ALTIN CÜCESİ POPİ

Bir varmış, bir yokmuş… Uzun seneler evvel, ormanın derinliklerinde Popi adında bir madenci yaşarmış.

Popi altın madeni işçisiymiş. O sarı renkte ne varsa çok sever, onları evine taşımak istermiş. Evine taşırmış taşımasına fakat bunları pek evinde durdurmaz, neyi var neyi yoksa ihtiyaç sahiplerine gizlice dağıtmaktan zevk alırmış. O, diğer cüceler gibi cimri bir cüce değilmiş.

Yine böyle bir gecede ülke caddelerinde dolaşıp, ihtiyaç sahibi insanlar, aramaya koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Vara vara yıkık dökük, pespaye bir kulübenin önünde durmuş. Bu soğuk gecede bacadan duman çıkmıyormuş. Belli ki ev sahibinin yakacak odunu yokmuş.

Bu düşüncelerle gizlice içeri dalan Popi, sağa sola göz gezdirmiş. Bu ev tam da düşündüğü gibi yoksul birinin eviymiş. Doğruca mutfaktaki tel dolabı açan,Popi karşısında küflü, bir kalıp peynir ve birkaç zeytini görünce gözleri yaşlanmış. Hiç vakit kaybetmeden ne olur ne olmaz diye yanında taşıdığı altın kesesini çıkarıp, tel dolabın içine koymuş. Sonra da gizlice orayı terk etmiş. Terk etmiş etmesine fakat o, yoksul adamın evi bir türlü aklından çıkmıyormuş.

Bu üzüntüyle ertesi akşam tekrar o, eve gitmiş. Bu kez de iki kese altın bırakmış. Ertesi gün tekrar, tekrar…

Evinin altınlarla dolduğunu gören yoksul adam, bu altınları kimin getirdiğini merak etmeye başlamış. Amacı getireni yakalayıp daha fazla altına sahip olmakmış.

Yine böyle bir gecede uyuyormuş numarası yaparak altın taşıyıcısını beklemeye koyulmuş. Aradan saatler geçmiş. Kapı yavaşça gıcırdamış. Ardından minik adımlar duyulmuş. Gözünü yarım açan yoksul adam gelenin bir cüce olduğunu görmüş. Popi’nin altın kesesini bırakmasını beklemiş. Popi kuşağına bağladığı altın kesesini hızlı hızlı çözmüş. Tam altınları yere bırakacakmış ki, açgözlü adam birden Popi’nin üzerine atlamış. Onu sıkı sıkı tutup, bir güzel bağlamış. Ardından karanlık bir odaya tıkıp, onu işkence etmeye başlamış. Amacı altınların kaynağını öğrenmekmiş. Fakat Popi çok inatçı bir cüceymiş. Ağzından bir kelime bile alınmıyormuş.

Aradan günler geçmiş. Popi’nin altın madenine gelmediğini fark eden arkadaşları, onun hayatından endişe duymaya başlamış. Hiç vakit kaybetmeden Popi’nin evine koşmuşlar.Evde Popiyi göremeyen cücülerelaşla sağa sola koşturmuşlar. Komşu cücelere sormuşlar. Fakat bir cevap alamamışlar. Aramayı bırakmayan cüceler Popi’nin ıslak toprakta bıraktığı ayak izlerini takibe koyulmuşlar. İzler onları yoksul ve açgözlü adamın evine götürmüş.

Bir müddet evin köşesinde gizlenip, içeriden gelen seslere kulak vermişler. Bu seslerden biri arkadaşları Popiye aitmiş.

Hızla içeri dalan cüceler karşılarında eli kolu bağlı duran arkadaşlarını ve kötü kalpli adamı görünce şaşkına dönmüşler.

Aralarından en güçlüsü Popi’nin elini kolunu çözmüş.

Serbest kalan Popi başına gelenleri bir bir arkadaşlarına anlatmış. Anlatılanlar karşısında hayrete düşen cücelerden biri:

 Hemen adamın üzerine atlayan cüceler onu, oracıkta bir güzel pataklamışlar. Sonra da Popi’nin ellerini ve ayaklarını ipten kurtaran arkadaşları adamı da bir güzel bağlayıp, madene götürmüşler. Adam yıllarca bu madende çalışmış.

Sonunda yaptıklarına pişman olmuş ve cücelerden özür dilemiş. Bir daha asla aç gözlülük etmeyen yoksul adam ömrünün geri kalanını cücelere hizmet ederek tamamlamış.

Daldan üç elma düşmüş. Biri sana, biri bana, biri de siz dinleyenlerin başına…

Hacert Taner Bulu

www.kafiye.net