EŞİM FAKİR, İŞİM SABIR!

Ben seni gönlümle sevdim yârim
Boşalıp, dolan ceplerimle değil,
Ben seni gönlümle gördüm yârim,
Ağlayıp, gülen gözlerimle değil.

Seni seviyorum, benimle evlenir misin? Diyen biri çıksa karşımıza ne deriz? Eğer biz de onu seviyorsak; biraz daha düşünmek için zaman ister ya da kabul ederiz değil mi?

Erkek tarafından evlenme teklifi aldık. Kabul ettik ve geleneklerimize, adetlerimize uygun bir düğün dernek kuruldu, evlendik. Mutluyuz.

Evlenme teklifi erkeklerden geldiği için mi yoksa biz bayanların tabiatından mıdır nedir; aklımıza ne gelirse isteriz ondan. Hem de düşünmeden, hem de umarsızca. Bazen unuturuz onunla bir bütün olduğumuzu, unuturuz evliliğin karşılıklı paylaşım olduğunu.

Eşlerimiz, ellerinden geleni, imkânları ölçüsünde yapmaya çalıştıkça hep daha fazlasını isteriz. Tamahkâr gözlerimiz hiçbir zaman doyum nedir bilmez. Çiçekçiler sayemizde para kazanırlar. Hele bir unutulsun özel günlerimiz, kızılca kıyameti koparırız evvel Allah. Hiç düşünmeyiz; eşim, bugün ne yaşadı acep, cebinde parası var mıydı, işleri yolunda mıydı, diye. Umurumuzda mı, bizimle evlenmek isteyen biri, evlenince her istediğimizi yapmak zorundaydı, öyle değil mi?

Hani sevgi sözlerimiz, hani aşk yeminlerimiz! Nikâhta mı bıraktık onları. Neden her şeyi erkeklerimizden bekleriz ki, neden hediyelerle şımartılıp, aşk nağmeleriyle övülmek isteriz ki? Sevgi dediğimiz duygu illaki bunları mı gerektirir? Hatta kimimiz vardır ki, daha da ileri gidip, eşinden çeşit çeşit mal, mülk istemeye kalkmaz mı? İmkânı olsa beyler, zaten gerekeni yapacaktır. Ama cebinde bir günlük nafaka parası bulunan eşimizi de olmadık isteklerle boğmanın, onu, içinden çıkmayacağı sözlerle hırpalamanın ne manası var ki? Biraz durup düşünelim hanımlar, olanı anlamaya çalışalım.

Severek evlendik. Birbirimizle her şeyi paylaşmaya hazır olduğumuzu kendimize ve eşimize inandırdık. Sonra isteklerimizi sıralamaya başladık. Eşimiz olabildiğince karşılamaya çalışsa da isteklerimizin ardı arkası kesilmek bilmedi. Cebinde bir ekmek parası bile olup olmadığını bilmediğimiz ya da bilerek inadına isteklerde bulunduğumuz eşimiz, ne yapsın? Hırsızlık mı yapacak bizim isteklerimizi karşılamak için, kiralık katil mi olsun, kaçak mal mı satsın, ne yapsın? Biraz, sadece biraz onları anlamaya çalışsak. Onların da bir gururu olduğunu, onların da her isteğimizi karşılamak için uğraş verdiklerini göremiyor muyuz? Fakirlik denen sabır ölçeğinin tellerinden birlikte kurtulmaya çalışmak varken, neden inatla o tellere bir tel daha ekleyip kendimizi, eşimizi ve evliliğimizi tehlikeye sokuyoruz ki?

Az bir çorba ya da katıksız ekmek de yesek, sevdiğimiz insanın yüzündeki o gülümsemeyi görebilmek için katlanmaya değmez mi? Zaten sevgi de bu değil mi? Kebap, börek de yesek, yazlıklar, villalar da alsak, sahil sahil gezip tatil de yapsak, en lüks restoranlara seçkin misafirler davet de etsek, eşimizle huzurla, göz göze, diz dize yediğimiz bir baş soğanla ekmeğin tadını bulabilir miyiz sizce? O halde evliliği çekilmez hale getirmek yerine; biraz sabırla, biraz özveriyle, biraz, anlayışla, hepsinden önemlisi biraz daha fazla sevgiyle zorlukları göğüsleyip, güneşin doğuşunu eşimizle birlikte izlemek daha güzel olmaz mı? “Ben eşimi seviyorum” diyen hanımlar, eşinizi gerçekten sevdiğinizi, onu anlayarak ona ispat edin. Zira hiçbir erkek, kendine eş olmuş bir bayanı üzmek için evlenmemiştir. Hakikaten onu mutlu edeceğine inandığı için evlenmiştir ve elinden geleni fazlasıyla yapmaya da hazırdır. Yeter ki güler yüzümüzü ve hayır duamızı eksik etmeyelim onlardan

Elvan usul
Eylül 2007
www.kafiye.net