BOŞLUK BOŞLUK

Sen hiç yalnız kaldın mı? Nasıldır, bilir misin, yalnızlık? Ne denli kaybeder insan, kendini! Nasıl arar, candan bir dost sesini, nefesini! Neyi var neyi yoksa nasıl aktarır, ona! Neler feda eder, uğruna! Neler harcar, neler… Bir can yoldaşlığına!

Hücre hapsine alışık bir insan, alışır yalnızlığına. Bağrına basar olur, onu. Pranga mahkûmunu çözseler de koşamaz. O zaman yürüdüğü gibi yürür, yine de. Bir hamalın, yükünü bıraktığı zamanlarda da kambur yürüdüğü gibi… Omuzlar önde, kollar sarkık, bitkin ve canından bezgin bir yüz ifadesiyle…

Yalnız bırakılmak gibi en ağır cezalardan birine çarptırılmış bir koruma mahkûmuyum. Çok kıymetli mücevherlerin kocaman çelik kasalarda, kadife muhafazalar içindeki acınacak esaretinde… Ne kadar özgür olursam olayım, içime işlemiş yalnızlığım ve esaretimle gireceğim, mezara. Eserinizle övünebilirsiniz, sahiplerim! Eserinizle övünebilirsiniz! Ben Cuma…

Kırlarda dolaşmak isterdim, bir zamanlar. Kelebekler gibi, dertsiz, gamsız ve mutlu… Uçuşmak isterdim, benzerlerimle, renk renk… Doyasıya yanmak gün ışığında, şarkılar söylemek… Çimenlere uzanmak, ıslaklıklarını hissetmek tenimde… Benim de arzularım vardı, zararsız… Arzu duyduklarım, yaşıtlarımdan… Birlikte sürüklenmek, rüzgârın önünde… Bir ilkbahar gününde yağmurda ıslanmak, iliklerime kadar… Bir yaz günü denizde serinlemek… Uzanmak kumlara, kıyasıya yanmak…

Ucunda yanmak olsa da uçuşmak, arkadaşlarımla ışık kaynağının etrafında… Dans etmek, raks etmek, eğlenmek… İçim isterken, arzu duyarken gezip eğlenmeye…

İnsansız kalmak ne demektir? Sessizlik nedir? Nedir, kimsesizlik?

Düğünler cazip gelirdi, o zamanlar. Bir hafta önceden haber alırdık. Günlerce ne giyeceğimizi, saçlarımızı nasıl yaptıracağımızı düşünürdük. Yeni çıkan dansların provalarını yapardık, bir araya geldiğimizde. Düğün gecesi geldiğinde, yalnızlığıma gömülüverirdim, o kalabalığın içinde. İçinde garip bir kimsesizlik hissiyle…

Hiç, kimsesiz kaldın mı? Kimsesiz, sessiz, nefessiz… Hiç nefessiz kaldın mı?

Seni koydum, herkesin yerine. Bomboş hale gelen dünyamı seninle doldurdum. Senli hayaller kurdum, saatlerce, günlerce… Günlerce bir pencereye baktım, beynimin içinde. İçinde bir karartı… Bir karartı, gözlerimde… Gözlerimde, bir çift katran karası bakış hayali, katran karası gecelere vuruldum! Vuruldum, can evimden, ışıl ışıl parlayan alna. Beni anla, Can! Beni anla!..

Ey, Yalnızlığımın Avuntusu… Ey, Karanlıklar Güneşi! Güneşi bir elime verseler, bir elime elini, acaba hangisi daha çok yakar tenimi, ciğerimi? Ciğerimi istesen, veririm sana! Anlasana!

Bensizlik o kadar koymaz sana. Bir sürü arkadaşın, onca sevenin var. Biri olmazsa, biri var. Biri aramazsa, biri arar. Fakat sensizlik… Kafdağı kadar!.. Sensizlik, kimsesizlik… Boşalıvermesi, evrenin… Çevrenin anlamını yitirmesi… Yitirmesi, bilincini insanın… İnsanın, aklını yemesi!

Sen yoksan; bomboş, evren! Ne insan, ne melek, ne cin, ne şeytan… Boşluk boşluk!.. Atmosfer ötesi… Havasız bir boşluk, nefessiz!.. İşte, o boşluk, beni deli eden!..

Beni deli eden yerlerden geliyorum. Geliyorum, yeni baştan fethetmeye, Bursa’yı! Bursa’yı doldurmaya varlığınla… Varlığınla dolu, dopdolu, hasretler içinde!

Bir cama yapışmış bakışlarım, sinek gibi… Dev bir mıknatısın çekimindeyim. Mıknatıs gözlerin, gözbebeklerimi çekimi… Gözümü kırpmamacasına, medyum gibi… Sana hayran, sana meftun, sana tutkun… Öylece…

Sana geliyorum, Aysima! Aç pencereni, perdesini örtme! Örtme gözlerini, başını başka tarafa çevirme! Ayrıldığımız zamanki bakışınla bak yüzüme! Fakat artık üzülme!

Ayrılık bitiyor. Bitiyor, uzadıkça uzayan yollar… Yollar ayırır, yollar yollar… Sana yolladı Antalya yolları. Yolları yollaya yollaya geliyorum. Sana geliyorum, Aysima! Açık bırak pencereni, perdeyi kapama!

Beni gördün mü bu gece rüyanda? Rüyanda geldiğimi… Geleceğimi söylediler mi sana? Sana ne büyük bir özlemle koşmakta olduğumu… Sana, yana yakıla… Sana sırılsıklam… Sana delice âşık olduğumu söylediler mi, Aysima?

Yani söyleyemediklerimi… İçimde biriken, beni delirten duyguları… Beynimdeki burguları… Aklımdaki kurguları… Diyemediklerimi dediler mi? Dediler mi seni ne çok, ne anlatılmaz, ne anlaşılmaz hislerle sevdiğimi?

Sevdiğimi bile sana diyemedim, Aysima. Aysima, beni anlamaya çalış. Alış, suskunluğuma; suskunluğuma suskunluğunu eklerken…

Belki geç belki beklediğinden de erken, belki de son nefesimde, tam giderken sana anlatacaklarım var. Hani bildiğin, hissettiğin; bildiğin ve hissettiğin için karşılığını cimrilik etmeden, hatta bonkörce verdiğin hislerim var ya… Hislerim var ya hani önceleri kendime bile itiraf edemediğim, hâlâ akıl erdiremediğim, aklıma zarar hislerim… Ah!.. Aysima…

Belki kısacık bir hecede, karanlık bir gecede, iki harfle anlatılıverecek duygular… Bir ‘Ah!..’la… Bir ‘Vah!..’ la karşılık bulabilecek duygular… Duygular hapis, yüreğimde. Yüreğim, Alkadraz… Okyanus ortasında, yalnız mı yalnız, ıssız mı ıssız bir ada… Ruhum o adada; küçücük, kapkaranlık, ıslak ve kirli duvarlarla çevrili, soğuk demirlerle korumalı bir odada… Sadece kuşlar konar, kayalıklara… Ara ara… Ne gelen var, ne giden; gelenin, gideni arattırdığı dünyada! Kuşların, karardıkça kararan gözleri, akşam alacasında… Gözlerin; gecenin karanlığında, karardıkça kararan okyanus… Okyanusta bir fanus ve içinde ben…

İçinde ben… İçimde sen, Aysima! “Ne için?” desen… Desen desen aradığım kilimsin; en ılık iklimsin, belki hayali belki de gerçekten yalnız benimsin de ondan, İlhan. Can!..

Nasıl sinmiş içimin içine, Alkadraz’ın yosun kokan tuzlu rutubeti! Nasıl işlemiş, iliğime kemiğime! Bu yaşta yemiş bitirmiş ruhumu, içimi çürütmüş. Çürütmüş, yeşermeye sevdalı ne varsa içimde. Bir biçimde esir almış, içimin içini o ıssız, o sessiz, o kimsesiz hücre. Hücre hücre fethetmiş, bedenimi ve imha etmiş bende beni! Beni görsen de benim sanma! Ben, bende değilim, aslında yoğum, yok; Aysima!

Nasıl eti ve kanı yok edilirse insanın, nasıl bir deri bir kemik bırakılırsa, kupkuru; işte öyleyim… Bir nesne çekirdeğiyle bir insan kabuğu… Buğu buğu bir de aşk, anlaşılmaz, anlatılmaz; dumanı üstünde… Üstünde yepyeni, hiç duyulmamış bir marka… Kalite kontrolden geçmiş, evren standartlarının ötesinde, hiç mi hiç satışa sunulmamış.

Varlığını, varlığına katarak, eriterek bir bedeni bir diğer bedende ve iki can olmak, yalnızca bir tende ne demek? Ne demekse, işte öyle, Can!..

Bilmem ki nasıl anlatılır, tekerleğin yollara aşkı? Döne döne dokunması, sevmesi, okşaması… Uğrunda aşına aşına erimesi, yok olması… Yollar yollara açılırken, uzadıkça uzayıp çoğaldıkça çoğalırken, tekerleğin sildikçe silmesi yüzünün pasını pisini, karasını; eksildikçe eksilmesi, yana yana yol alması ve yok olması nasılsa, bir gün mutlaka, sonunda; işte öyle bir tükeniş içindeyim. Daha ne diyeyim?

Hiçbir beklentisiz ve istemsiz, çarka takılmışım, dönmekteyim. Tut ki tekerleğin lastiğiyim ve yolunda erimekteyim.

Yana yana yol alıyor, otobüs. Yana yana dönüyor tekerlek, tekerlekte lastik, yana yana… Yana yana geliyorum sana, yana yana!

Yüzümde; önleyemediğim, gizlemeye çalışıp bir türlü saklamayı başaramadığım bir sevinç ifadesi… Dudaklarımda, yola çıktığımızdan beri hiç eksilmeyen tebessüm… Gözlerimde, biri sönmeden biri yanan mutluluk ışıltıları… Arada olura olmaza gülmeler, kahkahalar… İçim kıpır kıpır, yüreğim pır pır… “Pır!..” diye kanatlanıp uçacağım, cam açık olsa! Bu sevda nasıl bir sevda, Aysima? Sanki Zümrüdüanka!..

Kaf Dağı’nın ardından geliyorum! Sana bin bir gece sürecek bir masal getiriyorum. Haydi, yine çık yollara! Ellerini göğsünde kavuştur, her zaman yaptığın gibi ve beni beklememe başla! Beni karşıla, al avuçlarımdan yüreğimi!.. Al, tümüyle senin, Aysima!..

BOŞLUK BOŞLUK

Sen hiç yalnız kaldın mı?
Nasıldır, bilir misin, yalnızlık?
Nasıl kaybeder insan, kendini!
Nasıl arar, candan bir dost sesi, nefesi!
Nesi varsa, nasıl aktarır, ona!
Neler feda eder, uğruna!
Neler harcar, neler…
Bir can yoldaşlığına!

İnsansız kalmak ne demektir?
Sessizlik nedir?
Nedir, kimsesizlik?

Hiç, kimsesiz kaldın mı?
Kimsesiz
Sessiz
Nefessiz
Hiç nefessiz kaldın mı?

Bensizlik koymaz sana
Biri olmazsa, biri var
Biri aramazsa, biri arar.
Ama sensizlik
Kafdağı kadar!..

Sen yoksan, bomboş, evren!
Ne insan, ne melek
Ne cin, ne şeytan…
Boşluk boşluk!..
Atmosfer ötesi…
Havasız bir boşluk, nefessiz!..
İşte, o boşluk
Beni deli eden!..

Onur BİLGE
www.kafiye.net
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ