KÖYÜM  & DÜNYAM

DERYA AKAR BALCI

Tozlu yollarında yürürken köyümün kokusu aklımın bir köşesine takılıyor. Var mıydı yok muydu? O ıtırlı çiçeklerin kokusu, papatya kokusu, zeytin ağaçlarının kokusu… Evimin her köşesine sinmiş miydi bilemiyorum şimdi. Düşüncelerim… Hayallerim… Cadde boyu yürürken aldığım her nefeste köyümün bir başka kokusu vardı  diye düşünüyorum. Zeytin ağacı kokusu…

Gün  doğmak  üzere. Gecenin ayazı hafiflemiş, sabahın serinliği sarmıştı ortalığı. Sağlı sollu cadde boyu zeytin ağaçları ile dolu caddeden evime doğru yürüyorum. Sırtımda kirli çamaşırlarla dolu bir çanta. Tanrım ne kadar da ağır bir çanta bu  böyle. Yolun bitmek bilmemesinden mi yoksa kirli çamaşırlardan mı diye düşünmeden edemiyorum doğrusu. Kirli çamaşırların dili olsa da konuşsalar, anlatsalar nasıl kirlendiklerini.Üniversite kampüsünde şehre ulaşabilmek için yürüdüğüm yolların tozunu yutmak zorunda kaldıklarını anlatsalar. Yürü yürü bitmeyen yollar, karlı çamurlu, tozlu yollar. Temizleyemediğim kirlerle dolu çamaşır çantasını artık sırtımda taşımaya zorlanıyorum. Bir an önce eve varsam atsam sırtımdan şunu.

Bir kez daha çekiyorum temiz bahar sabahı havasını içime. Tüm kötü düşüncelerimden arınmış hissediyorum kendimi. Tazelenmiş, köyün saf ve temizliğine adanmış bir bedene kavuşuyorum. Benim köyüm; saf kalpli, çalışkan insanları barındıran, kuşları, börtü böcekleriyle dolu, zeytin ağaçlarının kokusunu taşıyan Ege Köyü. Benim köyüm. Bak geldim işte. Aç kollarını, sar beni. Bir daha gitmemek üzere geldim işte. Sana geldim. Beni çocukluğumdaki gibi sevebilecek misin? Beni bağrına basabilecek misin? Beni bir daha bırakmayacaksın değil mi? Sensiz yaşamak zulümdü benim için. Ama sen nereden bileceksin ki bunu. Tek dileğim beni bırakmaman; ben gitmek istesem bile türlü bahanelerle gitmeme engel olman. Bunu benim için yapar mısın? Senin gibi yar, senin gibi diyar yok bu alemde.

Hiç unutmam; o gece arkadaşımla dışarıya çıkıp dolaşmak istemiştik. O kadar sıkıcı bir yerdi ki orası anlatamam sana.  Ne evin içinde durulabiliyor, ne sokaklara çıkılabiliyordu. Senin yokluğunda hiç bir yere sığamadım. En azından gök kubbenin altında olursam belki senin kokunu getirir bana diye düşünerek düştüm yollara. Etraf sakindi. Kimse yok. İnler, cinler, periler evlerinde mışıl mışıl uyuyordu. Islatılıp ıslatılıp dövülen adam gelmişti aklıma. Ne çok gülmüştük arkadaşımla bir zamanlar. Şikayetimiz işe yaramıştı.( Dolayısıyla kendimizi de bir şey sanmıştık.) Sonra çılgınlık yapmak istemiştik yol arkadaşımla. Tabancayı belinden çıkarıp ateş etmişti. Yok, yok! Pardon canım, arkadaşım değil, ben ateş etmiştim. Benim belimdeki kuru sıkı tabancayı çıkarıp -ses mermisi vardı ya içinde- tetiğe basmıştım. Tanrım ne sesti o öyle. Kulaklarımız çınlamıştı. Ama bir Allah’ın kulu da çıkıp camdan dışarı bakmamıştı bile neler oluyor diye. Bırak bakmayı perdesini bile aralamamıştı. İşte böyleydi yaşadığım şehir. Komşusu aç mı, tok mu bilmezdi. Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncıydı. Bin yaşasın!… 

            Ama şimdi öyle mi? Herkes  birbirinden sorumlu. Sanırsınız aile büyüğünüz yan komşunuz. Ne giymişsiniz, rujunuz ne renk, saçlarınız ne zaman boyanacak… Hepsini bilirler. Meraktan mı ilgiden mi bilinmez bir muamma. Şimdi tabancayı ateşlesek kıyamet kopar vallahi. Değil yan komşum tüm sokak ayaklanır. Ne oldu? Birine bir şey mi oldu? Kim var orada? Ardı arkası kesilmeyen meraklı sorular ve bakışlarla karşılarsınız. Burası yaşamış olduğum şehirdi  işte. Yaşadığım şehir. Bir zamanlar yaşamak zorunda olduğum ve dönmemek üzere ayıldığım şehir.

            Artık kendi köyümdeyim. Ege havasını teneffüs ediyorum. Tereddütsüz, ikilemsiz…

Tüm saflığı, tazeliği içime çekiyorum. Çantamın ağırlaştığını hissediyorum. Taşımak güçleşiyor. Zaten ağırdı, daha da ağırlaşıyor. Yolun sonuna doğru yaklaşıyorum. Heyecan kaplıyor içimi hiç bitmemiş gibi. İçim içime sığmıyor. Annemi göreceğim az sonra. Babamı, dedemi. Evimi göreceğim; bahçesini, on dokuz basamak merdivenini, çiçeklerini, taşlarını göreceğim. Doğduğum evi, büyüdüğüm avluyu, komşularla kapı önü oturmalarımızı, beş taş oynamalarımızı göreceğim. Sabahtan bizim iki katlı evin kapısının önünde otururdu tüm komşularımız. Babaannem rahmetlik her defasında komşularla sohbet ederken ocağa yemek koyduğunu unutur, caanım yemeği çelik tenceresiyle birlikte yakardı. Öğlen vakti herkes evine çekilir, yemeğini yer, öğle uykusuna yatardı. Öğleden sonra güneş yön değiştirince gölge olan karşı komşunun evinin önünde oturulurdu. Biz çocuklar beş taş oynar, yüz taş oynar eğlenirdik. Okul çağı gelmiş çocuklar hep beraber okula giderdi. Komşular arasında dargınlıklar, küslükler olmazdı. Herkes birbiriyle iyi anlaşır, gül gibi yaşayıp giderdik. Komşusu aç olan uyuyamazdı.

            O günün çocukları bizler büyüdük, üniversite sınavını kazanıp başka şehirlere okumaya gittik. Büyüklerimizden, küçüklerimizden, her yaştan  yaşama süresini dolduranlar  aramızdan ayrıldı. Babaannem de gitti dönmemek üzere. Canım babaannem. Beni öpmez koklardı adeta. Sımsıkı sarılırdı. İki örgü saçlarını koklardım den de. Şimdi nasılsın babaannem oralarda? Beni özlüyor musun acaba? Bir bir ayrılmak zorunda kaldık istemeden bu güzel zeytin ağacı kokan topraklardan. Ayrı düştük sevgiden, dostluktan, yarenlikten… Gidenler ve dönmemek üzere gidenler. Ben döndüm işte!

            Son sokağa yaklaşmak üzereyim artık. Kurtulacağım şu kirli ağır çantamdan. Benim çantam. Kirlettiğim çamaşırlarla dolu, tüm ağırlığıyla sırtımda taşıdığım çantam. Düşüncelerden sıyrılıp etrafı izliyorum. Bakıyorum, görüyorum. Göremiyorum, bakıyorum sadece. Evimizin önündeki traktörü görebiliyorum. Bana hoş geldin diyor. Köşedeki çeşme başında oynayan çocukların bağrışmalarını duyuyorum. Tıpkı benim çocukluğumdaki gibi. Ne güzel oynuyorlar. Kapı önünde bir kız çocuğu kitap okuyor. Ayağında küçük kardeşini sallıyor. Belli ki annesi gündelik bahçe işine gitmiş. Yanına yaklaşıp ne  okuduğuna bakıyorum. Kitabın arka kapağındaki şiir ilgimi çekiyor.

Bir fısıltıydı yaşam
Çocukların dudaklarında 
Defterdeki silik yazılardı
Sessiz bir çığlıktı bu can
Haykıran ama sesi çıkmayan
Çok şey söyleyen ama
Hiç anlatan.
Peşin sıra kovaladı akrep yelkovanı
Yelkovan akrebi geçti derken
Geçilemeyen bir yarış oldu yaşam.
Sessiz bir haykırıştı yaşam.

Küçük kız  çocuğunun başını okşayarak yanına oturuyorum. Belli ki cadde boyu yürümek yormuş beni, hele bir de bu kirli çamaşır dolu çantayı taşımak. Küçük kız ayağında sallayarak uyuttuğu kardeşini rahat uyuması için içeri götürüyor. Gelirken bana da bir bardak soğuk su getirmesini istiyorum. Kızlarımız , geleceğin kadınları işte. Her daim çalışan, evine bakan, okuyan, bilgi küpü kadınlarımız. Hayatın yükünü sırtında taşıyan, bütün zorluklara göğüs geren kadınlarımız. Kadın olmaktan gurur duyuyorum o an. Kendi yaşamım aklıma geliyor. Tek başına yaşamak zorunda kalmıştım. Yapayalnız, bilinmeyen, yabancı bir şehirde. Kimse yok, kimsen yok. Kimsesizliğin tüm bedenimi sardığını her an duyumsayarak yaşamak zorunda olduğum şehirde yaşadıklarım. Bakışlara, saldırılara maruz kaldığım anlar geliyor aklıma. Dimdik ayakta duruşum, yılmayışım… Küçük kızın yanında soluklanmak iyi geliyor. Belli ki yorulmuşum. Gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum. Çantamın ağırlığını hissetmiyorum. Gözlerimi aralamaya çalışıyorum…. Sanki  annemi görüyorum. Anne ben geldim, diyorum. Ama annem beni görmüyor. Bak küçük kızın geldi diyerek kollarımı açıyorum. Bütün kirlerden arınmış, temizlenmiş bir şekilde hafifliyorum. Nedenini anlayamıyorum ama. Bir tüy kadar hafifim. Gözlerimi tekrar açmaya çalışıyorum, açamıyorum. Karşımda babaannemi görüyorum. Beni çağırıyor kollarını açmış, hoş geldin kızım diyor bana güler yüzüyle. Hoş geldin kızım, dönmemek üzere gidenlerin dünyasına hoş geldin! Deryam, torunum, diyor. Yanında annem yok. Babaannem beni kucaklıyor. Saçlarının kokusunu içime çekiyorum…

Güne güzel başlamaksın
Yazımdaki virgülümsün
Gülümsün, deryamsın
Dünyamsın benim
İçimdeki baharsın
Baharımda yeşeren filizsin
Filizimdeki goncasın
Gonca gülümsün,
Bahçemin solmayan pembe gülü
Hoş geldin deryam, dünyama…

Gökyüzü her zamankinden daha maviydi o gün. Güneş tüm sevecenliği ve sıcaklığıyla küçük ege kasabasını ısıtmaya devam ediyordu.


Derya Akar Balcı
www.kafiye.net