KIRÇİÇEĞİ

Akdeniz sahilinin yakıcı ve bunaltıcı sıcağına rağmen,torosların yaylalarında varlığı pek de belli olmayan bir kirçiçeğiydi..
Hava buz gibi serin serin estikçe narin yaprakları tir tir titresede içinde kor olmuş bir ateş yakıyordu onu içten içe…
Sahi ne zaman düşmüştü ki bu ateş içine?!
Kim ümit vermişti?!
Uzak illerde dümdüz ovalarda gül bahçeleri olduğunu, dalında bülbüllerin şakıdığını kim fısıldamıştı ona!.
Hangi rüzgar esip getirmisti güllerin yaprağından süzülen çiğ tanelerini mahzun yüzüne?!

Topraklardan taşları tek tek ayıklayıp, yerine bir avuç tohum ekip , buğday bitmesi için yağmur dileyen öpülesi nasırlı elleri görmüştü ve bir de , yanık yanık türküler söyleyerek koyun keçi otlatan çobanları…
Büküp boynunu dinledikçe bu türküleri sanki yüreğinden yükseliyordu bu mısralar. Belki taa o zaman düşmüştü bu ateş içine ve kök salmıştı hücrelerine yana yana kor olmuştu içinde..Kararlıydı kırçiçeği ne olursa olsun gtmek istiyordu uzak illerdeki gül bahçelerine…

Güç belâ söküp kendini toprağından düşmüştü son kervanın ardına tutunup rüzgarın kanadına…

Masallar gizemli dünyalara açılan kapılardır. Girilirse eğer,bu kapılardan içeri tılsımlı şehirler karşılar rüzgara tutulup gelen alevli yürekleri…

Kırçiçeği tam da inmek üzereydi ki gül bahçesine; rüzgar fırtınaya, fırtına alaboraya ve sonunda hortuma dönüşmüştü. Nazenin taç yaprakları savrulup gitmişti..
Gel zaman git zaman, siz deyin aylar , ben diyeyim yıllar sonra dinince bu hava köklerinin toprağa deģdiğini hissedince gözlerini açtı kırçiçeği. Eğildi toprağa baktı; öylesine sert ki kayalar gibi, öylesine soğuk ki buzlar gibi..
Sonra mahcup ve hüzünle gökyüzüne doğrulttu bakışlarını. Güneş aynı güneşti.Gökyüzü aynı mavi ve alabildiğince uçsuz bucaksız tıpkı torosların yaylalarında ki gibi..
Öyleyse, öyleyse neden bu kadar soğuktu ki toprak?!
Vee anladı işte o an bu yerler başka yerlerdi.Güneş bile iğri iğri bakıyordu bu topraklara…Gölgesine baktı. Vakit öğle olmuştu, ikindi olmuştu ve akşama dönmüştü gün. Ne minare vardı semaya yükselen ne de ezan sesleri minarelerden!..
Burası gurbetten de öte gurbetti…
Çok ama çok pişman olmuştu kırçiçeği .Geri dönmek içinse çook geçti…

Donmak üzereydi. Büktü boynunu yüreğine baktı, kor ateş hâlâ yerinde duruyordu.Çobandan duyduğu mısraları mırıldanmaya başladı. Mırıldandıkça morarmış dudakları, kor alev aldı. Isıttı gözyaşlarını bu alevde ve toprağa düştü bu sıcacık damlalar…

Ağlıyordu kırçiçeği hıçkıra hıçkıra hemde. Duaları bir başka türlü döküldü akşamın esen meltemine ve uzandı yerin göğün tek ve yegâne sahibine Alemlerin Rabbine.!
Bulutlar kol kola girdiler bu yakarışı duyunca hep beraber ağlamaya başladılar kırçiçeğiyle beraber. Yumuşadı o kayalar gibi sert toprak açtı bağrını çiçeğin köklerine ve sımsıkı sardı onu sevgiyle…

Artık inanmayacaktı masallara gül bahçelerinin varlığına. Dalmayacaktı tılsımlı rüyalara. Kökleri görünmez prangalarla bağlanmıştı gurbetin toprağına..
Yaşayıp gitti kırçiçeği hayatının masal olup ölümsüzleştiğini bilmeden…

Ama, biz biliyoruz ki, gidilince dönülmüyor gurbetten. Hasret kalsakta Vatana ,Bayrağa, o sıcacık vatan toprağına, minarelerden beş vakit yükselen Ezan-ı Muhammedi’ye ye…/Şerife Şule

Şerife Teslimoğlu
www.kafiye.net