MUTLULUK NEYDİ

Mutluluk, bir can yoldaşına sahip olabilmekti. Gözlerinden sevgi masalları okumak, yüreğinin atış hızını, nabzında duymaktı. Bir an için de olsa göz göze gelince; bakışlarında, gereksinim duyulan ışıltıyı görebilmek, aynı şekilde cevap verebilmekti.

Önce bir solukta okunan romanların heyecanıyla varlığıyla sabahlamak, sonra bilekler tutmaz, gözler seçemez oluncaya kadar öyküsünü yazmaktı.

Sanki ruhlar yaratıldığında, Kal-u Bela’da yan yana düşmüş kişilerdik. Oralardan tanıdık, ta oralardan bildik… ‘Ezeli
Aşinam’ diyordum, içimden ona. Sanki ta o zamandan seviyorduk birbirimizi. Fakat yeryüzünde, melankoli halinde görünmekteydi. Yani kara sevda…

Sevdaya karalar bağlatan; ela bakışlardaki renklerin, sevgi ışıltılarıyla oynaşmasının tesirine dayanamayan, birkaç saniye sonra kirpiklerle simsiyah perdeler çekilen veya başka yöne çevrilen kara gözler miydi? Yoksa yazılmış yazılacak ne kadar aşk romanı varsa doldurabilecek kadar sevgiye ve aşka dair, belki çekingenlikten, belki yasaklandığı düşüncesiyle bir türlü söylenemeyen, sözler mi?

İçinde bulunduğumuz durumda bence mutluluk, masalımsı hayaller arasında dolaşmak ve devleştirilen küçücük paylaşımlarla avunmaya çalışmaktı. Arada sesini işitmek, konuşmalarının arasındaki bana hitaben söylendiğinden yüzde yüz emin olduğum sözcükleri hafızama kaydetmek ve sık sık anımsamak, onlarla oyalanmaktı. Karşılaşmalarımızdaki sevinci muhafaza etmeye çalışmak, gideceğim her yere, belleğimde kalan hayalle gitmek, el aynası gibi her fırsatta çıkarıp çıkarıp arşivden, seyretmekti. İyi ve sağlıklı olduğunu, yüreğini ısıttığına inandığım kalbimin sıcaklığıyla mutluluk dolduğunu bilmek, simetrik duygular içinde olmanın huzurunu hissetmek, karşılıklı aşkın sarhoşluğundan havalara uçmaktı.

Hiçbir beklentim olmadığı için, böyle bir aşkla yaşamak, umut yükünün hamallığını üstlenmemiş olmak, içinde bulunulan zamanı, gittiği yere kadar an be an değerlendirmeye çalışmaktı.

Sanırım herkesten çok hayal kurduğum halde, geleceğe dair, mutlaka ama mutlaka gerçekleşmesini istediğim dileklerim olmadı benim. Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi? Allah ne verdiyse… İtirazsız, temyizsiz…

Konfüçyüs; birkaç saatlik mutluluk için, içki  içmeyi, birkaç gün mutluluk için seyahat etmeyi, birkaç hafta mutlu olmak için evlenmeyi, ömür boyunca mutlu olmak için doğa ile baş başa yaşamayı, bir ömür boyunca bedbaht olmak içinse politika ile uğraşmayı tavsiye etmiş.

Kendimi bildim bileli, mutluluğu sevgide aradım. Ablamı eleştirmem, anneme kızmam, babama aşırı düşkün olmam ondandı. Ablam, annemin sevgisini silip süpürüyor, bana bırakmıyordu.

Ablam, kendimden çok sevdiğim, idol olarak seçtiğim, gerçek kişiliğini gördükten sonra vazgeçtiğim, yıllarca bir evin bir kızı olarak saltanat sürmeye alışık, şımarık bir genç kız olduğu zamanda, üstüne kuma olarak geldiğim düşüncesiyle, seviyor göründüğü ve dışarıdan koruduğu halde içten içe kıskanıyor, bu da beni çok rahatsız ediyordu.

Annem, ilk göz ağrısına benden çok önem veriyor ve aramızda epey yaş farkı olduğu için onu ikinci annem yerine koyuyor, bende çok emeği olduğunu ileri sürerek mutlaka onu saymamı öneriyor, hatalı da olsa asla haksız çıkarmadığı gibi sürekli ve ısrarla savunuculuğunu yapıyor, her yanlı davranışıyla, kızıyla aramın biraz daha açılmasına sebep olduğunu, kendisinden de soğumaya başladığımı fark etmiyordu.

Babamın sevgisinin gerçekliğinden emindim, bana aşırı düşkünlüğünün nedenini bulamıyordum. Belki gerçekten sevdiğinden ve evhamlı yaratılışından belki merhametinden belki de o ikili anlaşma halindeki insanlar; sevgilerini, aşılması mümkün olmayan surların arkasında korumakta olup, tek kaleye çekilmiş, kafa kafaya, el ele vererek babama ve kendilerinden başka herkese karşı güçlenmeyi başarmış, zaman zaman taarruza geçsem de duvarlarında küçücük bir gedik bile açamadığımı gördüğü için eğitimci anlayışıyla ruhumun noksanını tamamlama lüzumu duyuyor; eksildiğini hissettikçe yüreğime sevgi dolduruyor, seviyeyi maksimumda tutmayı başarıyordu.

Mutluluk için hayat boyu sadece ama sadece sevgi aradım ve onunla birlikte hiçbir şey istemedim. Sevgi öğretilmedi bana. Yüreğimde, bol miktarda, herkese yetecek kadar vardı, hazır buldum. Sevdiğim birisi tarafından sevildiğimi hissettiğimde, ışıklar parlaklık, şarkılar ve şiirler anlam kazandı, renkler gökkuşağına döndü. Galiba alışık olmadığım için, yüksek dozda ilaç almışçasına başım döndü.

Sevdikçe mutluluğumun arttığını fark ettiğimden beri sevgi bende hiç bitmedi. Geçmişime baktığımda, hâlâ nefret
ettiğimi hissettiğim, şu anda bile kin duyduğum insanlar, vaktiyle kendimden çok sevdiğim, kıskançlıkları nedeniyle, sevgi pintisi olan, kapkara kararmış yürekleri, gün ışığı gibi parlak ve cömertçe verdiğim, hatta sebil ettiğim
sevginin tamamını sünger gibi emip, zerresini vermeyen, tek ışınını yansıtmayan kişilerdi.

Geriye dönük pişmanlıklarım olmadı, sevgiye dair. Sevmekte hata yapmış olabilirim ama severken hata yapmadım. Ne birazcık ucundan koparıp aldım, sunarken ne de kalitesini düşürdüm. Yüreğimde üretildiği, kalite kontrolden çıktığı gibiydi. Evren standardında çocuk yüreğinin ürünüydü. Saf, temiz, bölünmemiş, ambalajlı… El değmeden yapılmıştı, sıcacıktı. Rağbet görmedi.

En çok, en yakınım olan ablam ve annemin sevgisini talep etmiştim. En çok o ikisine kızıyorum. O nedenle içime
kapanıyor, uzaklara bakıyordum. Alabileceğim en büyük armağan; yüreğimle tartılabilecek, kalbimi dengeleyebilecek, mert birine ait bir kalpti.

Şimdi, aradığımı bulduğum için öylesine güçlüyüm ki hiçbir şey huzurumu bozamaz! Onun için içimde bitimsiz görünen bir sevinç, yüzümde neşeli bir ifade var. Yalnızken de gülümsüyor gibi oluşum ondan. Ezeli Aşinam’dan, zerre kadar kuşkum yok. Olur olmaz şeylere kızmaz oldum. Üzerime ordu halinde gelse sorunlar, hepsiyle başa çıkabileceğime inanıyorum.

Tam yazımın burasında, sokak lambasının ışığıyla aydınlanmakta olan yarı karanlık odamın duvarlarında bir ampul
ışığının yansıması dolaştı. Başımı kaldırıp, ilk baktığım yer, İlhan’ın odasının camı oldu. Üzerinde beyaz bir gömlek, elinde lacivert bir yün ceket vardı. Işık kaynağını nasıl ayarladıysa, bir eliyle camı ayna olarak kullanıp, odasının ışığını odama düşürmeyi başarmış. Baktığımda, yüzüme bakarak ceketini yavaş yavaş giydi. Yüzünde, endişeli ve emreder bir ifade vardı. Bir anda camın açık olduğunu hatırladım. Üzerimde, kolsuz bir bluz vardı. O üşümüş veya
üşümemiş, ceket giymem gerektiğini, üşütüp hastalanacağım için endişe duyduğunu, giydiğimi görmezse rahat edemeyeceğini anlatmaya çalışıyordu.

Denemek için yerimden kalkmadım, anladıklarımın doğru olup olmadığından emin olmak için bir süre bekledim. Hiç
kıpırdamadan öylece duruyordu. Kollarıma dokundum. Buz gibiydi. Ben farkında değildim ama o farkındaydı. Gerçekten, yağmur sonrası ılık olan hava soğumaya başlamıştı ve ben üşüyordum.

Tekrar baktığımda, ceketini çıkarır gibi yapıp, tekrar giyerek, demek istediğini tekrarladı. Onu daha fazla üzmemek için kalktım, siyah ceketimi aldım, giydim. Yerime oturduğumda, yüzüne baktım. Alacakaranlıktı ama galiba memnuniyetle gülümsüyordu. Yavaşça başını eğerek dönüp, gitti. Işığı söndürmeye gitmiş. Demek ki yalnız değilmişim. O, benim için en değerli olan, o candan aziz, o Ezeli Aşinam, Aysima’m oradaymış. Benimleymiş.

Sevgi neydi? Karşıdakini en az kendisi kadar düşünmek, korumak, kollamak, üstüne titremek; kısacası emekti.

Mutluluk neydi? Üşüdüğünü bile fark edemeyecek kadar başkasıyla olmak ve o başkası tarafından ceketini giymesi için
uyarılmaktı.

Beni, hayatım boyunca bu kadar mutlu eden başka bir davranış daha hatırlamıyorum.

Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ
www.kafiye.net