VE YOKSUN

Ve yoksun… Kaç zaman oldu, hatırlayamıyorum. tesbihlere gömdüm sayısını yokluğunun. ne oynaşmaya davetkar kahkahaların duyuluyor, ne de içimi ürperten dokunuşların yakıyor tenimi. akşamsefalarının paylaşılan güzelliği, bir taraftaki tabakları kirlenmeyen iki kişilik şamdanlı sofralara yansıyamıyor. aç kalıyor gözbebeklerim. çıplak kalıyor seni örtünemeyen yüreğim. ay’a ahkâm kesemiyorum küçümseyen bakışlarımı gönderip, odamdan kovamıyorum perdeleri örterek. çünkü yoksun. çünkü ayın şavkını solduran yüzün yağmıyor odama. ellerinin kıvrımlarında gezinemiyor ellerim. ellerim boş.. bomboş…

Ve yoksun… iki çam ağacının gece karanlığındaki ay ışığının yansıttığı karartılarının, birbirlerine kenetler gibi duruşlarında düşüyor aklıma, duygusallığımızın kenetlendiği anlar. başlar omuzlarda unutulmuş gibi… odamın perdelerini çekmeye korkuyorum. ordayız. iki ağacın kenetlenmiş siluetinde. varoluşumuzun en büyük nedeni olarak inandığımız bizli anlardan gelmişiz. meydan okur gibi duruyoruz geceye karşı. umarsız, korkusuz. karanlığa yansıyan eksiğimizi tamamlıyor ve mırıldanıyorum türkümüzü: ” gökyüzüne çizilmiş resimlere benzerdik rüzgarın peşine takılan bir nefes gibiydik kırdı dallaımızı fırtınalar boranlar kaldı bahar çiçekleri üzerinde sevdamız”

Ve yoksun… artık kavgalarımı anlatacağım kimse yok. artık sokak sokak polislerin kimlik kontrollerine yakalanmadan eve gelişlerimi anlatacağım kimse yok. tüm günün yorgunluğunu unutturan, tüm koşuşturmalarıma açıklık getiren, kapının açılışıyla gördüğüm ela gözlerin artık yok. isli ve kızgın bir tencereye dokunur gibi oluyorum kapının kolunu tutarken, eve dönüşlerimde. ellerim yanıyor. ellerimi sensizliğin dağlıyor.

Ve yoksun… gözlerimi üzerinde unuttuğum mimozaları toplayıp, yüreğimi uzatır gibi uzatamıyorum sana ve onları kucaklar gibi alışında gözbebeklerinin pırıltısını göremiyorum artık. sonrasında, adetten ya da içten, ama yansımasında sevgiyle karınan öpüşünü tadamıyorum. çünkü yoksun… çünkü uzak bir kentin kuytusundaki bir evin ışığı ölgün odasındasın. uzaklardasın…

Ve yoksun… dudaklarından yanan bir sigarayı devam ettirme hazzından yoksunum. parmakuçların yüz hatlarımda gezinmiyor artık. saçlarımı okşamıyorsun annemden sırayı devralıp. okşayışlarında, herşeyi silip gözkapaklarımın ardına salamıyorum kendimi. ha şimdi, ha şu an deyip, heyecanla öpüşünü bekleyemiyorum senli zamanlardaki. çünkü yoksun… ışıltıları baş döndüren bir şehrin gecesinde unutulan bir ezginin cılız notalarına saklanmışsın.

Ve yoksun… uyumalarını fırsat bilip, saatler boyunca fark ettirmeden yüzümü yüzüne yaklaştırarak içemiyorum soluğunu. doyasıya seyrine varamıyorum cemalinin. benim oluşunun muazzam egosunu tadamıyorum artık. çünkü yoksun… ve dokunma isteğiyle kıvrandığım halde, uyandırmamak için sadece seyrinle yetindiğim kıvrandıran anları tadamıyorum artık.

Ve yoksun.. yok-sun.. yok.. yoksunum… yoksulunum…

Dç. Dr. Zerda ONURLU
www.kafiye.net