İÇİMİZDEKİ GÜNEŞ

Eğer, gece ay ışığı varsa ve denize karşı bir türkü tutturmuşsak, yakamozlarla birlikte farklı dünyalara gitmiş gibi hissederiz kendimizi. Çünkü ay ışığı çevredeki çirkinlikleri, yakamozlar da su üzerindeki kirliliği örtmüştür. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, gecenin gümüş kanatları kırılır, sular yakamozlardan arınır. Bu kez parlak ışıklarını saçarak Güneş misafirliğe gelir. Büyü bozulur. Ay ışığının örttüğü çirkinlikler, güneşin ışıklarıyla birlikte açığa çıkar ve biz dalgaların hep bir şeyler sürüklediğini görürüz.

Dalgalar, denizin yüzeyine bırakılan nesnelerin yanı sıra kumsalda bırakılanları da sürükler. Sürüklediklerinin arasında değersiz nesneler olabileceği gibi, çok değerli nesneler de bulunabilir. Dalgaların ayırt etme yetisi olmadığından hepsini sürükler götürür. Sahil boyunca kumlara gömdüğümüz ayaklarımızın izlerini de siler dalgalar. Oysa dalgaların ulaşmadığı kıyılarda, tekmelerle savurduğumuz kum taneleri, yere inene kadar tekmelerimizin izlerini taşır.

Kum taneleri, yere indiğinde ise hiçbir şey olmamış gibi diğer taneciklerin arasına tekrar karışır ve bir çokluk içinde bulur kendini. Çünkü o bir zerre de olsa barınabileceği bir yere ihtiyacı vardır. Barınabileceği o yer, kendi benzerlerinin bulunduğu yer olmalıdır.

Ya insan yüreği…

Hassas yürekleri incitecek davranışlardan ve sözlerden kaçınılmalıdır. Yürek tellerinin zerrelerine dokunurken ne kadar hassas ve narin olduğu düşünülmelidir.
Çünkü ruhun ırmağında çağlayan dalgalar, yürekte bırakılan izleri silemez. Onun dalgalarının önüne iyi ve güzel şeyler bırakılmalıdır ki gittiği her kıyıya, uğradığı her limana o güzellikleri taşısın.

Kırmak kolaydır, onarmak çok zor. Onarmak mümkündür ancak o artık eskisi gibi olamaz. Orijinalliğini kaybetmiştir. Hırçın bir söz, hırçın bir dalgaya dönüşerek, mavi rengin gölgesinde onu, akşamın ufkuna saklamıştır. Kumsaldaki ayak izlerimizi silen dalgalar bu kez işe yaramayacak, aksine derin çukurlar açacaktır. Yüreğimizin bir yerinde özenle sakladığımız inci tanelerine de yosunlar bulaşacaktır. Ancak, yosunların bulaşması, inci tanesinin güzelliğini yalnızca bir süreliğine kapatır. İşte bu noktada, inci tanelerine bulaşan yosunlardan arınabilmek için hiçbir şeye aldırış etmeden, içimizdeki güneşe dönmemiz gerekir.

Güneş olduğu sürece gölge de hep olacaktır. Yine de kimse kimsenin güneşini örtemez. İnsanın içindeki güneş, gölgeler ne kadar çok olursa olsun etkilenmez. O, sönmediği sürece hiçbir yürek üşümez. Gönül penceremizden süzülen ışıkların parlaklığını da işin ehli olanlar zaten görürler.

Ülkü Duysak
www.kafiye.net