Hayat Kadranı

Yaşadıklarının en yakın şahidiydi; kör, çolak, hiç yunmamış tiftik saçlı, basma fistanlı, elinin uzantısı olmuş adı konmamış et bebeği…

Kirli camların arkasından bakardı, bahçede acı bir neşeyle oyun oynayan yaşıtlarına Ela… Sevgiye susamışlığını içine gömer, sessiz ve dünyayı kuşatan çığlıklarla ağlardı ısıtılmamış yatağına yatınca geceleri. Takvimler ezbere atarken adımlarını saymamıştı bebeğiyle geldiği yetimhanedeki günlerini…Hiç duyumsamadığı sıcaklığın hasreti hüzün dolu gözlerine yansır, meraklı bakışların merceğinden uzaklaşmak içinde aldırmazlık zırhına bürünürdü. Geçmişin sararmış sayfalarından yayılan bilinmezliklere yaptığı yolculuklarda ilk hissettiği zifiri karanlık ve küçük fiskelerle yüzünü tokatlayan soğuk havaydı. Çiğ düşmüş havaya rağmen sıcacık bir alazın ıslak öpüşlerini, sarıp sarmalayışını, giderken nemli ve suçlu nazarlarla dönüp dönüp bakışını saniyeler içinde anımsar, flaş hızıyla yitirirdi. Garipliğine, kimsesizliğine ağlayan bulutlarla ıslanışını, azgın ve aç bir köpeğin bebeğine saldırışını yangınlarla, titremeler arasında korkarak hatırlar, karanlık ve yalnız  olmayı istemezdi… Endişelerine lokmalarını katık eder; ürkek ve ağlamaklı hallerini yavan, çorak, minicik yüreğinin gölgeli kuytu köşelerine hapsederdi…

Yaralı bakışlarla etrafındaki gürültülü kalabalığı süzerken, iki çift gözden akıp gelen o tatlı sıcaklığı hissetti ta yüreğinin derinliklerinde…Eli, ayağı titredi benliğinin tüm hücrelerine sinen benzersiz bir sarhoşlukla…Garip bir çekim gücüyle üçü de  gözlerinin derinliklerinde kayboldular…Bataklıkta altın bulmuş gibi parlayan bakışların tesirinden güçlükle kurtulan Ela,suç üstü yakalanmış gibi başını öne eğdi. Duygularının ölçeksizce sahneye çıkışından utanmış afallamış, koşarak uzaklaşmıştı mıknatıslı ortamdan…

Siyah-beyaz dünyası pırıltılı renklerle kuşatılmış, yumuşacık kulaçlarla sevgi denizinin koynunda büyülü bir yolculuğa çıkmıştı. Yapaylıktan uzak, sevgi ve merhamet dolu kalplerine, Ela’nın yaralı bir kuş gibi çırpınan minicik yüreğini de altın zincirlerle bağlamışlar, yıllardır eksikliğini, özlemini duydukları evlatçıklarına sıkı sıkıya sarılmışlardı. Tüm korku ve yalnızlığı  güneşin doğumu öncesinin gölgeli aydınlığında buharlaşmış, sihirli bir gerçeklikle değersiz varlığı anlam kazanmıştı…Al al olmuş yanaklarından kan fışkırıyor, pembe beyaz minicik bedeniyle; kayıp zamanlarının öcünü alırcasına tütülerini aceleyle çıkarıp itaatkar midillisinin yularına yapışıyor, henüz gelişimini tamamlamamış ince, uzun parmaklarıyla piyano tuşları üzerinde notalarla flört ediyordu…

Cemiyet hayatının yakından tanıdığı hümanist ve hayırsever kişiliklerinin yanında mütevazilikleriyle öne çıkan hukukçu Türker çifti biricik aşkları Ela’ya iyi bir eğitim aldırmışlar, kişiliğinin çok yönlü gelişmesini hep desteklemişlerdi…

Dost rüzgârın yumuşattığı yağışlı bir bahar gününün öğleden sonrasını geçirdiği koltuğa biraz daha gömülüp gözlerini kapattı, Fondan ılık bir şarap gibi yudumladığı klasik müziğin tınıları yükseliyor, ezberinde ki notalar gözlerinin önünde raks ediyordu… Her gün son seans sonrasında bu şekilde davranmayı itiyat haline getirmişti. Öykü içindeki öyküleri sevecenlikle dinliyor, uzman titriyle kendisine danışılan konularda çocuk, ergen ve ebeveynlerine psikiyatri ve psikoloji disiplinleri çerçevesinde tanı ve tedavi desteği sunuyordu. Yaşamın kıyısından çekip aldıklarını hayat kadranına yumuşak bir sortiyle yerleştiriyor, nice Elalara kendisinin de bir zamanlar geçtiği yollarda köprü vazifesi görüyordu…Kısacık zamanın gizemli kollarında teninin harareti düşmüştü. Billur, kırılgan, el sürülebilir anılarına vedaederekruhudinginliğe ermiş bir şekilde gözlerini açtı Ela…

Bir süreliğine mecburi ikamet ettiği kuruma gelir temin etmek için organize ettiği baloya yetişmek üzere; parfüm kokularına, yorgun bedenlerin vücutlarından yayılan ekşi, nahoş ter kokularının karıştığı arabesk bir İstanbul gecesine doğru yüzünde geniş bir gülümseme ve iç huzuruyla aktı…Gitti…

Fatma Türkdoğan
www.kafiye.net