SİZ, ZÜMRÜT’Ü ANKA KUŞUNU BİLİR MİSİNİZ ??

Her köşe yazarının günlük yazılarının içinde, kendi yaşamından bazı kesitler vardır. Zaten bu nedenle bazen okuyucunun sesi olmaz mıyız gazetelerde, dergilerde veya medya da.. Yıllar önce Muğla’da yaşarken birden bir şans açıldı gönül kapıma ve kalbime, yerel bir gazetede köşe yazarlığına başladım. Köşe yazısı yazmak gerçekten muhteşem bir duygudur. Toplumun duygularını, anlatmak istediklerini kendileri anlatamadıkları için sen “elçi” olursun onlara, satırları arka arkaya yazarken onlarla aynı duyguları yaşarsın. Hatta bunun sorumluluğunu daha fazla hisseder ve kelimeleri seçerek yazarsın. Ortaya çıkan bütüne baktığında acaba dersin, gerçeği yansıtabildim mi? Bu çok heyecan verici bir duygudur. Milletvekiline seslenebilirsin, belediye başkanına kızabilirsin, ülkenin yönetim tarzına, eğitim sistemine, sanayi politikalarına yeni bakış açıları getirebilirsin. Beğendiğin her sinemayı, her konseri seni okuyanlarla paylaşırsın, müzik onların da dinledikleri bir müzik olur, film onların da izledikleri bir senaryo olur. Bütünleşirsin okuyucularınla, birlikte sevinir, birlikte üzülürsün. Çünkü sen de onlardan birisindir ve senin de onlar gibi aynı duygulara sahip bedenin ve ruhun vardır.

Çok iyi hatırlıyorum bir gün gazeteye yazdığım bir yazı da “dostumu kaybettim??!!” demiştim. Biliyordum herkesin bu başlığa dikkat ederek yazımı okuyacaklarını. Dostum çünkü çok özel birisiydi, beni asla yalnız bırakmayan, iyi günümde, kötü günümde yanında olandı. Onunla zevk alıyordum, onunla hayata küsüyordum. Ama bir gün dostumdan ayrılmaya karar verdim. Yalnızlığı tercih ettim ve sigarayı bırakmıştım. Dostum, aslında “sigara”ydı. Bu yazımı okuyan okuyucularımın yüzündeki tebessümü hep hissettim. İçlerinde benim gibi düşünenler de vardı. Sevenler ve nefret edenler de..
Yazı yazmak böyle bir duygu işte, kendini anlatırken bazen birisinin kalbine de dokunabiliyorsun. O zaman sen de aynı heyecana kapılıyorsun, haydi diyorsun bazen, gel birlikte koşalım bu yolları. Bazen diyorsun ki, aradığın aşk burada sakın kaçırma. Bazen diyorsun ki, aman çocuklarını iyi büyüt, onları kolla. Bazen diyorsun ki, düştün mü dostum, yanında kimse yok mu, olsun ben yanındayım sanki yaşam koçun gibi, ellerimi sana uzatıyorum, yıkılmadıysan ve hayattaysan haydi kalk ve hedefe yürü diyorsunuz.

“Hedef” sözünü çok severim. Hayatımın “değerleri”nden biridir. Değerlerim olmadan ben olmam çünkü… Hem hedefli olmayı önemserim, hem de herkesin yaşam boyu bir hedefi olması gerektiğini söylerim. Patates soyucusu olun, ama yaptığınız işin en iyisini yapmaya çalışın derim, öğrencilerime, eğitim verdiğim kurum personellerine, çeşitli kulup ve vakıf üyelerine. Hedef dediğiniz kavram öyle kolay gerçekleşecek bir şey değil aslında. Kolay gibi gözükse de mücadelesi bazen çok uzun ve yıpratıcı olabilir. Amaca ulaşmak için çok iyi planlayıcı olmak zorundasınız. Nerede, nasıl ve kiminle dans edeceğinizi iyi bilmeniz gerekir. Duracağınız yer neresidir, buraya ulaşmak için sahip olduğunuz yetenekleriniz nelerdir bilmek zorundasınızdır.

Biri sizin ayağınızı kaydırmaya kalktığında, ya düşmemeyi ya da düştükten sonra yeniden kalkmayı öğrenmelisiniz. Sizi her sabah kaldıran yataktan ne ise, hedefinizi de iyi bilmelisiniz.

Bütün bunları neden anlattım biliyor musunuz sizlere, bugünden itibaren başladığım bir macerayı anlatmak için. Bir hedef koydum önüme, bu hedefin bir başlangıç ve bitiş tarihi ile birlikte başladım bu sabah koşmaya inişli çıkışlı yollarda. Planladım aşamaları aslında ama ne kadar güçlü olabileceğim ki.. Birden aklıma okuyucularım geldi, acaba dedim onların da ulaşmak istedikleri, günlerini belirledikleri hedefleri var mı?

-Belki bazılarınız; rejim yaparak iki hafta içinde 3 kilo vermeyi kafanıza koydunuz.
-Belki bazılarınız; bu sene gireceğiniz üniversite sınavında istediğiniz yere girmeyi istediniz.
-Belki bazılarınız; yapacağınız ameliyatın başarılı olmasını dilediniz.
-Belki bazılarınız; evlenmeyi düşündüğünüz kadınla/ erkekle birlikte olmayı hayal ettiniz.

O kadar çok belki var ki hayatımızda aslında. Bu “belki”leri gerçekleştirmek için aslında yaşıyoruz bazılarımız. Ben de bugün bu belkilerimi gerçekleştirmek için kollarımı sıvadım. Sabahleyin ruh halim muhteşemdi, evet diyordum başaracağım Haziran’a kadar. Kimse beni engelleyemeyecek. Hiçbir etmen beni yıkamayacak dedim. Aman Tanrım sanki bunları demedim, evrene olumlu bir şekilde iletmedim, mesajlarımı yollamadım gibi öğlen saatinde ilk engelle karşılaştım. Bu ilk engel çok yakınımdan geldi. Evet, bazen engeller yakınlarımızdan gelir. Bu nedenle zaten çoğumuz istediğimiz hedeflere ulaşamayız ya.. Annemiz, babamız, çocuklarımız, eşimiz deriz, onlara kıyamayız. Onları üzmek istemeyiz.

Siz “Zümrüt’ü Anka Kuşu’nun” hikayesini bilir misiniz? Hemen anlatayım. Zümrüt’ü Anka kuşu, aslında kuşların efendisiymiş. Yılda bir defa kuşların dertlerini dinlemeye gelirmiş. Gel zaman git zaman gelen olmamış kuşların toplandığı alana. Bir gün bir kuş gelip arkadaşlarına seslenmiş “Zümrüt’ü Anka kuşu, Kaf Dağı’nın tepesindeymiş” demiş. Hepsi toplanmış Zümrüt’ü Anka kuşunun yanına gitmeye karar vermişler. Kafdağı dediğiniz yer çok uzak. Tam yedi tepeyi aşacaksın. Kuşların çoğu yolda ya ölmüş, ya hastalanmış, ya geri dönmüşler hemen. Sonunda tam sekiz tane kuş, Kaf dağının tepesine varmış. Aslında biliyor musunuz bu sekiz kuş, Zümrüt’ü Anka Kuşuymuş. Yani hedefine ulaşan hayatta kaç kişi var ki, bir elin parmakları kadar az. Aslında bizleriz Zümrüt’ü Anka Kuşu, yeter ki, bunun biz olduğunun farkında olalım.

Ben, kendimle yarış yapmaya bugün karar verdim. 100 metre koşuma başladım. Her gün antrenman yapacağım, her gün 100 metreyi kaç saniyede koştuğumu belirleyerek, “kendimle yarış yapacağım”. Neden birileri ile yarış yapayım ki? Kendimi geçmeye çalışmak bana pozitiflik verecek.

Engellerim olacak mı? Evet olacak. Başarısız olduğum günler olacak mı? Evet olacak. Ama ben bugün kararımı verdim. Haziran sonuna kadar koşacağım. Sizin de koştuğunuz bir hedef var ise, bana eşlik etmek ister misiniz?

Benim hedefim ne mi? O da ben de saklı kalsın isterseniz…..

Prof.Dr. Meltem Onay
www.kafiye.net