HEP HÜZÜN HEP HÜZÜN

Baharın en güzel günleri. Portakal çiçekleri arasında oturup bahçede kuş cıvıltılarını dinlemekti amacım. Ağaçlar coşmuşlar. Bademler erikler çoktan meyveye durmuşlar bile. Yerler yemyeşil, kelebekler çiçekten çiçeğe uçarlarken kuş cıvıltıları bozuyordu sessizliği. Güneş en parlak ışıklarıyla selamlıyordu gökyüzünü. 
Güzelliklerin tadını çıkarmalı diye düşündüm. Çok değil bir ay sonra sıcak yakıp kavuracak her yeri. Kuşlar kuytulara saklanacak. Portakal çiçeği kokuları kalmayacak, yemyeşil otlar sararacaklar. Yaslandım arkama, kapadım gözlerimi. Kulaklarım kuş seslerine, arı vızıltılarına odaklanmış kokuları çektim içime. Tam o an da yanı başımda yükselen iniltiler çekti dikkatimi. Her şeyi bırakıp o tarafa döndüm. Belli ki acı çekiyordu. Yüzünü okşadım, boş boş baktı yüzüme. En çok da bu dokunuyor içime. “Neyin var” dedim, “bilmem” dedi. Anlatabilse kim bilir neler söyleyecek. Ne çekiyor, ne hissediyor anlamak imkansız. Ancak kendimce yorum yapıyorum. Elimi tuttu sıcacık, sıkıca. Yumdu gözlerini. Yine inlemeye benzer sesler çıkarıyordu ama sanki daha huzurluydu. Yanındaydım ve elini tutuyordum. Başka da elimden bir şey gelmiyordu. Çaresizlik bir ok, saplandı göğsüme, kanıyordu durmadan ve her iniltide yeniden batıyor, canım çok yanıyordu.
Kafamı kaldırıp baktım, doğanın renkleri kaybolmuştu sanki. Gözüme ağacın dibindeki kıştan kalma yapraklar ilişti. Renksiz, kuru, kırılıp ufalanmış. Kuşlar ötmüyordu, çiçekler kokmuyordu az önceki gibi. Bu kez mutlu kediler değil çiçeklerin arasındaki felçli kedi takıldı gözüme. Her adımda yere yuvarlanıyor ama o ısrarla kalkıp yürümeye devam ediyordu. Sonunda kendine gölge bir yer bulup uzandı. Onun azmi güç verdi bana. Yıllarca bıkmadan, usanmadan yürümeye devam etti. Kafasını dayayamıyordu ama yine de suyunu içip mamasını yiyordu. Ve her şeye inat yaşıyordu. “aferin” dedim. “İnsanlar örnek almalı” diye geçirdim aklımdan. Düşüncelerimden iniltilerin yükselmesiyle silkindim. Yanı başımda hayatın gerçekleri duruyordu. Eğildim. Yanağına bir öpücük koydum, sarıldı o da beni öptü. 
Bana sürekli “hep hüzün, hep hüzün” diyorsunuz ya işte yine hüzün. Ne yapayım bu da hayatın bir gerçeği. Kulağımı kapatabilseydim acılı inlemelere, gözümü kapatabilseydim hamile kedinin çöp kutusunda yiyecek aramasına, televizyonda haberleri izleyip de görmeseydim ölen onca çocuğu, yüreğimi kapatabilseydim çöp toplayan çocuğun haline, mendil satan yaşlı amcanın yüzündeki çizgilere, hüzün yazmazdı kalemim.

Ayşe Sönmez Bulut
www.kafiye.net