DEĞDİ Mİ UĞUR KAPTAN?
Yıllar nede çabuk geçiyordu. Yolun yorgunluğu kendisini iyice yormuş, yataktan zor kalkmıştı Ahmet Bey. Oysa eskiden öylemiydi. Günlerce uykusuz kalırdı da bana mısın demezdi gündüzler. Kırk sekiz saatte iki saat uyku ile okula çok gitmişti. Ya şimdi! Evet, ya şimdi?
Gençliğinde gece otobüs ile Ankara’ya gider, gündüz işlerini halleder, günün sonunda yine yola çıkar, İzmir’e döner ve uyumadan geçen yolculuklar sonunda bir sonraki gün okulundaki derslerine gider. Hey gidi eski günler hey!
Balkonda bir tarafsan çayını yudumlarken, diğer taraftan da akşam geçen maceralı ama maceralı olduğu kadar da sonu acı ile biten bir yolculuk yapmıştı Ahmet Bey. Dün akşam Çanakkale Biga’dan 23.00 te, Truva Seyahat ile İzmir’e gelmişti. Aman Allah’ım o ne yolculuktu ya rabbim diye de kendini alamadı. Birden hüzünlendi, san gözleri nemlenmişti. Kendi kendisine sormadan da edemedi.
– Ben de Uğur Kaptan gibi mi yapıyorum acaba? Ama ne de olsa çalışmak zorundayım. Demek ki Uğur Kaptanda benim gibi çalışmak zorunda idi. Ömrünü, son nefesini çalıştığı, ekmek teknem dediği o lüks yolcu otobüsünün seferini yaparken kendi yaşamının dönülmez o son seferine çıkacağını sanırım bilmiyordu, diye söylendi.
10.Ağustos.2007 Cuma günü saat 23.00 te otobüsteki 29 nolu koltukta yerini aldı Ahmet bey. Arabanın hareket saati gelmişti. Aşağıda firma yetkilileri:
– İzmir’e gidecek saat 23.00 Truva Seyahat yolcuları. Lütfen yerlerini alırınız. Kaptanınız hareket etmek üzeredir. Tüm yolcularımıza ve kaptana hayırlı yolculuklar dileriz.
Evet. Anons böyle yapılmıştı ve hayırlara vesile olması dileğiyle otobüsümüzün kaptanı Uğur Bey direksiyona oturdu. Yolculara;
– Cümleten hayırlı yolculuklar, diyerek hareket etti arabamız.
Araba Biga’dan Çanakkale yönünde yol alırken kaptanın arabanın viteslerine geçirişi yavaş oluyordu sanki. Sanki vitesler zor değişiyordu. Ben ve yanı başımdaki iki yolcu da benim gibi düşünmeye başladı ve öyle de konuştuk. Daha sonra arabamız yolcu almak için Balıklıçeşme Beldesinin içine girerek yolcu aldı. Tekrar yola hareket ettik. Balıklıçeşme’den çıkar çıkmaz yolun sağına yanaştı Uğur kaptan. Arabada bulunan daha sonra Lapseki’den Gelibolu’ya giden, Truva Seyahatte çalışan bir şoför direksiyona geçti. Ben iyi heyecanlanmaya, hatta korkmaya da başladım hani. Araba on beş dakika yol aldıktan sonra sahil kıyısında yazlıkların bulunduğu Gürecealtı denilen yerde bir motelin önünde durdu. Hiçbir şey yokken araba durmuş ve iki kaptan da aşağıya inmiş, ardından da servis görevlisi kişi indi. İkinci kaptan olarak arabayı kullanan kişi, servis görevlisi ellerinde telefonlarla konuşmaya çalışıyorlardı. Buna karşılık otobüsün ön tarafındaki yolculardan ne bir ses, ne bir bilgi arkaya doğru söylenmiyordu.
Ahmet Bey, dayanamamış ve oturduğu 29 numaralı koltuktan kalkarak arabanın ön kapısından aşağıya inmişti. Aşağıya indiğinde ön kapının hemen solunda Uğur Kaptanın sol eli otobüse dayanıyor, sağ eli belinde, başını da sol eline dayamış ayakta zor durduğunu görmüş ve hemen kaptana:
– Hayrola kaptan, neyiniz var?
Uğur kaptanın ağzını açacak mecali kalmamış, o gecenin karanlığında boş gözlerle Ahmet beye bakıyordu. Ahmet bey kaptana dokunmuştu. Ahmet bey çok şaşırdı. Hemen;
– Kaptan sen ayakta zor duruyorsun. Gel şöyle seni banka oturtayım. Ayakta zor duruyorsun.
Ahmet Bey Uğur kaptanın koluna girer ve kaptanı yolun kıyısındaki banka oturtur. Uğur Kaptanın yüzü bembeyazdı. Vücudu buz gibiydi ve sanki duştan çıkmışçasına soğuk terler akıtıyordu. Nefes alması güçleşiyor ve daha da zor nefes alıyordu. Oturmakta zorluk çekiyordu. Ahmet bey hemen diğer kaptana ve servis görevlisine doğru gitti.
– Uğur Kaptan kalp krizi geçiriyor. Hemen bir ambulans çağıralım.
– Ben şirketi arıyorum. Ulaşmak zor. Onları arayayım, bize bir ambulans göndersinler.
– Ne gereği var 112 yi aradık mı ambulans gelir. Siz şirketten şoför isteyin. Ben ambulansı arıyorum, dedi Ahmet Bey.
– Yolculardan, çevremizde dr. var mı acaba, kaptan fenalaştı, durumu iyi değil, sesine karşılık ne yazık ki dr. yoktu çevrede. Daha sonra Ahmet Bey cep telefonunu açarak 112 Acil Servis merkezini aradı;
– Alo, alo, acil servis mi efendim.?
– 112 Acil servis; buyurun beyefendi.
– Biga’dan Çanakkale istikamatinde İzmir’e giden saat 23.00 Truva Yolcu otobüsünün kaptanı fenalaştı. Şuan Gürecealtın mevkiinde bir otelin önündeyiz.
– 112 Acil Servis; hastanın durumu nedir, hasta ile ilgili ve tam olduğunuz yeri öğrenmek isterim. Ona göre size en yakın yerden ambulans gönderebileyim.
– Şuan hastanın durumu iyi değil. Anladığım kadarıyla hasta kalp krizi geçiriyor. Yavaş yavaş morarmaya başladı ve nefes almakta büyük bir zorluk çekiyor.
– 112 Acil Servis; hastayı sağ tarafına doğru yatırıp ayaklarını yukarıya doğru kaldırır mısınız? Başka bir şey yapmayın.
– Yaptık efendim. Ama kaptanımız nefes almakta çok zorlanıyor. O nedenle kendisi de yatmak istemiyor. Tekrar oturmak istiyor.
– 112 Acil Servis, tamam o zaman kaldırınız. Mümkün mertebe sağa sola yıkılmasını önleyiniz. Ya da başka bir araba ile Lapseki’ye doğru yola çıkarabilirseniz zaman kazanırız. Bu arada nabızı ne durumda?
– Şuan tansiyonu çok düşük. Ne yazık ki kaybediyoruz sanırım. 6/3 tansiyon. Vucudu buz gibi oldu. Ama üzerinden şakır şakır dedikleri bir biçimde ter akıyor. Mosmor oldu ve şuan sorularıma cevap veremiyor. Bilincini de yitiriyor.
– 112 Acil Servis, başka bir araçla yola çıkara bilecek misiniz?
– Evet efendim. Bir araç var. 34 TT 0445 metalik renkli, stayşin Toyota yola çıkacak. Onunla yollayacağız. Kaptanın ismi Uğur, aracı kullanan beyefendi ise Fuat bey. Tamam, yola çıkıyorlar.
-112 Acil Servis; aracın sürücüsü dörtlüleri yakarak yürüsün, arkadaşlara ben verdiğiniz bilgileri aktarıyorum. Onlar da onları karşılayacaklar.
– Tamam efendim. Aracın şoförü dörtlüleri yakıp öyle yolda gidecek, demiş ve telefonunu kapatmıştı.
Yolcuların başına ve aracı kullanan diğer kaptan ve servis görevlilerinin başına bu tür bir olay ilk defa gelmişti. Herkes şaşırmış. Ahmet bey daha önce böyle bir olay ile karşılaşmış olduğu için en hızlı bir şekilde hastayı sağlık kuruluşuna iletmek için çalışıyordu ve bunda da başarılı olmuştu. Bu arada yolcuları arabaya bindirdiler. Yedek kaptan hem Truva Seyahat merkezine bilgi verdi, hem de Uğur Kaptanın evine kötü haberin başlangıcını vermek zorunda kaldı. Ne kaptanda, ne servis görevlisinde ne de yolcularda hal kalmıştı. Araçta çıt çıkmıyordu. Sadece araç telefonları susmuyordu artık. 40 dakika gibi gecikmeyle araba yine İzmir’e doğru yola koyulmuştu. Çanakkale’de bir başka kaptan direksiyona geçerek yola hareketti araç.
Ahmet Bey, balkonda sahile doğru boş gözlerle bakarken yolculuğu hatırlamaya çalışıyordu. Yol boyunca uyuyamamıştı. Hele saat 03.30 da Eklik tesislerinde mola verdikten sonra ise uyku uyumayı bırakın, bütün çocukluğundan itibaren tüm geçmişini hatırlamaya çalıştı. Acaba Ahmet Bey de bu yalnızlığı içerisinde bir gün Uğur kaptan gibi sessizce bu dünyaya veda mı ediverecekti. Ölüm denen o kurtuluş reçetesi ile tanışıp, tüm sevdiklerine sessizce bir veda öpücüğünü kendisinin duyabileceği kadarıyla bir sesle vedalaşacak mıydı?
Ahmet Bey, ölümü düşünürken edindiği bilgiler çerçevesinde Uğur Kaptana da seslenmeden edemedi;
– Değer miydi be Uğur Kaptan, değer miydi bu kadar çok çalışmak. Yaşın 68 olmuş. Bu güne kadar hiç ne dr.a ne hastaneye gitmemişsin. Eşin ve çocukların sana artık çalışma, evinde otur da seninle hasret giderelim demişler. Son yolculuğundan bir gün önce bile büyük oğlunla çalışıp çalışmama konusunda tartışmışsın. Hala çalışmak istediğini, ihtiyacın olmadığı halde alışkanlık yapan bu mesleğini yine direksiyonda sonlandırmak istemişsin ve duanın da öyle olduğunu söylemişsin.
– Duanın tuttuğunu söyleyebilirim Uğur Kaptan. Sana Allah rahmet eylesin. O gece biz senin kullandığın, ama senin tamamlayamadığın o sefere devam ettik. İzmir’e sağ salim geldik. Sen ise o gece saat 04.00 te Allahın rahmetine kavuşmuşsun. Kaptandan son anda aldığım bilgiye senin nefesin İzmir’e kadar yetmedi kaptan. Ailenden uzak, sevdiklerinden uzak, hani biraz da kırgın bir günün sonunda Allahın rahmetine kavuşman senin kurtuluşundu belki. Peki bir gün önce hiç düşündün mü çocuklarını? Onlarla bu ömrünün son demlerinde bir gece olsun beraber huzur içerisinde, araba sorumluluğu olmadan başına biricik o değerli eşinle koymak ne kadar güzel olurdu, hiç düşündün mü? Değdi mi gece gündüz bu kadar çok çalışmaya Uğur Kaptan! Senin son nefesini verirken yanında benim değil, çocuklarının olması gerekirdi Uğur Kaptan. Sana Allahtan rahmet diler, günahlarının affını dilerim.
Yavaşça oturduğu sandalyeden kalktı Ahmet Bey. Yine gözleri dolmuştu. Nasıl dolmasın ki… Ömrünün son demlerini bir evde çocuklarından uzakta geçirmektedir artık. Ne baş başa verip dertleşeceği bir hayat arkadaşı vardır. Ne de omzuna başını yaslayıp mutluluk nedeniyle göz yaşlarını silecek bir eşinin olmaması aklına geldi. Yine de her şeye rağmen yaşamak güzeldi. Her şeyin hayırlı olmasını dileyerek mutfağa doğru yürümeye başladı.

İzmir/12.08.2007
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net