CEMALCI GELDİ

Merhabalar sevgili dostlarım. Nasılsınız? Uzun zaman oldu sizlerle sohbet etmeyeli. Bahar ayı geldi. İzmir’e ne yazık ki bahar hiç uğramaz. Kırkikindi yağmurları olmasa inanın cayır cayır yanacağız. Bahar İzmir’e uğramadığı için yaz mevsiminin kavurucu sıcağı beyninizde patlar bu çanağı andıran İzmir’in çukurunda. Yine de halimizden şikayetçi olmamak gerekir hani. Akşam vaktinde yıldırımların, çökecekmiş gibi olan gök kubbenin gümbürtülerinden sonra gök kubbe ne yarılıyor, nede bir tarafa yamanıyor. Doluyu yolda yiyen, ceviz büyüklüğüne yakın olan yağmur taneleri ile yaralanma tehlikesi atlatan insanların sırılsıklam oluşları, bazen gülünç manzaralara da neden oluyor doğrusunu isterseniz.

İzmir’de sıcaklar bastırınca yaz mevsimi aklıma geldi hemen. Çocukluğumda, memleketimdeki yaz mevsimini düşünmeye başladım. Memleketimde yaz bir başka olurdu. Çanakkale’nin Biga ilçesi, Gemicikırı Köyünde yaz mevsimi bir başka geçer. Hani yıllar ne de çabuk geçiyor derler ya, işte benimde ömrümdeki defter yaprakları çok çabuk bir şekilde sonraki güne devrediyor durmadan. Dile kolay; tam tamına 58 yıl olmuş ömrümüzdeki tüketmiş olduğumuz defter yıllığındaki ömürden. Ben geçmiş yılları düşünürken çocukluğumdaki  “ Cemalcı Geldi ” seslerini ise inanın hiç unutmadım.

Yaz mevsiminin bitmesiyle ülkemizde yöresel bir takım gelenekler devam eder.  Bazı yörelerimizde bağ bozumu, bazı yörelerimizde karpuz sonrası, bazı yörelerimizde harman sonu eğlenceleri düzenlenir. Nasıl ki yazın sonunda yaylalarda hayvanların eve dönüşlerinde bir takım eğlenceler düzenleniyorsa ki bunların çoğu yöresel bir takım eğlencelerdir. Hamsi şenliği ise bir başka şenliği oluşturuyor.

Benim köyümde harman sonu ise bir başka güzellikte oluyordu çocukluğumda. Buğdaylar harmanda dövenlerle dövüldükten, taneler ambara koyulduktan sonra sırasıyla mısır kırımı ile gündöndü kelleleri harman yerlerini işgal eder.  İmece usulü dediğimiz bir biçimde köyün genç kızları harmanlarda mısırların kabuklarını soyar, ellerindeki sopalarla gündöndü kellelerinde taneleri dökmek için tersinden dövmeye başlarlardı. Bu işler akşam yapılırdı. Bütün gece kızlar türküler söyler, şarkılar söyler, bazen de ortaya çıkıp karşılıklı oynarlardı. Köyün gençleri de genellikle sevgililerine yakın oturur, onlarda bu imeceye yardımcı olurlardı. İmecesi yapılan ev sahibi de o akşam çalışanlara ikramlarda bulunurdu. Böylece gençler hem çalışır hem de sevdikleri ile sohbet etme imkanını bulurlardı. Gündüz diğer tarla işlemleri devam ederken birde köyün dibek başı dediğimiz meydanında da yine genç delikanlılarımız ve genç kızlarımız dibek başında tokmak sallarlardı. Bu karşılıklı tokmak sallamalar genellikle sevgililerce yapılırdı. Bazen bu karşılıklı tokmak sallamalarda karşılıklı isyan, atışma ve ayrılık manilerini söylemeye kadar gider.

              A benim bahtı yarım
              Gönlümün tahtı yarım
              Yüzünde göz izi var
              Sana kim bahtı yarım

Bu maninin karşılığında genç kızımız eğer kişiyi sevmiyor ve ya reddetmek ister ise;

              Evlerinde iğde midir
              Dalları yerde midir
              Her gördüğünü seversin
              Sendeki de mide midir

Diyerek cevap verirdi. Böylece güzel manilerle sevgililer tatlı bir atışma da yaparlar. Gündüz olan bu karşılaşmalara akşam olunca ya bir mısır harmanında ya da bir gündöndü harmanında devam eder gider. Bu gelenek hala devam ediyor mu derseniz ne yazık ki modern teknoloji sayesinde bu geleneklerin çoğu gitti. Artık makinalar bu işlemleri yaptığı için bir de hani bu makinalar duygusallıktan da uzak olduğu için ne türküler ne de maniler söylemiyor. Sadece metal takırtıları içerisinde işlemler sürüp gidiyor.

Artık harmanlarda yığılı mısır ve gündöndü yığınları bitmeye yüz tutmuştur. Köyde şeker kamışı şıraları ve şeker pancarının şıraya dönüşen suları ve üzümlerin şıraları da kaynatılmış, pekmezler küplere, fıçılara da yerleştirilmiştir artık. Dibek başındaki bulgur, keşkek döğmeleri de yavaş yavaş sonlanırken harman işlerinin sona erdiğini bildiren ve köyün genç delikanlılarınca bir eğlence daha düzenlenir. Bu eğlencenin amacı; bereket ve bolluk anlamını taşıyan, yaz boyunca doğal afetler olmadan, ürünü kazasız belasız ambara koyma anlamını taşır. Cemalcının toplanma, birlik ve beraberlik anlamı da vardır. İmece usulüyle işlerin yapılması, insanların birleşerek yardımlaşmanın da önemini göstermektedir. Bu nedenle bağ bozumu ve ya harman sonu dediğimiz olan bu ürünlerin sonlanması olayında cemalcı da köy halkı için bir eğlence olmaktadır. Bu çok ilginç bir eğlencedir aslında. Hani kadının olmadığı bir yerde zenne kullanılır. Bu “ Cemalcı Geldi” eğlencesi de ilginç bir hal alır. Çünkü genç delikanlılar arasından bu eğlence için ilk önce gönüllü istenir. Gönüllü iki zenne oluşmayınca iş kuraya kalır. Artık şans kime gülerse harman sonu eğlencesinin zennesi de o iki genç olur.

Cemalcı geldi olayına gelince. Köyün genç delikanlıları gece 24.00 ten sonra bir araya gelirler. Ellerine kaşık alır ve kaşıkları şakırdatan biri olur. Bazı gençler yüzlerini toprak boyalar, fener isleri ve kömürleşmiş olan odun boyaları ile yüzlerini, ellerini boyama yaparlar. Bu nedenle küçük çocuklar cemalcıların kullanmış olduğu o büyük çan sesi ve gençlerin görüntüleri nedeniyle korkup ağlamaya başlarlar. Bazen anneler çocuklarını korkutmak için genelde; “ Sus, ağlarsan, yaramazlık yaparsan seni cemalcıya veririm.” tehditleri de çok önemliydi. Bu tehdidi duyan çocuklar hemen susarlardı. Hani yakın zamanlarda ağlayan çocukları; “Seni doktora veririm, hemşireye götürürüm.” sözü korkutma amaçlı kullanıldıysa, cemalcı da bir zamanlar umacı olarak da kullanılmıştır. Davul, hayvanlara takılan büyük boy çan ve küçük ziller ellerde olur. Köyün Alt başı dediğimiz girişinden başlanır, köyün üst kısmından çıkılır. Köyün bütün kapıları çalınız. Kapılar çalınınca gençler;

     “Cemalcı geldi dudun mu?
               Ambara ekinini koydun mu?
               Bereketin bol oldu mu?
               Benim hakkımı ayrı koydun mu?
               A benim sevdiğim ağam bilir misin?
               Ben hakkımı almaya geldim,
               Benim sesimi duydun mu?” der bir delikanlı. Sonra ziller, koca çan, davul sesleri yanında gençler de oley oley ve lululu sesler başlar. Ta ki kapısı çalınan ev sahibi sokak kapısını açıp elindeki hediyeyi gençlere verir. Hayır dualar yapılır. Bu kapı kapı dolaşmalarda evlerden, buğday, arpa, mısır, gündöndü, nohut, bakla, yumurta, tavuk, köyün zengini olan kişi de bazen bir kuzu ya da teke verir köyün gençlerine. Bu şekilde toplanan tüm hediyeler köyün meydanında herkesin önünde ayrı ayrı bir yerde biriktirilir. Sonra bakliyat ve benzeri yiyecekler satılır. Bununla bakkaldan lokum, bisküvi ( Lokum ve bisküviler –kıstırma- dediğimiz iki bisküvi arasına bir lokum koyularak oluşturulur ve çok ta güzel olurdu o zamanlar.) çerez, tahin helva alınırdı. Eğer şarap ve rakı isteyenler varsa içki de alınırdı. Canlı olarak alınan kuzu ve tavuklar, ördekler, kazlar hemen pişirmeye hazırlanır. Klarnet, zurna ve davul eşliğinde türküler söylenir, oyunlar oynanır, naralar atılırdı. Böylece harman sonu köyün son geleneği olan cemalcı da icra edilmiş olurdu.

 Gençlerin bu eğlencesinde zennelerin iki görevi vardır. Birincisi eğlencede onlar her gidilen kapıda köçek gibi oynamak zorundadırlar. Tüm köy gezilip toplanan hediyeler bir yere konunca ikinci görevleri başlar zennelerin. Pişirmeye hazırlanan kuzu, teke ve ya diğer kümes hayvanlarını pişirme işlemi. Servis hazırlama, köyün gençlerine hizmet artık zennelerin görevidir. Bu durum sabahın ilk ışıklarında son bulur ve böylece bir sene sonraya tekrar buluşalım bu cemalda diyerek evlere dağılma başlar.

Evet sevgili dostlarım. Benim köyümdeki  “cemalcı geldi ” geleneği bu şekilde yılarca kutlandı. Kutlanmaya teknolojinin demir sesleri arasında ne yazık ki son verildi. Bazen bu durum ve ya benzeri çalışmalar canlandırılmak istense de ne yazık ki gerçekleşmemektedir. Tüm Anadolumuzda yıllar önce var olan geleneklerimiz gibi yok olmaya yüz tutmuştur. Benim memleketimde bile bu durumu kaç kişi biliyordur bilemiyorum ama, inşallah bir eldeki parmaklardan çoktur umarım.

Kalın sağlıcakla.

Saygılarımla.

 

              İzmir/ 04.06.2012
              Hüseyin DURMUŞ
              Emekli Edebiyat Öğretmeni
              Şair Yazar