TURNALARA TUTUNDA GEL

Günler yine geçmek bilmiyor. Ortalık yine karışacak. Nedir Allah’ım bu içimdeki sıkıntı. Yine mi hüzün, gözyaşı var haber olarak. Yine mi gurbetten kara haber gelecek Allah’ım. Ne dir bu içimi kemiren duygu. İçim içime sığmıyor artık. Bu olumsuzlukların, çektiğim acıların bir sonu gelemeyecek mi Yarabbi, diyordu Ahmet Bey oturduğu koltukta. 53 yıllık ömründe inanın hep mutlulukla acıyı bir arada yaşamıştı Ahmet Bey.

Daha dün gibi hatırlıyordu 25 Temmuz 2006 Salı gününü. Daha dün gibi hatırlıyordu o gün yaşadığı mutlulukla acıyı, kahrolmayı ve acılar içerisinde iki evladının ona olan yaklaşımını. Unutulacak gibi değildi. Nasıl olmuştu, ne olmuştu ve ondan sonra yaşanan acılara başka acıların nasıl eklendiğini nasıl unutsun ki. Ahmet Bey de iki kız babasıydı. Hep onların hasretiyle yanıyordu. Onlarla konuşamamak, onlarla bir araya gelememek. Tam üç yıl oldu neredeyse. Ne bir bayram, ne bir özel gün, ne yaz tatilleri, ne de dini günlerde o hiç hatırlanmıyor, hatırı sayılmıyor, eli öpülmüyor, hani azıcık ta olsa gönlü alınmıyordu. Sen nasılsın diye yanına gelip sormayı bırakın, telefonlar bile bıçak keser gibi kesmişti Ahmet beyin arasındaki iletişimini iki kızı. Şuan onlar ne yapar, neredeler, ne haldeler diye de düşünmeden edemedi Ahmet Bey.

Evet. O uğursuz 25. temmuz. 2006 Salı günü. Allah’ım o gün hayatının dönüm noktası, aynı zamanda yeniden dünyaya gelme günüydü. Önünde okuduğu şiir istemeyerekte yaşadığı o kaza anını hatırlatıverdi birden.

AFFET ANNEM
Ne güzelde uyuyordun annem,
Seslenmeye kıyamadım sana bir an,
Kader ağlarını örmeye başlamış bilemedim,
Bir magandanın katil olmak için hazırlandığını,
Sinsi ve sessizce yaklaştığını bilemedim annem,
Bilemedim bizi hedef seçtiğini o yakıcı sıcakta,
Sağımızdan girip bizi yoldan çıkaracağını,
Bilemedim annem, bilemedim, sinsi magandayı.

Bir korna sesi bitirdi her şeyi annem,
Hazırlıksız yakalandım sağımdaki kahpeye,
Şaşırdım, irkildim, bir beyaz katildi sanki beliren,
Olmadı, yapamadım, beceremedim, koruyamadım seni annem,
Ve bir fren sonunda seni kurtaramadım annem,
Kurtaramadım, çünkü gafil avlandım annem,
Aynen bir vahşi aslana yem olan ceylan gibi yem olduk annem!
Metal yığınına dönen o izbeden, seni ben çıkaramadım annem,
Çünkü bende senin gibi çaresizdim, dermansızdım
Kahpe bir magandanın ban gülmesine bile dayanamadım!
Oysaki ne düşüncelerle evimize yol alıyorduk ikimiz,
Ama olmadı annem olmadı, yolu tamamlayamadık,
Bir magandanın kahpece tuzağına yakalandık,
Çok üzgünüm annem, seni koruyamadığım için. ….

Affet beni annem affet,
Hakkını helal et annem, seni çok üzdüm!
Şimdi seni bir yatağa uzun süre bağladığım için.
Bir şerefsiz magandaya karşı koyamadığım için
Affet annem beni affet,
Sana hayatı zindan ettiğim için güneşli günde,
Aydınlık günlerin seni beklediği bir günde,
Ağrılarının bitip, değneksiz gitmeyi beklediğin,
O güzel günlere doğru gitmeyi düşündüğünde
Seninle beraber yürüyecektik Davutların çevresinde,
Beraber nefes alacaktık yol boyunca annem,
Olmadı annem, olmadı, yine acılara gömüldüm,
Bir kahpenin yaptırdığı acı frende beceremedim,
Belki yaşamda bir çalım daha attık ikimizde azraile,
Belki kaderimizdi acılarla yaşamaya devam etmek,
Belki daha olgunlaşmamış ham meyveyim hala,
Beklide yaşamın bana hazırladığı en büyük sınavdayım,
Ve acemi öğrenci gibi davrandım, beceremedim annem!

Düçar kaldım annem, bağrım yanar ta derinden,
Sen yatağa bağlı, ben çaresiz, beklemeye dayanamam,
İsyanım yok Allah’ım, isyan bana yakışmaz,
Ama adaletin de bu dünyada kalmaz, kalmasın Allah’ım,
Bu kadar düçar kalan kullarına acıyansın,
Annemi koruyucu olamadım, koruyamadım,
Affet Allah’ım, Affet beni iyi günleri bekleyen ANNEM,
Affet, affet, affet….

Daha fazlasını okuyamadı şiirin Ahmet Bey. Çok yorgunluk hissediyordu. Kazadan sonra İzmir Bozyaka SSK hastanesine, oradan da İzmir Dokuz eylül üniversitesi aciline annesi ile beraber kaldırılmıştı. Dokuz eylülde kendisi 2 günü komada yedi gün yatmış, annesi ise 21 günü komada olmak üzere 32 gün kalmıştı hastane. Ölümle pençeleşirken tanıdıkları, arkadaşları başucunda olduğu halde iki kızı başucunda değildi. O günleri ise bir türlü unutamıyordu Ahmet Bey.

Ahmet Bey, internetle de uğraşıyor ve bir de yayın yaptığı radyosu vardır. Ahmet Bey kendine geldiğinde internetteki radyosunda dj. Kendisine sesleniyordu. Dj Çetine tehlikeyi atlattığını söylediğinde, dj Çetin Ahmet Beye, çok sevdiği bir türkü yollamıştı. Aynı zamanda radyosunu dinleyen tüm dostlarına sağlık haberini ve iyileşmeye başladığını müjdelemişti. Sonra da; Yavuz Bingöl’ün söylemiş olduğu “ Turnalara Tutunda Gel” parçasını dinlemişti. İlk defa kendine geldiğinde bu türkünün kendisinde ayrı bir yeri olmuştu. Kendisi de türküyü mırıldanmaya başladı Ahmet Bey;

TURNALARA TUTUNDA GEL

Uçup gittin buralardan
Canımın canı neredesin;
Gözümün nuru neredesin?
Gittiğin yol çok mu uzak,
Dönülmeyen yerde misin?

Gel, gel, yağmur ol gel,
Gel, gel, rüzgar ol gel.
Bulutlar yoldaşın olsun
Allah’ım seni korusun
Yolun açık aydın olsun
Turnalara tutunda gel.

Şimdi hangi yaban elde,
Belki dağda esen yelde,
Allah aşkına dön gel de,
Şu gönlüme bayram olsun.

Gel, gel, yağmur ol gel,
Gel, gel, rüzgar ol gel.
Bulutlar yoldaşın olsun
Allah’ım seni korusun
Yolun açık aydın olsun
Turnalara tutunda gel.

Aslında bu türkünün Ahmet Beyde iki acı anısı vardı. Biri yaptığı kaza, diğeri ise canından çok sevdiği, biricik Esmer Güzelinin kendisine söylediği; “ Hocam; senin turnaların yok burada, bana turnalarını yollar mısın? Beni turnalarınla buradan alabilir misin, senin turnalarına çok ihtiyacım var. Ne olur geç kalmasınlar.” Turnaların ona doğru havalandığını, onu geri getirmek için onun yanına gittiğini söylemişti.

Ahmet Beyin biricik esmer güzeli de bu sözü söylediğinde ölümle uğraşıyordu. Canı çok yanıyordu. O da göçmen kuşları gibi vurulmuş, bir kahpe kurşun; onun da kanadını yaralamış, Esmer Güzelinin canı çok yanıyordu. Nasıl ki trafik kazasında elinden bir şey gelmemiş ise, bu durumda da fazla bir şey yapamamış, ancak ona turnaları yollamıştı. Allahım; çaresizlik, yalnızlık, acı, vurgun, birkaç kendini bilmez maganda ile sadece öldürmeye odaklanmış o caniler var ya, onların kendini bilmezliklerine ne ocaklar, ne yuvalar kül oluyor. Ne gencecik fidanlar, ne gencecik kızlarımız, oğlanlar toprak olup gidiyorlar.

Esmer Güzeline turnaları yollayan Ahmet Bey; bir taraftan da odanın içerisinde duayay başlamıştı. Arada sırada Esmer güzeli ile telde konuşuyor, sağlığı ile ilgili bilgi almaya çalışıyordu. Biricik esmer güzeli hem oruç ibadetini ifa etmeye çalışıyor, hem de sağlığını tehlilkye atıyordu bu arada. Zaten turnalara erişmek, onlara kavuşmak ise bir mucize olacaktı ve o mucize de gerçekleşti.

Biricik Esmer Güzelini ekim2006 ayının ortalarında bir gece sabaha doğru turnalar kanatları arasına almış ve ölmekten kurtarmıştı. Belki turnalar Esmer Güzelini çok sevdiği Ahmet Beye getirmemişti ama, onun korunacağı, sığınacağı güvenli bir limana götürmüştü turnalar. Esmer güzeli de turnalar sayesinde ölümden kurtulmuş ve böylece bu turnalar; Ahmet Bey ile Esmer Güzelinin yeni yaşamlarına, acılarına, sevinçlerine ortak etmeye de devam etmişti. Bu nedenle turnalara ayrı bir özen gösteriyordu Ahmet Bey. Hele bu turnalar türküsü ne zaman radyoda, televizyonda çalınmaya başlasa, o acılı günleri, acılı anlar hatırlamadan edemiyordu. Bütün düşüncesi; bir gün gelecek ve Esmer Güzeli ile karşı karşıya gelerek, bir birlerini koklayacaklar, kucaklaşacaklar, gülümseyerek bir birlerini ne kadar çok sevdiklerini söyleyeceklerdi karşılıklı olarak. Hala o günleri büyük bir istek, büyük bir aşk ile bekliyordu Ahmet bey. Onun dudaklarından şu cümle dökülüverdi birden;
“Hiç bir aşk yok ki kısa bir süre kesintiye uğramasın. Ancak kesintiden sonra öyle bir duruma gelir ki, yıllanmış ne şarap ne de kadın onun ifadesine yetmez. ” değil mi diyerek bardağından bir yudum çay aldı….

İzmir 08.01.2008
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net