CUMHURİYETİ YAŞARKEN
Ahmet Bey, sabah erken kalkmıştı. Balkonunda sabah kahvaltısını yapmış, artık keyif çayını içiyordu. Bahçesindeki çiçeklere bakıyor, güllerin, karanfillerin, zambakların, kasımpatıların sabah serinliğindeki o güzel kokuları içerisinde geçmişe doğru gidi verdi bir anda. Aslında kalkmalıydı artık. Okula gitmeliydi. Bugün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları olacaktı. Görevi vardı. Kutlama programında görev alan öğrencileri ile bir daha toplanarak son provayı yapmalıydı. Bardağından bir yudum daha aldı. O sırada bahçede yaprakları dökülmeye başlayan erki ağacının o incecik dalları dikkatini çekti. Birden hüzünlendi, neredeyse gözlerinden yaşlar akacaktı. Çok uzaklara, geçmişteki çok uzaklara gitti birden.
Yıllar var ki hala o çocukluğunda yaşadığı ilk Cumhuriyet bayramı törenlerini hatırladıkça içinde buruk bir acı yüreğini sızlatır. Yine Cumhuriyet bayramı hazırlıkları başladı ve yine içinde o unutamadığı anı onu hüzünlendirdi.
1961 yılında bir sonbahar mevsiminin ortasında yaşanıyordu. Biga’nın köylerinden Koruoba köyünde yaşadığı o sabahı hala hatırladıkça içinde buruk bir acı onu mahzunlaştırır. Sabah erkenden kalktı. Çok heyecanlıydı. Bugün hayatında ilk defa bir Cumhuriyet bayramı kutlama törenlerine katılacaktı. İlk defa bir bayram kutlamasının nasıl geçtiğini görecekti. Çünkü ilkokula da bu sene başladı.
Her zaman olduğu gibi sabah yer sofrasında tarhana çorbasını içti. Tavada tereyağ ile pişirilmiş yumurtadan yedi. Büyük bir heyecanla siyah önlüğünü giydi, beyaz yakasını boynuna taktı. Eline tahtadan yapılmış okul çantasını aldı ve büyük bir heyecan içerisinde okulun yolunu tuttu. Yol boyunca hep bayramı düşünüyordu.
Abisi ile birlikte evden çıktılar ve okulun yolunu tuttular. Abi kardeş konuşa konuşa okula gitmişlerdi. İçi içine sığmıyor, hala büyük bir heyecanla bayram kutlamalarının nasıl olacağı düşünmeye devam ediyordu. Bazen abisinin söylediklerini duymadığı oluyor, abisi de kendisine ikinci bir defa sözünü tekrar ediyordu. Ahmet bey’in bütün düşüncesi Cumhuriyet Bayramının kutlanma biçimiydi.
Artık büyüdüğünü düşünüyor, hem okula da başlamıştı. İlk defa da bayram kutlayacaktı. Bu güne kadar dini bayramları kutlamış, milli bayram kutlamalarını hatırlamıyordu. Küçük bir dağ köyünde yaşadığı için milli bayram coşkusu neydi onu bile hatırlamıyordu. Aklında bayram deyince; şeker bayramı ise önce büyüklerin elleri öpülür sonra arkadaş gruplarıyla köyde kapı kapı dolaşılır, bazı evlerden akide şekeri, bazı evlerden lokum, bazı evlerden de para alırdı. Kurban bayramında da değişen bir şey yoktu. Kurban Kesilir, beraber yenen yemekten sonra köyü arkadaş gruplarıyla gezmeye çıkılırdı.
Okulda bugün kutlanacak olan bu bayramda da acaba aynısı mı olacaktı? Bütün öğrenciler sırayla okul müdürünün önünden geçecekler, müdürün elini öpecekler, müdür de onlara şekerler mi verecekti? Bu düşünceler içerisinde okulun bahçesinden içeriye girmişti. Köyün çocukları okulun bahçesinde dolaşıyorlardı. Henüz toplanmamışlardı öğrenciler. Demek ki daha bayram başlamamıştı.
Abisi ile okul bahçesine vardıklarında birden bahçede yalnız kaldı. Abisi onun yanından ayrılıp arkadaşlarının yanına gitmiş, kendisi yalnız kalmıştı. Zaman hızla geçiyordu. Ahmet Bey de kendi arkadaşlarının yanına gitmiş onlarla sohbet ediyordu. Ne olursa olsun Ahmet Bey, bayram kutlamalarının ne olacağı konusunda düşünürken bir anda yine yalnız kalmıştı okulun bahçesinde.
Bu düşünceler içerisinde bahçede dolaşırken abisi yanına geldi. Abisi ondan 3 yaş büyüktü. O ne derse mutlaka yerine getirir itiraz etmezdi. Evden Babası ve annesi ona hep abisini dinlemesi konusunda öğüt verirlerdi. Abisi Ali yanına gelmişti, kendisine:
– “ Sen okula niye geldin ki?”
– “ Bayram kutlamak için geldim abi.”
– “ Bana sorarsan sen hiç burada bekleme.”
– “Neden abi?” dedi.
– “Sen daha birinci sınıf öğrencisisin. Senin burada olmanın hiçbir önemi yok. Bayramda görev alan öğrenciler 3, 4 ve 5. sınıflar.” Dedi
– “ Ben de bayram kutlamak istiyorum.” dedi.
– “ Sen daha küçüksün. Senin bulunmana gerek. Bak senin gibi kaç kişi gelmiş buraya?” dedi. “ Sen eve git, burada ayakta boşu boşuna bekleme, haydi beni dinle, eve git.” Dedi abisi.
Boynu bükük abisinin sözünü yerine getirmek üzere evin yolunu tuttu. Hüzünlüydü, düşünmeye başladı. Bir taraftan da istemese de evin yolunu tutmuştu. İlk bayramı kutlayamayacaktı. İlk defa bir milli bayramın nasıl kutlandığını göremeyecekti. Milli bir bayram ile dini bayram arasındaki farkı da göremeyecekti.
Düşüne düşüne evin yolunu tuttu. Evin avlu kapısından içeriye girdi. Evin avlusunda babası balta ile odunları kesiyordu. Onu bahçeye girdiğini görünce hemen ona doğru yürümeye başladı. Elindeki baltayı bırakmış ona doğru yürüyordu, bir taraftan da ona doğru bağırmaya başlamıştı.
– “ Senin ne işin var burada? Sen şimdi okulda olman gerekmiyor muydu? Bayram törenleri bitti mi?” diye sordu.
– “ Hayır, daha başlamadı.” demişti ki, daha sözünü bitiremedi.
Babası odunluktan almış olduğu ince bir sopayı eline kaptığı gibi onun yanında biti verdi. Bir taraftan küçük çocuğunu cevap vermesini istemiyor, bir taraftan da söylenmeye başladı.
– “ Demek ki sen milli bayramlardan kaçıyorsun! Sen nasıl olurda bayramı kutlamadan eve gelirsin? Çabuk okula dönüyorsun. Seni gidi kaçak seni.” Dedi ve elindeki sopa ile onun bacaklarına bacaklarına vurmaya başladı. Baba arkada oğul önde okulun yolunu tuttular. Baba koşan oğlunu yakaladıkça bacaklarına vuruyordu.
Babasının önünde koşuyor, bir taraftan da düşünüyordu. Okula gitti abisi eve gönderdi, eve geldi babası evde daha soru sormadan, sebebini araştırmadan sadece dövmeye başlamıştı. Artık neyi düşüneceğini bilemez olmuş, sadece canını kurtarmak, babasından dayak yememek için can havliyle okşuyordu. Ne kadar koşarsa koşsun babası onu yakaladıkça :
– “ Seni gidi namussuz, seni gidi vatan haini, seni gidi kaçak, sen nasıl olurda böyle bir günde okuldan eve gelirsin.?” diye söyleniyordu. Bir taraftan da kafası iyice karışmıştı. Gözyaşlarına boğulmuş, sopanın vurduğu yerlerde cayır cayır yandığı için düşünemez olmuştu.
Okul bahçesinden içeriye girdi. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Komşuları onu sopa yerken görmüşlerdi. Ama hiç kimse ondan yana olmamış, babasına da müdahale etmemişlerdi. Çevreye “ Ne olur beni babamın elinden kurtarın, beni dövmesin, benim bunda bir suçum günahım yok, ben sadece abim eve git dedi diye eve gittim. Ne olur bana yardım edin de durumumu anlatayım diyordu” bakışlarıyla.
Bayram törenini izlemeye daldı. Babası onu okulun bahçesine koymuş, geri dönüyordu. Babasına göre terbiye edilmiş, gerekli ders verilmişti ona. O bu ders sayesinde kendine çeki düzen verirdi artık. Ama onu kimse anlayamamıştı. Onu kimse dinlememişti. O sadece kendisine söyleneni yerine getirmişti. O küçük bedeni yediği sopalar yüzünden sızlıyor, ama kimseye derdini anlatamıyordu. Küçücük aklıyla düşünüyordu. Bütün düşünmesine karşın sebep ve sonuçları bir araya getiremiyordu.
Yıllar boyu yediği dayak aklından çıkmamıştı onun. Kendini anlatamamanın, derdini söyleyememenin, haklılığını haykıramamanın verdiği bir burukluk yaşıyordu. Bir türlü ne babasına ne de abisine gerçekleri söyleyememişti. İlk öğrenciliğine başladığında çok merak ettiği ilk milli bayram heyecanını tadamamış, duyamamıştı. Milli bayramlar ile dini bayramlar arasındaki farkı o gün için anlayamamış, aksine o günkü milli bayram ona zehir olmuştu.
Ne zaman Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yapılsa o günü anımsamadan bir bayram kutlaması yapamıyordu. Ona göre bu durum daha güzel anlatılabilirdi, ama anlatılmamıştı. Hala içinde bir ızdırap, bir acı o günü ona hatırlatır. O günü düşünerek, o, çocuklarına milli bayramlar ile dini bayramların önemini, özelliklerini güzel bir şekilde anlatacak ve çocuklarını bu konuda bilinçlendirecekti. Öylece karar almış ve o çocuklarını aydınlatacaktı. Öyle de yaptı ve o çocuklarını aydınlattı.

İzmir. 23.10.1997
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net