Çınarın Gölgesinde


Hicran ruhumu usul usul, yaktıkça,
Hasret okyanusunda, boğulacak gibiyim.
Sanki hatamın günahını ödüyorum.
Bana kırgınsın şimdi ve beni,
En büyük ceza ile cezalandırdın.
İnsanlığından mahrum bıraktın.


Yaşlı gözlerinde, küllenir közler,
Kızgın sözlerinde, gücenir güller,
Dargın yüreğinde, kirlenir Ülker.
Ay yüzünde yanar, Ülker yıldızı.



Ruhum yandıkça, tenim üşüyor.
İçimden atamadığım sen,
Unutmak mümkün mü seni..?



Kaç kez, kapına geldim de,
Bir türlü içeriye giremedim.
Çünkü…
Bahanelerim tükenmişti.
Sen bilmezsin.
Neredeyse bahaneler fabrikatörü olacaktım.
Bahane bankam iflas etti.
Ve kendimi sensizliğe hapis ettim.


Şimdi…


Çınarın gölgesinde,
Aşkımız ölümsüzleşiyor…


Oysa…
Şu an, yanımda olsaydın eğer,
Eskiden olduğu gibi,
Beraber dertlerimizi paylaşırdık.
Yüreklerimizi sonsuzluğa uçururduk.


Sen, benden gittin, gideli!
Dünyam alt, üst oldu.
Gönlümde ki; güller tek tek, soldu.
Saadetim hüzne daldı.
İlkbahar, hazana demir attı.
Kara kış kapıma düştü, yâr.



Senli, benli günler mazide kaldı.
Seninle tanıştığımız gün,
Aklımdan hiç çıkmıyor.
Bir tesadüftü tanışmamız.
Seni tanıdığım gün, ay sadece bana,



Doğmuş gibiydi ve yüzünde dolunayı gördüm.
Ayın on dördün de, gördüm dolunay,
Ayna cemalinde, sanki Doğan ay,
Ah gülmelerin de, tutulur güneş!
Ayın on dördünde, kalbe düşen ay…



Senli günlerde, ben çok şanslıydım.
Gözlerine bakınca, sanki
Nemrut dağından,
Güneşin doğuşunu görürdüm.
Dilinden dökülen kelamların da,
Hidayete ererdim, tel tel!
Ayna cemaline bakınca, kendimi cennete,
Kavuşmuş gibi hissederdim.



Temiz yüreğini tanıdıkça,
Kutsal kitabı açar gibi,
Yüreğini açıp, bakmak, öpmek,
Okumak gelirdi, içimden!



Bastığın toprağı, kutsal topraklar gibi,
Diz çöküp, öpmek isterdim.
Ellerimi tuttuğun an,
Kalbimin ritmi bozulur,
Ve duracak gibi olurdu.
Tebessümlerin canıma, can katardı.
Kahkahalarında hayata tutunurdum.



Yeşili “o” kadar güzel anlatırdın ki;
Zümrüt’e benzetirdin.
Sayende gözümün önünde,
Göremediğim harika doğayı fark etmiştim.



Cahil kalan tarafıma, bilgilerini sunup,

Saatlerce bıktırmadan, kendini dinletip,
Beni mest etmeyi başaran ilk kişiydin.
Ukalalık taslamadan anlatırken sen,
Sanki masal diyarlarında gezerdim, ben.
Senden başkasını dinlemeyen,
Bel ki de çokbilmişlik taslayıp,
Kimsenin söylediklerini anlamayan ben,
Eşsiz sesinin tınısında bilgilenir,
Kütüphane gibi olur,
Aydınlığa kavuşurdum.



Hele divan edebiyatından sunumlarında,
Gönlüm serenatlar eşliğinde coşardı.
Seninle yarışmak için, tüm ilhamı,
Zincirler esirim yapar, nice şiirler yazardım.


Şiirlerde…




Sana olan hislerimi söylemeye çalışırdım.
Ben, sana vurgun, sana tutkundum.
Önceleri farkında bile değildin.
Evet, her şeyi bilen sen,
Benim platonik aşkım olduğunu,
Çok zaman sonra anlayabildin.
Anladın da elin, kolun bağlıydı.



Beni en çok üzen şey neydi?
Bilir misin..?
Senin de bana, çok zaman önce,
Benden de önce âşık olduğunu anlamaktı.
Bir taraftan sevinçliydim.
Bir taraftan da hüzün dolmuştum.
Aslında ben sana değil de,
İnsanlığına âşıktım galiba…
Bu mısralar, bu itirafım,
Bizim aşkımızın hikâyesidir.
Senden bir türlü vazgeçemiyorum.



Neden mi?
Yazacağım mısraları, tüm dikkatinle, oku!
Senden nasıl vazgeçerim?

Oku, ey sevgili oku!
Seni terk edemem, benim kanımsın.
Senden vazgeçemem, benim canımsın.
Kanımsın, canımsın, seni unutup,
Ruhumdan silemem, benim anımsın…


Senden vazgeçersem eğer,
Bil ki;
Dininden dönmüş, kâfir gibi olurum.
Seni bırakmam mümkün değil!



Çünkü…
Ay yüzlü sultanım, güneşsin bana.
Gözlerin vatanım, aşığım sana!
Sözlerin fermanım, ateşsin bana!
Sana müptelayım, canım efendim.



Aynam…
Seni sevmek, en büyük günahı işlemek gibi,
Seni özlemek, en büyük işkenceyi çekmek gibi,
Seni beklemek, en büyük korkuyu, yenmek gibi,
Seni anlatmak, en büyük
Ansiklopediyi okumak gibi,
Seni bırakmak, en büyük
Abide’yi yıkmak gibi…


Sultanım…
Gözlerine bakmayı,
Bilsen nasıl özledim!
Gönlümdeki sevdayı,
Bilsen nasıl gizledim..!




Bilgehan Emirşanoğlu
www.kafiye.net