin kaynağıydı. Bu iki tatlı çocuğun bana olan
sevgisi nereden geliyordu, ben onları neden bu kadar çok seviyordum. Sahi biz
sevgiyi aramızda alıp veriyorduk, kullanıyorduk da bu sevgi nereden geliyordu?
Tabii ki Rab’bimizden. Her şeyin kaynağı olduğu gibi sevginin kaynağı da O’ydu.
İhtiyaç içindeki her kuluna, yine başka bir kulu aracılığıyla yetişiyordu
hemen.
Peş peşe hastalıklar ve içinden çıkılmaz ailevi sorunlar nedeniyle depresyondan dibe vurduğum, bir çıkış yolu bulamadığım o zor yıllarda, her gün işten eve döndüğümde, hemen heyecanla posta kutularına bakardım. Bilmediğim bir yerden, kişiden mektup beklerdim geleceğinden çok emin gibi. O mektup o gece geldi işte; Ay ışığında!.. Elli yıllık zorlanmanın ve ciddi hastalık uyarısının sonunda, yeni baştan gözden geçirme ihtiyacı ile alt üst olmuş hayatımda, uzun ve derin yalnızlığın, hayal kırıklığının sonunda, kendimden kendime…
Sevgili Adevviye Şeyda;
Bu sana
ilk mektubum. Biliyorum yıllardır gözlerinin posta kutularında olduğunu,
postacıları gözetlediğini, çok bekledin biliyorum. Sen de biliyordun aslında
benim de her an seni gözetlediğimi. Sana sık sık başka başka kişiler, olaylarla
mesajlar gönderdim aslında. Bazen farkettin, aldın mesajı, bazen de hiç
anlamadın saf saf bakındın neler oluyor diye. Sorduğun her soruyu bendim
cevaplayan. Hatta sana o maniyi söyleyen de bendim aslında. Hani sarı saçlı,
yeşil gözlü, küçücük bir kızken, öğle saatlerinde güzellik uykundan uyandığında;
Mahsuscuktan ağlayarak, nazlı nazlı gözlerini oğuşturarak anneciğine koşarken;
Anneciğinin sevgiyle kollarını açarak sana söylediği, o çok sevdiğin,
sevindiğin, hiç unutmadığın mani;
(Aman) Bu gelen kimin kızı,
Yanakları kırmızı,
Gerdanında beni var,
Sandım
seher yıldızı!
O
sığındığın sıcacık kucak benim kucağımdı. Seni sevgiyle saran kollar benim
kollarımdı. O sarı, sırma saçlarını okşayarak tarayan bendim, çok sevdiğin
yakışıklı, iki numara ağabeyciğin değil. Ağladığında boncuk gözyaşlarını silen
de bendim, yufka yürekli, maviş gözlü dört numara ağabeyciğin değil. Hani, hiç
aklına gelmeyen kötü şeyler olduğu için hep, hiç kötü bir şey olmasın, hiç
kimse ölmesin diye, aklına kötü şeyler getirmeye çalıştığında, sana oyun
oynayan, aldatan da bendim. Hiçbir zaman başaramadın kötülüklerin olmamasını.
Bütün kötülükleri aklına getiremezdin çünkü sevgili Şeyda! Senin tertemiz,
küçücük zihnine sığmazdı bu dünyanın bütün kötülükleri.
Şimdi
aklıma geldi sevgili Şeyda; Yaşadığın badire dolu zor hayatı, maruz kaldığın kötülükleri
düşününce. Yoksa sen de hani, “Beni öyle büyüt ki Rab’bim, cehennemi tek başıma
doldurayım, başka hiç kimseye yer kalmasın.” diyen Hz. Ebubekir gibi, tüm
kötülükleri ben yaşıyayım da başkasına kalmasın diye mi uğraştın bu kez de
aklına getirerek önleyemeyince?
Ah
sevgili Şeyda ah! Başkalarına zarar vermeyeyim düşüncesiyle, yanlış kararlar,
davranışlarla, sevgin ve iyiliğinle yola getirebileceğini sandığın kötülere
kendini tükettirmeseydin bir ömür boyu, kim bilir neleri başarırdın, daha ne
kadar sevgi dolu olur, tüm dünyaya yayardın sevgini, güzelliklerini!
Hani o
dinlerken çok içlendiğin Fadime gelinin türküsündeki gibi, sen kötünün harcı
değildin sevgili Şeyda! Küçüklükten meraklıydın, hazırdın okumaya, öğrenmeye,
iyilik meleği olmaya. Henüz sekiz yaşında iken, ikinci annen ablacığının
edebiyat kitabında rastlayıp bir nefeste okuduğun, aklını yitirme derecesinde
etkilenerek kızlar da derviş olabilir mi acaba acıklı sorusu ile küçücük
yüreğinde ilk aşk ateşinin tutuştuğu Bizim Yunus’umuzun hikayesi ile
dervişliğe; Dahası izlediğin Leyla ile Mecnun ve hatta kadın evliya Rabia
filmlerinden sonra ne çok yakışmıştın Fatma Giriğin oynadığı baş rollere
hayalinde.
Bağınızın
kenarındaki bahçenizde, börülce çiçeklerinin arasında tek başına dolaşarak
düşünürken, Allah’ını görmeyi dilerken, neden göremezmişiz ki Allah’ımızı diye
o küçücük kafanı yorarken, üzüm asmalarının arasında, Mecnun gibi güneşe
bakarak “Leyla Leylaaa!” diye inleyerek provalar yaparken çok
tatlıydın. Ne kadar da gönüllüydün aşk uğruna acılar çekmeye daha o yaşında.
Bir Mecnunun eksikti, çok beklemen gerekse de illa bulacaktın onu da.
Sen Boz
dağların eteğindeki bereketli Gediz ovasında; Her biri birbirinin aynı, basit
ama tertemiz, mutlu çocukluk günlerinde; Gün doğumu ve batımını izleyerek derin
hayallere dalan; Yem yeşil bağların arasında küçücük bir bağ evinde,
ağabeylerinin çaldığı bağlama, kaşıklara türküleriyle eşlik eden; Kümes dolusu
tavuklara masallar anlatan, yemyeşil kırlarda kuzularını otlatan, cıvıl cıvıl,
küçük, tatlı bir kızdın.
Bağ
evinizin yanında ağabeylerinin kurduğu sazdan çardakta saatlerce yıldızları
seyrederdin geceleri. Kimse duyup rahatsız olmasın, kızmasın diye, kulağını
dayadığın radyodan büyük aşk hikayelerini dinlerdin büyük bir hevesle, içler
geçirerek, ahlar çekerek daha o yaşında. Çok geçmeden başına gelecekleri,
küçücük yaşında kendine biçtiğin çok büyük rollerin, kalkıştığın aşk gibi
boyundan büyük hayallerinin bedelini, hayatın sana hazırladığı acı sürprizleri
bilemezdin…
İlla Aşk
/Adevviye Şeyda
www.kafiye.net
Yorum Yapın