541 – MARPESSA

Onur BİLGE

Aşkdeniz’in Büyülü Güzeli Marpessa,

O kayanın üstüne heykelini dikmek isterdim senin. Aydınlık yüzünle, belinden aşağıya çavlan misali köpüre köpüre dökülen simsiyah saçların, kuğu boynun, incecik belin, muhteşem hatlarınla, bebeksi dudakların, pembemsi yanakların, aşkmavi gözlerin, kıvrık gür kirpiklerin, yay gibi kaşların, mağrur bakışların, asırlardır dünya güzellerine meydan okuyan şaheser güzelliğinle… Mermer bir yontu olarak değil, en kaliteli mermerlere taş çıkartan gerçekliğin, pürüzsüz, kadifemsi teninle… Kanınla canınla sanki… Sanki aslının birebir aksi… O kayanın üstünde saçlarını geriye savurmuş, göğsünü kabartmış, ufuklara bakar gibi… O anda oradaymışsın da, o aslınmış, sense sulara yansıyan efsunlu görüntünmüşsün gibi… Yani senden fazla sen, gerçeğinden de gerçek…

Ey masallar, düşler, söylenceler güzeli Marpessa! Aşkdeniz’in ecesi, gönlümün bilmecesi! Çağlardan çağlara çağlayarak koşan, kayalıklara çarpan dalgalarla coşan Mitoloji Efsanesi! Ey hayaller, düşler, masallar ülkesinin dillere destan Prensesi!

Balık desem balık, bir var bir kayıp… İnsan desem insan… Kaçtı yakalayamam, kayboldu kimselere soramam. Sonra ne derler, ayıp!

Hayal misin düş müsün? “İns misin cin misin?” desem: “Senin gibi beniâdemim.” dersin. Neden bir görünür bir yitersin? Neden gelir gitmezken aniden terk edersin? Kalbime temel atar, sırça saray dikersin de neylersin?

“Neyleyim sarayı neyleyim köşkü
İçinde salınan yar olmayınca!”

“Bir elinde cımbız, bir elinde ayna… 
Umurunda mı dünya!”

Poseidon’dan mı istesem seni, Boreas’la haberler mi göndersem! Bilmem nasıl ulaşsam sana! Şişelere mi koysam yazdığım mektupları, şiirleri, Aşkdeniz’e mi salsam!

Ey Antalya sahillerini aydınlatan, Toroslar’da batan, İzmir semalarında can bulan Eşsiz Güneş! Aşkdeniz’i ışığından, sıcaklığından mahrum bırakan, Ege’ye hayat iksiri olan Denizkızı! Tritonlardan mı istesem seni, Hazreti Süleyman’ın Hüdhüd’den istediği gibi! Bir anda gidip getirseler tahtınla birlikte! Gönlümün billur sarayına ayak basıversen aniden! Eteklerini toplayarak, ürkek ve şaşkın yürüsen, kollarını açarak bana doğru ilerlesen!

Ne köşk ne saray, ne Peygamberlik ne krallık, ne de Karun kadar zenginlik… Tek dileğim sen, yalnız sen, hep sen…

Aşkın aganta halinde gönlümün halkasına geçirilmiş, sancak bağıyla, ızbarço düğümü atılmış.

Küçük bir teknem olsa, en azgın fırtınalara aldırış etmeden yollara çıksam! Fornaks miçom olsa, yelkenlerim korkunç nefesiyle dolsa! Dalgalara bata çıka İzmir kıyılarına varsam! Yayan yapıldak yollara düşsem, o sokak senin bu sokak benim, seni arasam!

Bembeyaz bir uçurtma olsam, Foraks’la uçsam! Aramıza set çeken Toroslar’ı paramparça olsam da aşsam, iline ulaşsam. Kar taneleri gibi camlarına savrulsam, hasretinden erisem aksam!

Artemis gibi bir gücüm ve becerim olsa, olsa da o aşk mağarası benzeri evinizde Bianna gibi taş etsem o koca müsveddesini! Bir daha yanına gidemeyesin diye Olemp dağından kaldırabildiğim en büyük kayayı getirip koysam kapınıza!

Senede bir gün için de olsa sadece ama sadece görebilsem seni, yeter bana, inan ki!

İdas yapayalnız burada, Marpessa. Nicedir yapayalnız, acılar içinde. O kadar çok ağladı ki gözyaşı pınarları kurudu, sesi kısıldı, hıçkırıkları duyulmaz oldu. Taş kesildi! Heykelden farkı yok. Donuk bir ifade yüzünde… İster ıstırap de, ister hüzün de. Yalnız yüreğinde kalmış can. “Marpessa Marpessa!” diye atan.

İdas

***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 541
www.kafiye.net