Gerçekler Soğuk Üşütür Ellerimi
Yıl 2016… Kızıma

Okuyucularım bilir; ayda bir muhakkak öykü tadında, kendimle yetmezlik ve hatalarımla yüzleşirim. Birinci tekil kişiden dile gelince yanıt alabilmek için içimi dökme ihtiyacı duydum. Günlerden pazar. Saat 02.54’idi uyku tutmamış bir bardak ılık süt içeyim dedim. Kendi kendimi azarlarken kızım uyanmış salona gelmiş farkında değilim. Elinde 17 inci yaş gününde kendisine hediye ettiğim dolma kalemle;

‘’Aaa sen mi geldin tatlım?’’ derken, yüzümdeki şaşkınlık ifadesi korkuya bıraktı ardından lafımı kesti:

‘’Anlaşıldı anne ya sen bu gecede uyumayacaksın sana tavsiyem içindekleri bir an önce kâğıda döküp rahatlaman.’’

Uzun masum bir bakışmadan sonra geldi yanağımdan öperek;

‘’Biliyor musun anne, dinlerken anlattıkların hep içimi burkar. Olsun bunca zorluk içinde senin bir umutla haykırışlarını seviyorum. Baksana felaketler, savaşlar, yağmalamalar insanların rahatça hayatlarına karıştı. Korkuyorum anne, dört elle hayata sarılmayı korkuyorum. Yoksulluk üzerken; biz çocukların hayallerinin sönmesini düşünsene?’’

‘’Merak etme her şey yolunda’’ derken, boynuma atılmasıyla gözyaşları yüzümü ıslattı.

‘’Ellerin, anne diyorum ne kadar da sıcacık. Biliyor musun, yanındayken kendimi ne kadar güvende hissediyorum. Bir yüzüme bakıp da güldüğünde yanağımdan öptüğünde ben yüzümün o tarafını silmiyorum, düşünüyorum da anası babası olmayanları. Ömürlerini tutuk evlerinde geçirenleri, taş duvarlar arasında çocukluğumu düşünemiyorum… Derdimi anlattığımda beni dinleyip çözüm üretiyorsun. Hiç konuşmak istemediğimde sorulara boğmuyorsun, anlatacağım şeyin heyecanını paylaşıyorsun, sana bağırdığımda seni üzdüğümü farkındayım sonra gelip özür dilemem hiç yaşanmamış gibi davranman… Ya çok konuştum anne iyi ki varsın, ben artık yatmaya gidiyorum, seni seviyorum.’’

O bunları düşünedursun ‘anlaşılmak’, kolay bir iş değildir, emek ister. Hele ki gizlenmiş anlatamadığın o kadar çok şey varsa boğazında düğümlenen. O an bir karar aldım başkaların doğrularıyla zorla yaşamaktansa kızımın kendi yanlışlarıyla hayatını severek yaşamalı dedim.

Dile kolay, tam 18 yıl… Hiç düşünmüyorsam içimdeymiş gibi ona her an dokunmak istiyorum, sarılmak, dizimde saçlarını okşamama izin vermesini… O canımın bir parçası. Doğum gününe beş ay kaldı. Bir de oğlum var diğer parçam, öğretmenlerinden övgü ile kendinden söz ettiren, gözümden birkaç damla yaş aktı. Ne güzel insanın bir kardeşi olması, ona sarılıp ağlaması, oyun oynaması, eğlenmesi…

Anlatamıyorum kendime hâlâ saçlarıma dolansalar diyorum. Ahh yok mu şu evlatlarımın kokusu, mavi bulutlardan öğrenseler de terk edilmeyi, düşlerime yanaşan hep bir gemi, yolculuklarında yastıklarına dökülsün istemiyorum ıslak gözyaşları. Her çocuğun ki gibi tartışmaları, çatışmaları, dargınlıkları var elbette bana üzüntüyü yaşatsalar da çok çabuk unuttuklarını da biliyorum çünkü küçük dokunuşlar onları hep mutlu etmiştir.

Kim bilebilirdi ki hayatımın 46 yılını, şu otuz beş saniyesi, nasıl da değiştirebileceğini. Kurşun acısı gibi içimde çığlıklar gelip saplanmış yıllarca sırtıma. Özgürlüğüm alınmış elimden ama ben özgürlüğünü tekrar vermeliyim bu sefer başka başka hikâyelerde düşler denizinde keşfedilmemiş bir kelebek olarak çiçekten çiçeğe konar gibi. Sonuçta herkes anlaşılmayı bekliyor; ama kimse, kimse tarafından anlaşılamıyor. Keşke testiyi kırınca değil, öncesini de görebilselerdi, sıcacık düşlerim vardı gözlerinden bakmaya doyamadığım. Keşkilerin imkânsızlığına eşit bugüne değin hayatım ama artık değil.

Evet, yanlış anlamayın. İzmir’deyim koca bir şehir, nefes alıyorsam da içimdeki ateş, ‘eski dost dediklerime’ anlatamayacak kadar kırgın. Kimse bilmez beynimde tanımlıyorum çocuksu sevinçlerimi, kalbimde biliyorum yanıp tutuşurken hüzünlerim, yüreğime sahip olmuş dondurucu şubat ayazı. Ah yok mu şu güven duygusu, davranışlarımda gösterse de sevgiyi sevmeyi hala anlamış değil oysa her birini mayalayan kendi gönlüm. Benim için ne iyi, ne kötü, ne olduysa onu bile hala bilmemem ne acı… Açsam defterimi hatırlasam, yüzleri kim güldürdü kim ağlattı diye, unuttum geçmişi desem. Yalan hâl bu iken, hâlâ arıyorum ruhumun en derinliğinde, kalbime işlenmiş.

Oysaki koskoca bir kadın olmuş üstelik iki çocuk annesi yeri geldiğinde başının çaresine bakacaktır diyenleri duymuyor değilim. Benim merak ettiğim tek bir şey var; Acaba güçlü derken kim(ler) anlamadı duyduklarından ve anlatılanlardan yola çıkarak bu kadar ağır travma üstüne travma yaşayanları, sanırım bunlara da alışacağız. İmrensek de, kıskansak da türlü türlü insanlar, hayatlar gördük, okuduk, izledik…

İşte yine sabah oldu. Ağlıyorum, ağlayacağım içim rahatlıyor. Sonrada boş verip yatağıma giriyorum. Sabah olunca anlatacağımı kâğıt defter üzerinde paylaştığımı görüyorum. Anlaşılmak, kolay bir iş değil. Neyse ki hayat devam ediyor, kulağıma ‘’Anne nerde benim çoraplarım bir diğeri, anne ya geç kaldım neden kaldırmadın erkenden… Hanım ya bana diğer kemeri getir birde şu kareli gömleğimi. İlk kez bu kadar net fark ettim. Meğer özgürlük onların yüzlerini görünce maviye her yerden bakabilmekmiş, yanımda olsunlar başka bir şey istemem ben.

İlknur Yıldırım Özgün____ 14. 01. 2016 perşembe
www.kafiye.net