HIRÇIN ARI KUKATA

Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Develer tellal iken,
Pireler berber iken…
Ben bağda üzüm bekler,
Derede odun yükler iken,
Bir varmış bir yokmuş…
Masalın yalanı mı olurmuş.
O yalan bu yalan,
Fili yuttu bir yılan…

Bir varmış, bir yokmuş. Ormanın derinliklerinde kocaman bir arı kovanı varmış. Bu kovanda yüzlerce arı, gece gündüz demeden çalışır, tonlarca bal yaparmış.

Tüm arılar kraliçelerine sadık ve fedakâr arılarmış.

Fakat aralarında biri varmış ki aksi mi aksi, hırçın mı hırçın bir arıymış. Bu arıya arkadaşları Kukata adını takmışlar.

Kukata her sabah geç vakitte uyanır, uyuşuk uyuşuk elini yüzünü yıkar, ardından da paşalar gibi kahvaltısını yaparmış. Ardından bal peteğine oturur, gelen geçen arılara iğnesini batırırmış. Bu da yetmezse bal toplamaya gelen insanlara iğnesinin tadına baktırırmış.

Arkadaşları Kukatayı bu konuda defalarca uyarmış olmasına rağmen bizimki yapacağından geri durmazmış.

Yine böyle bir günde Kukatanın hırçınlığı üzerindeymiş. Önce arkadaşlarına çatmış. Ardından ormana piknik yapmaya gelen insanlara saldırmış.

Eli yüzü şişen insancıklar, pılısını pırtısını toplayıp oradan hızla kaçmış.

Bu olanlar bizimkini epeyce rahatlatmış.

O bunlarla uğraşırken, bir taraftan arılar konseyi toplanmış. Gündem Kukatanın hırçınlıklarıymış.

Tüm arılar kraliçelerine, ondan bıktıklarını. Ona daha fazla katlanamayacaklarını, bu işe bir çözüm bulunmasını söylemişler.

Bunun üzerine kraliçe arı:

“Bana derhal Kukatayı getirin!” Diye haykırmış.

Kraliçelerinin emri üzerine işçi arılar harekete geçmiş. Kısa sürede onu bulup, kraliçenin huzuruna çıkartmışlar.

Kraliçe:

“Seni buraya apar topar getirme sebebim, senin hırçınlıklarından bıkan arkadaşlarının şikâyetleridir. Onlara durmadan iğneni batırıp, rahatsız ediyormuşsun. Bununla da kalmıyor, ormandaki insanlara saldırıyormuşsun. Bu durumda seni kovandan kovmak zorunda kalacağım! Şimdi pılını pırtını topla ve derhal burayı terk et!” Demiş.

Daha kendini savunmaya fırsatı bile olmayan Kukata yaka paça kovandan atılmış.

Geri dönüşün olmadığını anlayan hırçın arı günler ve gecelerce yol tepmiş. Fırtınalara tutulmuş, türlü türlü acılar çekmiş.

Oysa kovanda ne kadar rahatmış. Ne kar, ne fırtına ne de açlık varmış orada.

Yaptıklarından pişman olan Kukata soluğu kraliçenin huzurunda almış.

“Değerli kraliçem! Yaptıklarımdan dolayı sizden ve diğer arılardan özür dilerim. Ben hatamı çoktan anladım. Dersimi de fazlasıyla aldım. Eğer beni tekrar kovana alırsanız, durmadan çalışır, kendimi affettiririm!” Diye yalvarmış.

Onun bu yalvarmaları kraliçeyi insafa getirmiş. Sonra da onu kovana almış.

Günler günleri, aylar da ayları kovalamış. Söz verdiği gibi Kukata hırçınlığı bırakmış. Gece gündüz kraliçesi için çalışmış. Sonunda onun iyi bir arıya dönüştüğünü gören tüm arılar Kukatayı affetmiş.

O günden sonra Kukata Kovanda mutlu mesut yaşamış.

Kukata ermiş muradına. Biz çıkalım Kaf Dağına…

Hacer Taner Bulut
www.kafiye.net