YALNIZ KALMAK

Yalnızlık, ilk zamanlarda huzur verse de, uzadıkça tahammülü zorlayan, acilen esarete dönüştürülmesi dilenen can sıkıcı bir özgürlüktür.

Akşamüstü karşılaşıp gözden kaybettim seni. Araya başkaları ve hayatları girdi, yağmur yaş girdi. Şu anda da bir savaş başladı, içimde. Bu zamana kadar hiç yaşamadığım biçimde! Yalnızlığımı, özgürlük olarak düşünmeye çalışırken ve her zamanki gibi cam kenarından sabaha kadar uzatmak, termostaki çayımla tadını çıkarmak niyetindeyken, bir yanımın bomboş olduğunu şiddetle hissediyor, yalnızlığıma tahammül edemiyorum!

Seni görmek istiyorum, sesini duymak ve huzur içinde yazmaya koyulmak… Aklımda kaldığı kadarıyla yüzünü çizmeye çalışıyorum, kâğıt parçalarına. Olmuyor, hiç biri sen değil… Önce boyuna yırtıyor, şeritler haline getiriyor, sonra enine yırtıp, küçük parçalara ayırıp karıştırarak atıyorum.

Her zamanki gibi Zeki Müren dinliyorum. Senin de dinlemeni, seninle beraber dinlemeyi istiyorum. Aslında bir bu gece değil, her gece… Dinlediğim şarkılardan, iç içe anlamlar çıkarıyorum. Tekrar tekrar dinlediğim kasetler, her defasında bana farklı şeyler söylüyor ve apayrı hayaller kurduruyor.

Görünüşte Zeki Müren söylüyor ama o, bazen benim bazen senin sesin oluyor. Her şarkısı, farklı bir anımızı anımsatıyor. Senin sesinle dinlediğimde, bana hitap ediyor gibi oluyorsun. Kalbimde yaşamakta olan ve varlığını her hissedişimde tatlı tatlı dokunuşlar halinde sinyaller gönderen aşkla ilişkilendirdiğim her şarkıdaki duyguları, hece hece yaşıyorum. Her parçada, ayrı bir konuyla çıkıyorsun karşıma. Her biriyle ayrı ayrı bütünleşiyorum. Birbirinden farklı onlarca melodiyi, uzun yolculuk esnasında, başımı koltuğun arkasına dayayıp, gözlerimi kapatarak dinliyormuşum ve süratle yol alıyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum. Arada sırada yol biter gibi oluyor, hafifçe yana eğilerek tatlı bir viraj alıyoruz, yepyeni bir manzarayla karşılaşıyorum, ufkum genişliyor. O zaman tekrar hızlanıyor, sürekli yol alıyoruz.

Sonra yine yalnızlığımı fark ediyor, sağ yanımdaki boş koltuğa bakarak, seni arıyorum. Bana o kadar yakın olman, dünyada gerçekleşmesi imkânsız bir olay, belki ahrette… Gülümsüyorum. Sana çok yakın olan kişiler ve onlarla beraberliklerin esnasındaki paylaşımların geliyor aklıma, garip bir şekilde kıskançlık duyuyorum. Gıpta veya imrenme de olabilir.Ayırt edemiyorum. Gün be gün daha da büyütüyorum varlığını ve sana olan sevgimi, her geçen gün daha da önemli oluyorsun benim için…

Gün boyu aklımdan ayrılmadığın gibi gece boyunca da yanımda oluyorsun. “Gözlerinin içine başka hayal girmesin!” diyorum, onun dilinden. Duyuyor musun? Beraber dinleyebilmek için bir anda alıp geliyorum; yanıma, sağımdaki koltuğa oturtuyorum seni. “Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin!” derken, arkama yaslanıyor, gözlerimi kapatıyorum. Sana da: “İstersen yum özlerini, tıpkı düşünür gibi…” diyerek başımı sol omzuna koyuyorum. “Benden evvel başkası sakın seni görmesin! Benden evvel başkası seni görüp sevmesin…” Ahı Dağları’ndayız sanki. Ya da Çubuk Beli’nde… Arka arkaya viraj alıyoruz. Bazen ben sana yaslanmak zorunda kalıyorum bazen de sen bana… Şarkı bitiveriyor. Ortam ve anlam değişiveriyor.

Bazen onun varlığında yaşayarak hissettiklerini hissetmeye çalışıyorum. Kendisinden bahsettiği bir şarkıdan, bana ait duyguları seçiyorum. Oraları kendi iç sesimden dinliyorum. “Şiirlerde, romanlarda, gelmiş geçmiş zamanlarda… Sevgilerden nakışlarla… Kalpten kalbe akışlarla…”

Kırgınlığında mahzunlaşıyor, aşkını ifade ederken duygusallaşıyor, romantizm sarıyor dünyamı. Usul usul yanıma geliyorsun. Ayaklarımız çıplak, kumlar yer yer ıslak, vakit gece yarısı, etrafta kimsecikler kalmamış. Uzaklarda balıkçı teknelerinin kırpışan ölgün ışıkları… Sahilde, ay ışığı altında, yıldızları kıskandıran bir dansa başlıyoruz. Yine sol omzuna dayanmış başım. Başım dönüyor, kaset döndükçe… Döndükçe ay, gülümseyen yüzünü… Yüzünü seyrediyorum yakından… Yakından bakıyorum hasret kaldığım gözlerine. Siyah siyah parlıyorlar. Kapanıveren kirpiklerine düşman oluyorum!..

Seni, şarkılarda yaşayarak ve yaşatarak tanımak istiyorum. Çok güçlü bir duygu bu bende! Gün boyu o kadar değil ama geceleri… Hayalen baş başa olduğumuz zamanlar… Yaz boyunca olduğu gibi… Şarkılardan dinliyorum, sesini… Seni onlarla şekilliyorum, arzumca. Hüzünlü şarkılarda arıyorum, gereksinim duyduklarımı. Gecelerin büyülü ve derin sessizliğinde ses oluyorsun. Şarkılar söylüyorsun bana, şiirler okuyorsun. Melodi oluyorsun. Kapılıp gidiyorum, hayalimde canlandırdığım dünyanın cazibesine; istediğim her şeyi en etkili biçimde, şarkılar halinde söyleyen sesinle…

Yeni baştan öğreniyorum, bildiğim her şeyi; bazen acı bazen sevinç, en çok da aşk temalı eserleri seslendiren dilinden. Envaiçeşit duygular kaplıyor yüreğimi. Duygu duygu dolaşıyor, dağlar, ovalar, nehirler aşıyorum. Neler hayal ettiğime ben bile şaşıyorum!

Düşüncelerimi hissettiğin hissine kapılıyorum, sık sık. Aramızda, çok güçlü bir telepatik bağ olduğuna inanıyorum.

Buğulu bakışların beliriyor, odamın duvarında, kocaman… Sessiz filmlerce seyrediyorum. Ağlarcasına bakıyorsun, içimin yandığını hissediyorum. Gözlerim yaşarıyor.

Bu nasıl bir oyun? Nasıl bir sevda masalı? Bu nasıl film? Kendim yazıyor, kendim oynuyorum. Bir de oturup ağlıyorum, bakar mısın?

Acıyı yazan da benim, etkilenen de… Sevdalanan da benim, sevdalandıran da… Her bir duyguyu, tarlama eken, yeşerten, büyüten, sonra da gölgesinde yan gelip yatan, hayran hayran seyrine dalan, sende kaybolan benim. Her bir sahne doğuyor, yine sadece benim tarafımdan izleniyor.

Bütün bunlar benden çıkıyor. Ne zamandan beri birikmekte içimde? Bu kadar şeyi duygusal dünyamda nasıl saklayabilmiş, bu zamana kadar nasıl barındırabilmişim, sabırla! Yokluğunun boğucu ıssızlığının beyaz perdesinde oynamaya başlıyor; tasavvurumun, yılan hikâyesine dönen, ardı arkası gelmeyen film dizisi.

Kaybettiğim yıllarım geliyor aklıma, bir zamanlar dört duvar arasında harcamak zorunda bırakıldığım. En güzel çağımda okuduğum öyküler, romanlar, dinlediğim dramatize edilmiş, radyoya uyarlanmış eserler… Güzelliği kâinatı tutan sevgilerden söz edilen eserler… Onlardan içime sirayet edenler mi dışarıya çıkanlar, şimdi? Geçip giden yıllardan kalanları mı yazıp oynuyor, seyrediyorum? Sen, yalnızlığımın can yoldaşı… Sen, tek ve eşsiz partnerim… Sen, tek sevdiğim ve seveceğim… Beni, en az benim seni sevdiğim kadar sevdiğine, sonuna kadar inandığım… Adı, yalnızlığıma büyük harflerle ve ferli ferli yazılan… İlhan… Seni duyduğumu duyuyor musun?

Sık sık, sebebini bir türlü bulamadığım bir iç sıkıntısı basıyor yüreğimi. Ya yalınayak çıkıp gitmek istiyorum sokaklara, ya da elinde asa, dağlara tırmanmak… Böyle zamanlarda, kendimi de seni de unutmak istiyorum, bu zamanlarda ısrarla hatırlamak, asla aklımdan çıkarmamak isteğimin aksine, senden de kendimden de kaçmak… Bir sona doğru koşmak ve bitiş çizgisinde kurdeleyi göğüslemek, nefes nefese… Sonra nefes almaya çalışmanın veya bir daha nefes almaya ihtiyaç duymamanın farkının kalmaması… Bambaşka bir ortam, senin de benim de hayatın da olmadığı, platformsuz bir yer… Ancak böyle bir yerde tamamen huzura kavuşacağımı, sanıyorum. İyi ki uzun sürmüyor.

Kurgularım başlıyor. Sıkıntım bitiyor. Dünyam, senin renklerine boyanıyor. Seni dinlemeye başlıyorum, içimde gizlenen ve mütemadiyen dönen, söylediklerini tekrarlayan teypten. Söylediklerine tutunarak güçleniyorum. Güneşinde meyveye duruyor dallarım, geceleri topluyor, elime geçen kâğıt parçalarına aktarıyorum. Dinleyerek, hayal ederek, yazarak, oynayarak, geçip karşısına çayım elimde, seyrederek rahatlıyorum. Her halükârda, seninle baş başayım. Rahatım, huzurum, dinginliğim seninle mümkün.

Yalnızlığımdan kurtulamayacağımı biliyorum. Onun için tadını çıkarmaya çalışıyorum. Yalnızlığımda, iç âlemimi sondajlarla yokluyor, kendime ait ne var ne yok, öğrenmeye çalışıyorum. Kendimi, yalnızlığımı tahlil ederek tanımaya çalışıyorum. Her duygumu ölçüyor, değerlendiriyorum. Daha çok düşünüyor, boyuna bilmece çözüyorum. Her şeyi bildiğimi zannederken, kendimi hiç bilmediğimi anlıyor, anlamaya çalışıyorum. Sessizliğe ve sensizliğe, üstelik bir de yalnızlığa mahkûm olduğum her gecemde, çözdüğüm her bilmecemde, kendime dair yazdığım her hecemde, duygularımın ışığıyla kendimi görüyorum.

Yalnızlığımda, hayali kişiler toplardım başıma, senden önce. Sen geldiğinden beri, hiç birisine gerek kalmadı. Sadece seninle çoğalıyorum. Bana yetiyor. Yalnız kalabiliyorum, sensiz kalamıyorum. Sensiz kaldığımda, aşksız kaldığımı zannediyorum. Aşk, seninle mümkün… Bir kral, yalnız kaldığında nasıl krallığını kaybederse, varlığını kaybettiğimde aşkımı kaybediyorum. Aşkımı bulduğumda da aklımı… O ikisi, asla yan yana olamıyor. Aşk içeri, akıl dışarı…

***
Onur BİLGE

BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ
www.kafiye.net