CİĞERLER YANINCA

2000 yılı temmuz ayının son haftası. Henüz güneş doğmamış olmasına rağmen hava erkenden sıcak olmaya başlamış ve ben bugünü zor akşam ederiz diye düşünmeye başlamıştım. Sabah saat 5.00 de Didim’den Çanakkale’nin Biga ilçesine gitmek için çoluk çocuk özel arabamıza bindik ve serinlikte yola çıktık. Yol boyunca bazen yeşillikler gördük, bazen çorak toprakları seyrettik.

İlk mola yerimiz Bergama ilçesine 20 kilometre mesafede, yeşillendirilen özel parkı ile doğa ile iç içe olan bir benzin istasyonunda yaptık. Elimizi yüzümüzü suda yuğduktan sonra tekrar yola koyulduk. Güneş yükselmeye başlamış, yola dökülen asfalt bazı yerlerde erimiş vıcık vıcık olmuştu. Hani dikkatli olmasa insan belki arabanın kontrolünü bile elden çıkarmak mümkündü.

Çocuklar uykuya dalmışlar, eşim elindeki kitabı okurken uyuya kaldı. Ben TRT radyosunun 4. kanalındaki halk müziği ve Türk sanat müziği ziyafetini alarak ilerliyordum. Yeşilliğin henüz kaybolmadığı yolda daha dikkatli gitmeye çalışıyorum. Edremit körfezine gelince içim bir başka duyguyla kaplandı. Biraz sonra büyük bir körfezi baştan aşağı kat edeceğiz. Her taraf yemyeşil, sıcak alabildiğine artmış, öğlen sıcağı arabanın sağından girip solundan çıkıyordu. Camların hepsi açılmış, içeride ne sıcak ne de serinlik duruyordu. Kazdağlarını tırmanırken kızlarımı ve eşimi de uyandırmış, manzara seyretmelerini istemiştim. Öğle yemeği saati geçmişti. Kızlarım manzaranın etkisinden midir nedir, açız diye tempo tutuyorlardı. Bende:

“- Acele etmeyin. Ayvacık orman kampında hem dinlenir hem de yemeğimizi yeriz. dedim.” Yola devam ettim.

Ayvacık orman kampına vardığımızda “ Yangın mevsimi nedeniyle;ormanlık alana girmek yasak ve tehlikelidir.” yazısıyla karşılaştık. Bunun üzerine ben:

“- Çocuklar, Ezine’yi geçince çok güzel deniz manzarası olan bir yer biliyorum. İsterseniz oraya kadar devam edelim, isterseniz buradaki benzinlikte yiyelim.” Dedim.

Ayvacık orman kampında oyalanmadan tekrar yola koyulduk. Asfalt iyi kızmış, arabanın altı cayır cayır yanıyor, üstü de güneşten iyice ısınmıştı. Benzin istasyonuna varalım da şu arabaya bir su tutayım diye içimden geçirdim. Kampın olduğu yerden 15 kilometre ayrılmıştık ki yolun Çanakkale’ye giderken sol tarafında bir duman buluntunun göğe doğru yükseldiğini gördüm. Ben hemen:

“- Kızlarım, 169 u arayalım. Bakın orman yanıyor.” Dedim.
Büyük kızım hemen cep telefonundan orman yangın ihbar merkezini aradı.
“- Yangın ihbarı vermek istiyorum… Yeri tarif edeceğim…Ayvacık’tan Çanakkale istikametine giderken yolun solunda.. anladım.” Dedi ve kızım telefonu kapattı.
“- Babacığım, bizim gibi başka duyarlı insanlarında olduğunu, duyarlılığımız nedeniyle bize teşekkür ettiklerini söylediler. Ayrıca şuan yangına müdahale ettiklerini de bildirdiler.” Dedi.

Cayır cayır yanıyordu orman. Yangın söndürme uçağı belirdi ufukta, bir de Çanakkale yönünden gelen iş makineleri, insan dolu araçlar taşınıyordu. Belikli orman yangınını söndürmek için ekipler göreve gidiyorlardı. Kara duman bulutlarının yanı sıra ormandan yükselen alevleri de görebiliyorduk. O an içim cız etti. Yanan ormanlık alanı çok iyi biliyordum. Bu ormanlık alan çok eski ağaçların bulunduğu, köylünün eğlencelerinde mesire yeri yaptıkları alandı. Bu bölgedeki ormanın en güzel yerlerindendir dersem inanın abartmış olmam.

Bu ormanlık alanda meşe ağaçlarının asırlık ağaç olduğunu söyleyebilirim. Köylüler burayı kendi göz bebeği gibi bakarlardı. Ormanın tam ortasında buz gibi suyu akan bir de çeşme vardı bu ormanın içinde. Uzun uzun yalakları bulunan bu çeşme nice sevgililerin buluşup konuştuğu bir çeşmeydi. Buz gibi suyunu içen şifa bulduğunu bile söylerdi. Şimdi bu orman yanıyordu. Hem öyle bir yanıyordu ki… koskocaman bir tarihi de yanında yok ederek yanıyordu. Bu orman koruma altında olduğu için kuşlar, tavşanlar ve diğer hayvanların barınağı idi. Yaz aylarında köylünün büyük baş ve küçük baş hayvanlarının öğle saatinde dinlendirdiği bir alandı. Çobanlar peşkirlerini yere serer üzerinde ekmek yerlerdi çeşmenin başında. Karpuzlarını da yalağın içine atarlardı ve buz gibi olan su buz dolabı görevi yapardı. Şimdi simsiyah bulutların arasında yok oluyordu.

Ciğerlerimiz yanıyordu dostlarım, ciğerlerimiz yanıyordu. Bu ormanda bayramlarda, hidrellezde köy olduğu gibi bu mesire yerlerine akın ederdi. Burada sevgililer buluşur veya yeni sevgililer bulunurdu. Sevgililer aşklarını asırlık meşelere yazarlardı. Kimler bu meşelere sevgililerini yazmamıştı ki.. kendi babaları da bu ağaçlara sevgililerinin isimlerini yazarlarmış ve babaları öyle söylermiş. Şimdi sevgililerin isimlerinin bulunduğu o meşeler acımasız alevlerin içerisinde cayır cayır yanıyordu. Çeşme başında sevgililerin isimleri hala geçmişi hatırlatıyordu.

Şimdi bir kül yığını kalacaktı artık o tarihi yaşam mesiresinde. Artık çobanların dinleneceği o koyu meşe gölgeleri olamayacak, köylünün hayvanlarını dinlendireceği, püfür püfür esen yelin yerinde şimdi cayır cayır yakan güneş kalacaktı dostlarım. Kuşlar, tavşanlar ve keklikler kendilerine başka yuva yerleri arayacaklardı. Bir katliam vardı ormanda. Sonuç belliydi şimdiden ve anızlarını temizlemek isteyen bir cani bir kibritte büyük bir tarihi yok ediyordu. Acaba bu yaptığı işten dolayı ne kadar mutludur dersiniz?Böyle bir başarısı için sırtlan gibi kıs kıs nasıl gülüyordur dersiniz? Ormanı, hayvanları ve bir tarihi yok edişini acaba hangi tepeden seyrediyordur şimdi?

Evet sevgili dostlarım. Gelin şu ciğerimiz olan ormanlarımızı tarla uğruna, yazlık ev yapma uğruna, kamp yapma ve ya lüks bir otel yapma uğruna yakmayalım. Ciğerlerimizi kangren yapmayalım. Doğal yaşamdaki dengeyi bozmayalım. Doğal dengeyi bozmak; gelecek nesle ihanet etmekten farksızdır. Bizlere korunarak teslim edilen bu yeşillikleri daha da genişleterek yeni nesle bırakalım. Bizlere lanet etmesin ve bizleri lanetle anamsınlar.

En güzel günler sizin olsun. Tüm gününüz bereketli, bol kazançlı ve coşku dolu geçsin. Nice mutlu günlere ve yıllara dileğimle hoşça kalınız.

İZMİR/14.09.2000
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net