Yakıcı bir cumartesi sabahı. Ahmet Bey, balkona oturdu. Çevreyi izlemeye başladı. İzmir sokakları yine hareketliydi. Havanın da çok sıcak olacağını kendi kendine söylenerek yakınmaya başladı.

Ahmet Bey, oturmuş olduğu balkondan Göztepe’yi, biraz daha ileride Üçkuyular limanı, daha ilerisinde İnciraltı ve arka planda Menteş yarımadası. İnciraltının tam ortasında bir silüet gibi ortada yükselen plaza. Görünümü bozsa da yine de rengiyle yeşilin akışını bozmuyor gibi duruyor.

Ahmet Bey, biraz gülümser gibi oldu. O güzel manzaranın içerisinde dikili taş gibi duran  Otel Plazanın görünümünü mezar taşına benzetti. İnsanlara mezarlık ve mezar taşları daima soğuk gelir. İnsanı titretiverir bir anda. Korkunç mu korkunç, insanı sanki bir anda boğu verecekmiş gelir mezar taşı, diye mırıldandı Ahmet Bey.

Evet… Hangimiz korkmayız ki mezar taşından, mezarlıktan. Hangimiz gece karanlığında mezarlığa gitmeyi bırakın yanından bile geçemeyiz korkudan. Ne derdir bilinmez, içimizde bir ürperti olarak yaşantımızı süsler durur. Halbuki mezarlıklara gidince oranın o kadar korkunç olmadığını düşünür, Ahmet Bey.

Ahmet Bey, hafif bir gülümsemeyle bakıyordu yeşilliklere. Geçen gün bir arkadaşının ölümü nedeniyle mezarlığa gitmişti. Aslında bu sıralar sık sık gider gibi oldu. Yaprak dökümü başladı tanıdıklarının arasında. Mezarlıkta defin işlemi bitince çevreyi bir dolaşmak istedi. Yakında beklide kendisi getirilecekti buraya diye de düşünmedi değil hani? Mezarlıkta o kadar çok şaşırdığı kabir biçimleri vardı ki. Hani zenginin mezarıyla faskir ve kimsesiz olarak ölenlerin mezarları hemen ayrılıyordu. Kimisi aile mezarlığı almış, orada gömülüydü, kim zenginler gösterişli mezarlar ile süslemişti mezarlarını. Yalnız hepsinde tek benzer yön vardı; “ Ruhuna Fatiha” . Bu dikkat çekmişti. Kesintisiz zenginin de fakirinde aynı temenni vardı. Bunun dışındaki her şey teferruattı artık, diye düşündü Ahmet Bey. Hatta o kadar çok teferruattan fazla yazılar vardı ki bazılarında, dışarıdaki kirlilik mezarlıkların içine de aynı şekilde yerleşmiş, dedi kendi kendine.

Sabah serinliğinde gölgede balkon keyfi çok güzeldi aslında. Çayından yudum yudum almaya başladı Ahmet Bey. Bir taraftan da canını sıkan sahte olan iki senet var ya!!!! İşte o iki senet onun için celladın hazırlamış olduğu yağlı ilmekli ip ve boğazına geçmek üzere diye de düşündü. Bir an da bir ürperti geldi, tüm vücudunu titretti. Yavaş yavaş ölüme doğru gidiyordu artık Aslında iki sahte senet yüzünden ölmek, onun adamlığına, erkekliğine yakışmıyordu. Fakat ne yazık ki çaresizdi Ahmet Bey. Çırpınıp duruyordu yaşam içerisinde başarılı olmak için. Yalnız gelmiş olduğu şu dünya yalnız kalmış ve yalnız olarak ahirete gidiyordu artık. Sevenleri çoktu, ancak az da olsa düşmanları onun hayatı cehenneme çevirdi şu İzmir çukurunda Ahmet Bey’i.

Ahmet Bey, son zamanlarda evin içinde duramaz oldu. İmkansızlıklar, olumsuzluklar, çaresizlikler o kadar peş peşe geldi ki, inanın ne yapacağını da bilemez oldu ve şaşırmaya başladı artık. Ölüme doğru adım adım yaklaşıyordu. Kahpelerin, şerefsizlerin kurmuş olduğu tuzak onu artık bu dünyadan sonsuzluk diyarına, kabristana iyice yaklaştırıyordu. Sadece zamanın bir an önce gelmesini istiyordu artık Ahmet Bey.

Bardağından bir yudum çay aldı. Düşünmeye devam etti. Hani mezarlık diyordu. O korkunç yer. Bir söz geldi aklına.: “ Ne eyledi rahat, ne verdi huzur/ Yıkıldı gitti dayansın ehli kubur- Ne kendisi rahat eyledi ne de huzur verdi/ Öldü gitti şimdi gitmiş olduğu mezarlıktakileri dayansın onun gelmesine.” Gülümsedi. Aslında şu hayatta bir türlü gerçekten samimi olarak gülümseyemedi, gülemedi. Yüzü tebessüm görmedi hiçbir zaman. Bari ömrünün şu son zamanlarında gülümsese. Gülümseyebilse… Dostlarına karşı aslında hep gülmeye çalıştı. İçinde fırtınalar koparken hep gülümsemek zorunda kaldı Ahmet Bey. Bari şimdi gerçekten doğal bir gülümseme olsa. Olsa da tebessüm eden bir yüz ile azraili karşılayabilsin. Hiç olmadı ona karşı dimdik dursun. Dursun ki bu dünyada yaşarken; namusu, şerefi, doğruluğu ve insanlığı ile öldüğünü belli edebilsin.

Ahmet Bey’in bir isteği vardı. Eğer ölürsem mezar taşıma klişeleşmiş şeyler yazılmasın. Çevre kirliliği onun mezarında ve mezar taşında da oluşmasın. Mezar taşımda şöyle bir yazı çok olur mu diye düşündü. Bir yere not aldı.

1954- ????
En iyi beni  Allah bilir,

Mezarlıklar dinlenme yeridir,

Sanma ki gelenler diri midir?

Dünya ölüler elinde kelepirdir.

                             Sade Vatandaş

İzmir/12.06.2009
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net