şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Selim Bey, emekli olduktan sonra günde beş vakit namazını camide kılmaya özen gösteriyordu.
Namazdan sonra, açık havada cami avlusunda oturup kendi gibi emekli arkadaşlarıyla tatlı tatlı sohbet etmek çok hoşuna gidiyordu.
Birgün öğlen namazı vakti ezandan önce, abdest tazelemek için
Beyaz giymeyi sevdiğim halde bazen başka renkler de çekiyor beni. Açık mavi, açık yeşil gibi… Bazen kahverengi, yeşil ve açık sarıyı bir araya getirmeyi tercih ediyorum. Doğada örnekleri olan renk uyumları… Kahverengi gövdeli yeşil ağaçlarda sarı, beyaz, kırmızı, pembe çiçekler…
MERHABA hasretimin ötesindeki yar yar, yar ,yar,
Yaralıyım içim dökülüyor atığım her adım bizi nereye alıp götürür. Damlalar göl göler sonunda çöl olmasın güzel Yaradanım. Hep içim kanıyor gözyaşlarımı kağıtlara döküyorum hayat için umut için sarılmak olaydı. Ben isteğimde sevdiklerimi
Masum bir Pazar sabahıydı.
Gamze pastaneden gelen mis gibi kokularla uyanmıştı. Güneş pencereden içeriye süzülürken, uzandığı yerden kafasını kaldırdı. Perdedeki aralıktan dışarıya doğru baktığında, evinin altındaki pastanenin hemen karşısında bekliyordu. Elinde bir demet
Bu sabah benim odamda kahvaltı ettik, keyif çaylarımızı içmek için açık pencerenin önüne geçtik. Baktım ki hepsinde bir dermansızlık… Kolları kanatları düşmüş… Poyraz estikçe almakta oldukları nefeslerle an be an kurumaktalar… Beni görünce, sevgiye muhtaç, takatsiz avuçlarını merhamet dilenircesine açmış, yalvaran bakışlarını
CEMİL Kentler vardır,gürültülü,kalabalık… İnsanı sarhoş eder. Kentler vardır gürültüsüz insanı dinlendirir. Öykümüz sesiz bir kıyı kentinde başlar zaman nasıl ilerliyorsa, insanlar da zamana uyarak ilerliyorlar. Herkes bir iş bulmuş,gücünün yettiğince çalışıyor. Bu insanlarla dolu bir kentin,fakir mahallesindeyiz. Deniz kenarı boyunca ufak tefek derme-çatma evler görürsünüz.Kapı önlerinde irili-ufaklı elleri ayakları pis,sümüklü çocuklar inlemektedir. Yine kapı önlerinde […]
Sersem âşığın ardından o hararetli konuşmalar yapıldıktan ve hemen hemen bütün masalar birleştirilerek hazırlanan sofrada, gülüş cümbüş bir öğle yemeği yendikten sonra dağılan kalabalıkla suyu çekilmiş değirmene dönen Virane’de canımız sıkılmaya başladı. Dede, tezgâhının başında ağaç yontmakta ve sigara içmekteydi. Duygu bulaşıkları bitirmiş,
Ey Çanakkale!
Ne çok şeye şahit oldun sen öyle,
Kızıl kıyametler koptu üzerinde,
Sessiz bir çığlıkla haykırdın gökyüzüne…
Ahmet emmi, iyice yaşlanmıştı.
Çocukları büyümüş, evlenmiş bir sürü torun sahibi olmuştu.
Eşi aniden Hakkın rahmetine kavuşunca, köy yerinde yapayalnız kalakalmıştı. Zira çocuklarının hepsi şehirde hayatlarını sürdürüyorlardı.
Oğullarının ısrarla davet etmelerine rağmen, o kimsenin evine
Rabbi, genç kıza çok ağır bir yük vermişti.
Ölene kadar sırtında taşıması gereken ağır, zahmetli ve zor bir yük.
Gözlerini dünyaya açtığından beri, sırtında kız kardeşini taşıyordu.
Çünkü bu iki kız, sırt sırta yapışık ikizdiler.