Gözyaşlarımı Ezdirtmem Sana
Ağır bir yüktü omuzlarıma bıraktığın giderken benden. Hasrete gebe zamanların çıngırak seslerinde sensizliği dinledim sessizce. Umarsızca atan bu kalbe ritim tuttu gözyaşlarım. Ve ben, hasret duraklarında bıraktım yaşanmamış düşleri… Yaktım gönlümün ucunu, salıverdim sensizliğe mahkum ettiğin yüreğimi… Zamanla dinginleşti ruhumda kopardığın fırtınalar ve med-cezirler çekildi yavaş yavaş kıyılarımdan…

Sana biriktirdiğim hasret kokulu mektupları yaktım bir bir. Sildim seni anılardan, sana dair ne varsa ruhumda çıkarıp fırlattım. Koparıp attım içimde büyüttüğüm tüm inatçı kardelenleri.

Yıktım sana çıkan tüm köprüleri. Mağrur bir yürekle yeni baştan yazdım kaderimi. Şimdi sen vakur bir edayla dikilmiş karşıma sözlerinle kör bir balta gibi yeniden kıymaya çalışıyorsun ruhumu.

Aşk var mıydı? Aşk mı kahramandı, biz mi aşkın kahramanlarıydık? Aşk bitti mi, yoksa biz mi harcadık hoyratça aşkı? Aşk dilsiz, aşk sağırdı …Ve sen bir kere daha vurdun aşkı en can alıcı yerinden. Biten aşk değildi, biten sendin sevgili. Aşkla onardığımız ruhun ihanetin yalancı tebessümüne kandı. Her tebessümün ardında gelincik tarlaları gibi, al al kanayan bir ruh vardı… İnce ince, içten içe hissettirmeden kanayan bir ruh… Ve sen, teslim oldun, belki de hiç bilmeden…

Ne oldu da aşk bitti? Ne oldu da aşk nankör oldu? Ki aşk, ihanet ve nankörlük yan yana gelmezlerdi. Aşk varsa nankörlük yoktu aşkın saflarında. Hele ki ihanet aşkın kulvarından geçmezdi.

Hayır !! Aşk bize nankörlük etmedi. El ele veren aşk ve nankörlük değildi. El ele veren sen ve ihanetindi… Birbirine ruhlarıyla kenetlenen biz değimliydik? Biz değimliydik aşkın virajlarında doludizgin savrulan? Mutluluk kuytularında kenetlenmiş ruhlarımızla aşk üstüne edilen yeminleri içen biz değil miydik?

Saf bir inanıştı belki aşk. Umarsızca, çıkarsızca ve karşılık beklemeden sahiplenmekti coşan, coşturan doludizgin duyguları. Beklemekti saatler dakikalar boyu. Bir gün artık hiç gelmeyeceğini bile bile esir etmekti ruhunu o bekleyişe. Tükenmekti ve tüketmekti zulasında ne varsa aşka dair. Sonra kıvrılıp bir köşeye seyretmekti yitip giden ve giderken nankörce ihanet eden sevgiliyi…

Hani gece uğuldarken tuhaf  bir his kaplar ya ruhunu, hani yalnızlığın umarsızca seni sarmaladığı zamanlarda,  bir ses duyarsın ya ruhunun en ücra köşelerinde, ince bir sızı sarar ya bedenini, hani sımsıkı tutunduğun dal birden çatırdar ya ve irkilir bedenin o çatırtıyla sonra kendi düşüşünü izlersin ya ruhunun aynasında ve yavaş yavaş tüketirsin aşka olan inancını bu kırılan son dalla…

İçindeki küçük aşk kırıntıları büyük nefret tohumlarına dönüşür zamanla. Ve nefret çabuk olgunlaşır aşkın karşısında. Bir yandan aşka dayanmak istersin tüm ruhunla. Tutunmak istersin aşkla yeşeren her dala… Sonra nefret öne geçer haykırır suratına. İçinde aşkla ezilmiş ne varsa önüne yığar bir bir … Ve sen seni ezip geçen, üstüne basa basa giden aşka kin kusarsın hatırladıkça…

Hasret koyu bir gölgedir yanı başında, üşütür sevgilinin yokluğunda ve sen hasrete bile kafa tutarsın ihanetin esir aldığı o ruhunla ki, artık senin uçurumundan yuvarladığın aşkın, ruhunla birlikte ihanetin kayalıklarında asılı kalır ve kök salar o yosun kokulu kayalıklarda.

Şimdi sen nankörlüğün kıvrak zekasıyla ve yosun tutmuş ruhunla hücum etmeye çalışıyorsun ruhuma. Aşka yüklüyorsun içinde canını yakan ne varsa. Veryansın ediyorsun durmadan aşka. Oysa aşk tüm saflığıyla hala burada. Sen dipsiz kuyularda bıraktığı sanırken, aşk yeniden tüm tılsımıyla yanı başımda. Ben yeniden tutundum aşkla hayata… Sen ardında bıraktığından hesap sormaya kalkma, asla ezdirtmem gözyaşlarımı sana. Şimdi sen, yosun kokunla ihanetin kolunda, aşkın koynuna girmeye çalışma…

Elif EYLÜL
www.kafiye.net