BOZKIR ISSIZLIĞI

Kasaba benzeri bir şehrin, köy gibi bir kasabasında doğdum. Toprakla iç içe bir ailenin öylesine doğmuş çocuklarından biriyim. Ülke genelinin gelir düzeyine göre yaşamak zorunda olan, kendi halinde bir aileye mensubum. Çocukluğum, yoksulluk içinde geçti. Kendi oyuncağını kendisi yapan garibanlardanım. Bez bebekler, tel arabalar…

Daha çok kapı önlerinde, sokaklardaydım. Döner dolanır, çamur oynardım. Hayalimdeki oyuncaklara ulaşamadığım, benzerlerini üretmek için başka ham madde bulamadığım zamanlardı. Çeşitli oyuncaklar, bebekler yapar, güneşte kuruturdum. Kurudukça çatlar, ufalanır, dağılır giderlerdi, oynayamazdım. Çocukluğum da onlarla beraber dağıldı gitti.

Birkaç çocuk bir yorganın altında olup olup gidiyorduk. Büyüdükçe ihtiyaçlarımız da büyüdü. Öğrenimim için gereken miktar, gelenden her zaman fazla oluyor, ayağımı yorganıma göre uzatmak zorunda kalıyordum. Sadece zaruri gereksinimlerimi karşılayabiliyor, olgunlaşmam için gerekenleri alamıyor, en çok da kitap sıkıntısı çekiyordum.

Kırsal kesimden gelişim, dar gelirliliğimiz kaderimdi. Alnımın yazısı… Hep zaruret içinde yaşadım. En çok parasal sıkıntım yansıdı yüz hatlarıma… Can sıkıntım, baş ağrım… Kazancımı da sağ elimle aldım, sol elime değmeden yok oldu.

Sadece maddi değildi bunaltan. Buhran boyutunda sevgisizlikti. Hiç ses çıkarmadan katlandım, yıllarca.

Adım, işim ve konumum dışa dönük, konuşkan, hatta feryat eden birisi olduğumu sanır ama durum hiç de öyle değildir. Adına bakılıp da ses çıkardığı zannedilen çan çiçeği gibiydim. Şair, çağının tanığıdır. Kendisinin de doğal olarak. Tüm ruh halinin farkında, her neden sonuç ilişkisinin bilincindedir. Ben de her şeyin farkındaydım ama sustum. Hiç ses çıkarmadan katlanmaya çalıştım.

O kadar sustum ve öylesine içime attım ki, eşim, çocuğum dahi duymadı. Öyle büyük boyutlu haksızlıklar vardı ki içim yanıyordu. Ateş çıkıyordu ağzımdan soluk yerine. Konuşsam, yalımlar saracaktı etrafı. İnadına kendi yatağımda akmaya devam ettim. İnadına kendi yangınını kendisi söndüren bir ırmak oldum, derdimi haykırmak yerine. Ağladım, hep ağladım… Hayatım allak bullak… Yanaklarım hep ıslak… Debim hep aynı… Biteviye sicim sicim yaş…

Nasıl bir hayat tarzı seçmeye kalktıysam, tatmin etmedi. Hiç heyecanlarım olmadı benim, hiç sevinçlerim… Şöyle bağıramadım bir: “Mutluyum! Çok mutluyum! Seviyor, seviliyorum!..” diyerek. Kiminle bir araya geldiysem, hep aynı terane…

Bir koşmaca kovalamaca hayat… Gün bitimlerini bile iple çekemedim, bir nebze mutluluk için. Hüzün içinde battı güneşler, kederle indi gölgeler… Ah o akşamlar! O efkârlı akşamlar! Bir dilim kavun, bir parça beyaz peynir ve tamamlayıcısı… Bir de candan bir arkadaş… Fasıl eşliğinde muhabbet…

Kederim yüz hatlarımı şekillemiş. Yaşadığım tüm üzüntüler, acılar bir bir kaydedilmiş. Yaşantımın yüzümden okunması mümkün… Hırçınlığım, bütün o çektiklerim yüzünden…

Nedense önce cilt renkleriyle anılır kadınlar. Akça pakçaları, eskiden beri makbuldür. Ben de onlardanım. Dışım öyle ama içim çok farklı… Esmer, karanlık… Bahtım da öyle… Kırsalın kaderi bu… Bozkırın yazısı, alnımdaki…

Beklentileri hiçbir zaman gerçekleşememiş biriyim ben. Ne kadar uğraşsa da arzularına ulaşamamış… Onun için derdimi sineye çekmeye alıştım. Münzevi yaşamayı seviyorum. Dış dünyayla çok alakam yok. Sadece mecburi görüşmeler, o kadar… Kaplumbağa gibi evimde yaşıyorum. Çekiyorum başımı içeriye… Yalnızlığımla kalıyorum. Alıştım ona artık. Sıkı fıkıyız.

Yalnızlık da her şey gibi bir yere kadar… Kaderim dediğim, kabullenmek zorunda kaldığım ve arkadaş edindiğim ıssızlık çekilir gibi değil. İçime döndükçe uzak kalıyorum günlük güneşlik dünyadan. Daha çok hisseder oluyorum garipliğimi. Yalnızlığım, kimsesizlik boyutuna ulaşıyor. Ürperiyorum. Dondurup tir tir titretmese de rahatsız ediyor kaçıp saklandığım kuytular.

Sadece partneri olmayanlar değildir yalnızlar. Dışarıdan çift görünenler de yaşar yalnızlığı. Evler, öyle yerlerdir ki kolayca çıkılıp gidilemez. Gelinlikle girilir, kefenle çıkılır. Yuvalar, otellerden farklıdır.

Hayatımda olmalarını istediğim, çamurdan yaparak kurumaya bıraktığım, kurudukça çatlayan oyuncaklarım gibi bir araya getirmeye çalıştıkça dağıldı gitti beraberliklerim, ailem. Ufalandı ve dağıldı.

Görünüşte, her gizi örten bir çatısı vardı yuvamın. Geniş ve çok sayıda penceresi… Birer birer kapandı camlar, perdeler usul usul çekildi. Ben çekildikçe iç odalara, kapılar kapandıkça kurudu ilişkiler. Ufalandı, dağıldı. Uçup gitti çatısı…

Kökende bu bir kırsal yapısı… Yüzümden okunan onun yansısı… Alnıma kazınan bozkır yazgısı… Yüreğimde yangısı… Ruhumda hep aynı acı, içimde mutat sızı…

***

Kabullenilmiş kaderlerden ve kederlerden uzak, kanıksanmış yalnızlıklardan mutluluklara…

Onur BİLGE
www.kafiye.net