HAMHAM BABANIN ALTINLARI

Bir varmış, bir yokmuş… Allah’ın günü çokmuş.

Eski, çok eski zamanların birinde köhne, ahşap bir kulübede Hamham adında bir ihtiyarcık yaşarmış.

Bu ihtiyarın tenekeler dolusu altınları varmış. Hamham bu altınları bahçesinin en ücra köşesine gömer, ara ara çıkarır onları sayarmış.

Hamham’ın bu huyunu tüm kasabalı bilir, fakat bir şeycikler demezlermiş.

Bütün bunların yanında Hamham, evinde yemek pişirmez, komşulardan dilenerek karnını doyururmuş. Bu sebepten kasabalı bu ihtiyara Hamham adını takmış.

Gel zaman git zaman Hamham Baba’nın kapısı çalmış. Gelen hırpani giyimli bir dilenciymiş. Dilenciyi gören Hamham, onu içeriye alıp almama konusunda tereddüt etmiş. Fakat dilencinin pek te iç açıcı durumda olmadığını görünce, onu istemeye istemeye içeriye davet etmiş.

Sıcak bir ev bulan dilenci, hiç düşünmeden kendini sobanın kenarında duran mindere atıvermiş.

Dilencinin rahatlığından rahatsızlık duyan Hamham Baba, boğazını temizleyerek:

“Söyle bakalım, seni buraya hangi rüzgâr attı?” Diye sormuş.

Dilenci yerinden bile kıpırdamadan:

“Bildiğin gibi ben bir dilenciyim. Karnım acıktığında, rastgele bir kapı çalar, içeri girerim. Eğer ev sahibi iyi biriyse ona anlatacağım masallar karşılığında, ondan yemek isterim. Beni diğer dilencilerden ayıran da masalcı olmamda gizlidir.” Demiş.

Hamham Baba merakla:

“Nasıl masallarmış bunlar? Hele anlata dinleyelim!” Demiş.

Dilenci başlamış anlatmaya. O, anlatmış, Hamham dinlemiş. O, anlatmış, Hamham dinlemiş Böylelikle akşamın nasıl olduğunu bilememişler.

Bir müddet sonra kendine gelen dilenci Hamham Baba’ya:

“Hadi bakalım ihtiyar! Ben üzerime düşeni yaptım. Sen de bana yemek ver!” Demiş.

Hamham bir koşu komşuya gidip, dilenci için yiyecek bir şeyler getirmiş. İkisi oturup bir güzel karınlarını doyurmuş.

Karnı doyan dilenci Hamham!a dönüp:

“Eee! Gitme vakti geldi. Bana müsaade kardeş! Kal sağlıcakla!” Demiş.

FakatHamham Baba dilenciyi göndermeye pekte niyetli değilmiş. Dilencinin kolundan tutup, onu mindere oturtmuş. Ardından:

“Bak kardeşim! Ben yalnız bir ihtiyarım. Sen gelene kadar ben bu köhne kulübemde keder içinde yaşıyordum. Oysa bu gün anladım ki, yalnızlık hiç bana göre değilmiş. Bak sana ne diyeceğim? Sen yoksul bir dilenci, ben se yalnız ve zengin bir yaşlıyım. Bahçem altın tenekeleriyle dolu… Fakat neye yarar yalnızım. Eğer kabul edersen benimle burada, bu kulübede kal. Altınları satarak geçimimizi sağlarız. Sen bana masallar anlatırsın. Ben de sana yemekler hazırlarım. Ne dersin?” Demiş.

Dilenci’nin işittikleri gözlerini ışıl ışıl parlatmış.

 Teklife hemencecik “Evet” yanıtı vermiş.

O günden sonra Hamham Baba ile dilenci mutlu mesut yaşamışlar. Gömüldükleri yerde boş boş duran altınları da bir güzel harcamışlar.

Masalımız da burada bitmiş.

Onlar ermiş muradına. Biz çıkalım kerevetine!



Hacer Taner Bulut
www.kafiye.net