Yakıcı bir günün ufukta kaybolmaya başladığı sırada Ahmet Bey, bitkin bir vaziyette eve girmişti. Olumsuz düşünceleri beyninden atabilmek için ve sağlığı açısından uzun bir yürüyüş yapmıştı.

Gün boyunca oradan oraya hem bir iş bulmak için koşturmuş, hem de çok acil olarak ihtiyacı olan parayı bulmak için arkadaş ve dost kapılarını aşındırmıştı. Ne yazık ki, elleri boş eve dönmüştü.

Akşam yemeğini yemiş, balkona oturmuştu Ahmet Bey. Uzaktan da olsa İzmir Körfezinin Balçova ve Narlıdere taraflarını seyrediyordu. Gece olduğu için bir kadının boynundaki gerdan gibi oluşan ışıklara dalıp gitmişti. Yorgunluktan mıdır, üzüntüden midir bilinmez, vücudunda bir titreme başladı Ahmet Bey’in. Gündüz çok koşturmuştu. Mali sıkıntılarını aşabilmek için koşturmuştu. Kime sorsa mali kriz bahane oluyordu. Aslında eskilerin söylediği aklına geliyordu her kapıyı çalışında:” Sende yoksa başkasında da yoktur. Sende varsa vermek isteyenler kapını aşındırır.” Bunu hiç unutmamıştı. Ne yazık ki bu durumda böyleydi.

Memleketten de gelecek bir yardım da söz konusu değildi. Gözden ırak, gönülden de ırak misali akrabaları ile de limoniydi arası. Nasıl ki iki kızı uzun yıllardır kendisi ile konuşmuyorlar. Hoş iki kızı da hem Ahmet Bey’in abisi, kız kardeşi ve yeğenleri ile hiç görüşmüyorlarsa, sıkıntılarının olmasında eski ailesinin rolü de büyüktü.

Masada bir not ilişti gözüne. Biraz gülümsedi sonra Ahmet Bey. Nasıl gülümsemesin ki, yeniden aşka, sevdaya tutulmuştu. Notu eline alıp okumaya başladı:  

“Biricik  Aşkım;
Bu gün seninle ilk defa uzun zaman sonra tekrar görüşmeye başlamanın heyecanı ile ve görüşmenin de çok kısa olmasına karşın anlatılacak çok şeyin olması nedeniyle ne yazık ki ne sevincimi, ne düşüncelerimi sana anlatamadım. Nikindeki yazını da hiç beğenmedim. Bana doğrusunu istersen çok dokundu ve ben seni gerçekten severken böyle bir yazı ile karşılaşacağımı hiç beklemiyordum. Ama ben seni gerçekten seven bir aşığın olarak senin böyle düşüncelere kapılmanı asla istemem. 

Bana göre Dostlar zor günde vardır. Acı içerisinde kıvranırken yanımda olmayan dosta ben dost demem. Sevdiğimi ilk önce acı gününde kucaklarım. Mutlu gününde beni kucaklayıp kucaklamayacağını ona bırakırım.

Evet biricik aşkım, esmer güzelim. Seni hala ilk günkü o ulaşılması zor aşk ile seviyorum. Seni asla unutmayı, senden uzaklaşmayı  hiç düşünüyorum. Ben sevdiğimi ölesiye severim. Sen benim bir tanemsin ve öyle de olmaya devam edeceksin. Seni çok özledim. İnan hala geceleri duvardaki resmin ile konuşuyorum. Balkonumdaki güller ve çiçeklerle konuşuyor, dertleşiyorum. Seni onlara anlatmaya devam ediyorum canım. Seni bilmem ama hala senin yolunu gözlüyorum dört gözle. Seni fazla oyalamayayım. Daha çok konuşacağımız günler gelecek. Seni çok seviyorum, Allaha emanet ol bir tanem.” Gözleri nemlendi.

Elindeki notu yavaşça masaya bıraktı. Mutlaka bir araya geleceğiz sevgilim. Mutlaka birleşeceğiz, dedi.

Ahmet Bey, artık yoruluyordu koşuşturmaktan. Akşam eve gelince; dert ortağı, söyleşeceği, konuşabileceği bir arkadaş istiyordu yanında. Onunla karşılıklı oturmak, söyleşmek, dertleşmek, yeri geldiğinde omzuna başına dayamak istediği gerçek bir hayat arkadaşı istiyordu artık. O kadar sıkıntılı ki, eve girmek istemiyor, evde yalnız kalmak istemiyor. Sanki dört duvar üstüne gelecek gibi oluyor evde yalnız olunca. Kışın soğuğunda bile balkona çıkıp saatlerce oturmaya devam ediyordu.

Bazen bilgisayarının başına geçer, duygularını, düşüncelerini sayfalara dökerdi. Balkonunda çiçeklerle, güllerle konuşur dertleşirdi saatlerce. Onun can yoldaşıydı onlar. Aslında bilgisayar da dertlerinin azalmasına yardımcı değildi. Ancak rahatlıyordu yazdıkları ile içini döküyordu çünkü. Kendi kendine ağlar, ellerinin tersiyle gözyaşlarını silmeye çalışırdı. Bazen silmezdi hiç. Nasılsa ağladığını görecek kimse yoktu evin içerisinde. Bırak, kuruyuncaya kadar aksın gözyaşlarım, derdi, Ahmet Bey.

Ahmet Bey’in yorgunluğu aslında çok koşuşturmaktan değil, sevdiği kişi ile arasında karabulutların dolaşmasından dolayı çok yoruluyordu. Sevdiği aşkına yardım edemeyişi de onu kahrediyor. Bu kadar aksilik hep mi bana gelecek diye de kendisini yakınmaktan alamıyordu. Hele bu sabah sevdiği ile yapmış olduğu konuşma, ömründen yirmi yılı silip atmış gibi oldu. Yirmi yıl daha yaşlanmıştı sanki. O sözleri hatırladıkça;

– Keşke ben bu sözcükleri duymasaydım. Ne vardı sanki pc başına geçip internete girmeseydim. Girmeseydim de sevdiğimle o tartışma aramda geçmeseydi.” dedi.

Ahmet Bey, yalnız yaşadığı için akşam olunca evde canı sıkılıyor.  Yazılar hazırlıyor. Günlükler tutuyor. Kahveye gitme alışkanlığı yok. Alkol de almıyordu. Hani balkonda oturup müzik eşliğinde hafiften hafife efkarını dağıtsın. Bunun yerine bilgisayarda sanal alemde tavla yada poker oynardı. Sitresini atar, sonra da televizyon karşısında tartışma programlarını izlemeye devam ediyordu. Tartışma programlarının abonesi olmuştu akşamları.

Bu sabah evden geç çıkacaktı. Sabah biraz pc başında oyun oynayayım dedi. Bir taraftan da kahvaltı yapıyordu. Günlük yapacağı işleri de düşünmeye devam ediyordu.

Ev telefonu çaldı. Numaraya baktı. Arayan sevdiği esmer güzeliydi. Bu saatte onun telefon etmesi mümkün değildi. Hayırdır, bir terslik mi oldu acaba diye düşünmeye başladı. Telefonu açtı hemen.
          Utanmıyor musun sabahın erken saatlerinde oyun oynamaya?
          Oyuna yeni girdim canım.
          Ne yenisi, bütün gece oyundasın. Bak birbirinize iyi geceler diliyorsunuz bu saatte. Sana mı inanacağım, yoksa gördüğüm yazılara mı?
          Canım, ben yeni girdim. Bütün gece oyunda değildim!
          Belli oldu neden sık sık hasta olduğun. Bütün gece oyun. Sonra da hastayım diye yalan yapıyorsun.
          Canım, bak, bana haksızlık yapıyorsun!
          Sen gerçekten bir sahtekarmışsın! Bir yuva yıktın. Şimdi oyun sayfalarında bayanlarla oyun oynayıp gönül eğlendiriyorsun.
          Bak canım, ben yuva yıkmadım. Ayrıca sana karşıda daima dürüst oldum. Kimseyle gönül eğlendirmiyorum. Sana ihanetim de olmadı. Sana olan bağlılığım ilkgünkü gibi de devam ediyor.
          Sen uyuşuk bir ihtiyarsın. İşlerini askıya almış, genç yaşta emekli olmuş, kadın delisisin. Sen var ya sen…
          İleri gitme, kırıcı olmaz!
          Bayanlarla poker, tavla oynuyorsun. Yapman gereken işlerini yapmıyorsun.
          Canım seni aldatmadım, aldatmıyorum da.
          Aldatsan ne olur ki… Sen zaten aldatılmaya layık bir erkeksin. Senin aldatılman gerek, aldatılmalısın….
          Bana bak….
          Ne olmuş. Aldatabilirim. Aldattım seni, aldattım ne olur? Ruhun mu duyacak. Hani iş açacağım diyordun. İş mi açtın? Bizimle mi ilgileniyorsun? Buna karşılık oyun sayfalarından çıkmıyorsun hiç. Sen kumarbazın birisin, sen busun….
          Canım, ben bunları hak etmedim. Bu kadar hakaret yeter.

Artık Ahmet Bey’in başından kaynar sular dökülmüştü. Duyduğu iftira, hakaret ve “ aldatılmaya layıksın”,  sözlerinden sonra kendini kaybediyordu. Gözleri kararmıştı. Sesi titriyordu artık Ahmet Bey’in. Tansiyonu yükselmemesi için kendisine hakim olmaya çalışıyordu. Sevdiği ise telefonda konuşmaya devam ediyordu.

          Sesin kesildi. Genç yaşta emekli olmuşsun. İnternette oyun sayfalarında yirmi dört saat kalıyorsun. Yerinden kalkmadığın için iyice şişmanladın. Kıpırdayamıyorsun. Bir sürü kadına kur yapıp duruyorsun.
          Canım… Ben sayfalarda yirmi dört saat kalmıyorum. Bu konuda bana iftira atıyorsun. Seni aldatmadım da. Aldatmıyorum da, bunu da çok iyi bil.
          Ben kaç defa gördüm. Ayrıca eş-dost, seni tanıyanlar; bu oyun sayfalarından hiç çıkmadığını söylediler bana.
          O, eş-dost dediklerinin hepsi de yalan yapıyor. Hepside iftiracı, hepsi de şerefsiz ve sahtekar. İnsanlar doğruyu söylesinler, iftira etmesinler.
          Dostlarıma şerefsiz diyemezsin, asıl şerefsiz sensin.
          Allah belanı versin senin. Yazıklar olsun sana. Ben güneşin altında koşarken asıl sen MSN başında görüşmeler yapıyorsun ve beni çekiştiriyorsun. Oyun sayfalarından sen çıkmıyorsun. Bunu sen de söyledin. Canın sıkıldığı için burada bulunduğunu uzun süre. Asıl msn de kişilerin sana sevgilim demelerini özellikle sen bekliyorsun ve bu iltifatlar da senin hoşuna gidiyor. Aldatan ben miyim, sen misin, bunu görenler daha iyi söyleyebilir. Özel sayfalarına seviyorum yazılarını silmiyorsun bile. Ne de olsa senin özel sayfan. Senin özel sayfan olacak ama benim özel sayfam olmayacak. Ben özel sayfa açamam, oyun oynayamam. Sen sevgilim ifadelerine sevinecek ve güleceksin.
          Orası beni ilgilendirir. Bu sayfalar benim özelim. Evet. Sen benim özelime karışamazsın. Özel sayfalarıma sen giremezsin, girenler için de bir şey söyleyemezsin.

Artık Ahmet Bey, dayanamayacak duruma gelir. Sesi titremeye, yıldızlar uçuşmaya başlar.
          Ne olur kapatmalıyım telefonu. Şuan konuşacak durumda değilim. Yeter artık yeterrrrrrrrrrr. Durmadan bir birimizi kırıp duruyoruz. Yetsin artık, kapatalım telefonları. Kırmayalım bir birimizi.
          İşine gelmeyince hemen kaçacak yer arıyorsun. Ben koskocaman …. um bu güne bugün. Sen nesin ki? Bir emekli, bir hiç sin! Yaşına bak. Sana kim bakacak bu halinle. Evde kalmış bir uyuşuksun.
          Bu uyuşuk dediğin adam, sana emekli olmasına rağmen para yolladı biliyor musun?
          Nedir yolladığın ki?
          Ben bu kadar hakarete dayanamayacağım artık. Telefonu kapatıyorum.
          Kapatman kurtuluş olmaz. Sen sahtekar, uyuşuk, şerefsiz birisin….

Ahmet Bey, telefonu kapatır. Telefon elinden düşer. Zor nefes alıp vermektedir. Tansiyonu yükselmeye başlamıştır. Hemen bir dil altı hapı alır. Buzdolabından buz kalıbını alır. Ensesine koyar. Bu kalıbı ensesinde durursa, tansiyonu daha çabuk düşecektir. Ayrıca buz kalıbı beyine kan pıhtısının gitmesini engelleyecektir. Bu durumu ise sevdiğinden öğrenmişti.

Telefon çalmaya başlar. Sevdiği kişi kendisini aramaktadır. Karar vermiştir. Bundan sonra telefona cevap vermeyecektir. Sevdiği ne kadar çaldırırsa çaldırsın, tele cevap vermeyecektir. Bunca hakaret ve bunca iftiradan sonra konuşacak neyi kalmıştı ki…   

Ahmet Bey, sevgilisine çok kırılmıştı. Hele bugün, artık sevdiğini kolay kolay affedebileceğini de sanmıyor. Bir insana bu kadar hakaret ve iftira yapılmazdı. Hele; “Sen aldatılmaya layık birisin…”  sözü kulaklarında çınlıyor, bir türlü gitmiyordu.

Oysa Ahmet Bey, sevdiği için neler yapmamıştı ki. Sevdiğine yardım için kapı kapı dolaşmış, iş aramış, kısa süreli de olsa bazı işlerde çalışmış, kazandıklarının çoğunu sevdiğine yollamıştı. Kendisi delik ayakkabı ile yağmurun altında yürümüştür. Cebinde para olmadığı için yağmurda, çamurda, güneşte yürümek kolay mıydı? İnsanlar ancak sevdiği kişi için bu durumlara katlanırdı. Bir çok yerden, bazen dostlarından bu yaptıklarına karşı defalarca uyarılmış, bu kadar kendini yıpratma sonun da hayal kırıklığına uğrarsın demişlerdi. Ne yazık ki bu söylenenler de ortaya çıkmaya başlamıştı. Aslında Ahmet Bey, çok saf kalpli birisidir. Doğruluktan ayrılmayan biridir. Aleyhine bilse olacağını görse, doğruyu söylemekten kaçınmamıştır. “ Ya olduğun gibi ol ya da göründüğün gibi ol.” Düşüncesini kendine düstur edinmiştir, Başına ne geldiyse hep bu iyi düşünmesinden geldiği de bir gerçek.

Üzerine giyebileceği doğru dürüst bir kıyafeti de yoktu. Bilhassa yazın genellikle yürüyordu. Parası olmadığı için de gideceği yerlere yürüyerek gitmek zorundaydı. Güneşin altında terler vücudunu sararken en az üç dört defa bu terler yine üzerinde kururdu. Ne yazık ki, kuruyan terin tuz izleri tişörtünün üzerinde bulunuyordu. Bir sonraki gün temiz tişört giyse de elinde fazla tişört yoktu. Topu topu üç tişört ve bir gömleği vardı. Sık sık yıkamaya çalışıyordu kıyafetlerini. Karşıdaki insanlara saygısından dolayı temiz görünmeye çalışıyordu.

Ahmet Bey;
          Bunlar benim alın terim. Her şey biricik sevdiğim kişi içindir. Feda olsun bu yorgunluk, bu uğraşı.

Son zamanlarda sık sık hakareti oluyordu sevdiğinin. Ama Ahmet Bey, yine de iyi niyetle yaklaşmaya çalışıyordu. Cevap vermemek ve hakaret etmemek, kırmamak için çok çalışıyordu. Ancak son olaydan sonra ister istemez Ahmet Bey de hem kırıcı hem de hakaret etme durumda olmuş oldu. Aslında düşünmediği bir durumdu, yine de elinde olmadan hırçınlaştı.

Artık güneş batmak üzeredir. Ahmet Bey, balkondan güneşin batışını izlemeye devam etmektedir. Aslında kendisine huzur aramaktadır artık. Ters giden işler, olumsuz işler, yediği kazıklar nedeniyle gerçekten büyük bir huzura ihtiyacı vardır. Sevdiği kişi ile de son zamanlarda sık sık tartışıyordu. Bu durum da ona çok olumsuz etki ediyordu.

Ufuk kızıllaşmıştır artık. Oturduğu sandalyede kararan gökyüzünde yıldızlar birer birer ortaya çıkmıştır hızla. Nemli gözlerle yıldızları incelemeye devam ediyordu.

Telefonu çaldı. Uzun uzun çaldı. Telefonu çaldıran sevdiği kişi idi. Çok kırılmıştı. Telefonu açmayacaktı. Telefona cevap vermedi Ahmet Bey.  Dudaklarında bir şarkıyı mırıldanmaya başlamıştı.

          “Akşam oldu hüzünlendim ben yine…”

İzmir/  06.07.2009
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net